Türk ressamı, müzecisi, arkeologu ve sanat eğitimcisi (İstanbul, 1842—İstanbul, 1910).
Öğrenimine Beşiktaş’ta başlayan Osman Hamdi, 1856’da Maarif-i Adliye’ye geçti; daha bu okulda öğrenciliği sırasında karakalem resimler yaparak sanata olan ilgisini ortaya koydu.Babası Edhem Paşayla birlikte, Belgrad’a ve Viyana’ya giderek müzeleri gezdi. 1857’de babası tarafından hukuk öğrenimi için Paris’e gönderildi. Burada kaldığı 12 yıl içinde hukuk derslerini izlemekle birlikte, resim sanatına olan tutkusu nedeniyle, öğrenimini tamamlayamadı. Buna karşılık, Paris Güzel Sanatlar Okulu’ndaki dersleri izledi ve bu arada Gerome, Boulanger, vb’nin atölyelerine devam etti, bazen de arkeoloji derslerine girdi (Uluslararası Paris Sergisi ve Abdülaziz’in Paris yolculuğu da, Osman Hamdi’nin burada bulunduğu yıllara rastlar).
1869’da İstanbul’a dönen Osman Hamdi Bey, Mithat Paşanın Bağdat valiliğine atanması üzerine, onunla birlikte Umuru Ecnebiye müdürü olarak Bağdat’a gönderildi. İki yıl sonra İstanbul’a Teşrifat-ı Hariciye müdür muavini olarak döndü. 1873’te Viyana uluslararası sergisine Osmanlı devletinin başkomiseri olarak katıldı. İki yıl sonra Hariciye Umur-u Ecnebiye kâtibi oldu. Bütün bu görevler kendisine, Avrupa geleneklerini ve kültürünü, yaşam biçimini çok iyi bildiği için verilmişti. 1876’da Abdülaziz’in tahttan indirilmesinden sonra, Matbuat-ı Ecnebiye müdürlüğüne getirildi. Aynı yıl ilk Meclis-i Mebusan’da milletvekili olarak görev yaptı. Resmi görevlerinin sonuncusu, 1877’de atandığı. Beyoğlu Altıncı Daire müdürlüğüdür. Osmanlı-Rus savaşının bitmesiyle devlet görevleri son bulan Osman Hamdi Bey, yaşamının bundan sonrasını bütünüyle sanat ve kültür çalışmalarına ayırdı. Eski adı Müze-i Hümâyun olan İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin, 1881’de kurulmasında ve yeniden düzenlenerek çağdaş bir müze görüntüsüne kavuşturulmasında, Osman Hamdi Bey’i bir öncü olarak görüyoruz. Zaten 1878’den beri müze komisyonunda üye olan Osman Hamdi Bey’in, yabancı dil bilgisinin ve sanat kültürünün bu konuyu kavramasında büyük yararı oldu. Çinili Köşk’teki çinilerin onarımı ve temizlenmesi, ayrıca müzenin yeni bir yapıya aktarılması ve genişletilmesi, onun müdürlüğü zamanındadır. Eski eserlerin kaybolmasını önlemek amacıyla çıkardığı “Asar-ı Atika Nizamnamesi” ile, bir arkeolog olarak Sayda yakınlarında Fenike krallarına ait bir nekropolde bularak, İstanbul’a taşıttığı lahitler (başta İskender Lahdi) ve 1892’de bu konuyla ilgili olarak kaleme aldığı bilimsel inceleme (Th. Reinach ile) onun çalışmaları arasında ön sırada yer alır. Lahitler için müzede ek bölümün açılması, müze kitaplığının geliştirilmesi gibi çalışmalar da bu arada anılabilir. Bu tür çalışmaları nedeniyle, birçok bilim kuruluşundan fahri doktorluk belgesi alan Osman Hamdi Bey, Türkiye’de arkeolojinin kökleşmesinde büyük payı bulunan bilimsel araştırmalara bizzat katıldı ya da bu araştırmaların bir bölümünü yönetti. Sayda kazısı, onun adını uluslararası bilim çevrelerinde, saygın bir düzeye yükseltti. Ayrıca İstanbul’da, eski adı Sanayi-i Nefise Mektebi olan günümüzdeki Güzel Sanatlar Akedemisi’ nin kurulmasında da doğrudan doğruya bir katkısı oldu. 1883’te kurduğu bu okulu, 27 yıl müdür olarak yönetti.
Osman Hamdi Bey’in Çok Yönlü Sanat ve Kültür Anlayışı
Osman Hamadi Bey, Batıya yönelik çağdaş Türk sanat ve kültürünün biçimlenmesinde, kurumlaşmasında hem bir yönetici ve bürokrat olarak, hem de bir sanatçı olarak değişik açılardan etkili olmuştur. Çağdaş kültürümüzün yakın geçmişinde, Osman Hamdi Bey yapısında bir başka kişi bulmak zordur. Onun bir kültür adamı olarak etkinliği, ressam yönünü bir ölçüde gölgelemişse de, anıtsal boyuttaki figürlü kompozisyonlarına, çağdaş Türk resminde kendi türünün ilk örnekleri gözüyle bakılabilir. Doğulu giysiler içindeki bu figürleri, Osman Hamdi Bey’i aynı zamanda “oriyantalist” bir ressam olarak görmemizin de nedenidir. Onun resmi, Paris’te gördüğü katı sanat eğitiminin de bir gereği olarak, akademik ve doğacı bir resimdir. Doğulu giysiler içinde çektirdiği kendi fotoğraflarından yararlanarak çizdiği büyük boyutlu kompozisyonları, biraz da belgeci bir görüşten ve klasik bir estetikten kaynaklanır. Doğulu atmosferin görkemi ve çekiciliği, bu belgeci yanla birleşince, Osman Hamdi Bey’in büyük boyutlu kompozisyonlarına, Osmanlı döneminin yaşam biçimlerini sergileyen bir kostümler ve gelenekler havası sinmiştir. Feraceli kadınlar, medrese avlusunda tartışan hocalar, dua eden türbedarlar, saray çevresinin insanları, silah satıcıları, genç kadın portreleri, yöresel tipler, bize Osmanlı kültürünün resimlere yansıyan sahnelerini düşündürür.
Resim, Osman Hamdi Bey’e göre, doğanın izleyicisi olmak zorundaydı. Küçük bir kumaş kıvrımı, gözden kaçabilecek bir ayrıntı, figürün kimliğine yardımcı olabilecek giyim-kuşam özelliği, çevreyi tanımaya olanak verecek yaşam incelikleri, onun tablolarında ihmale gelmeyecek bir titizliğin süzgecinden geçmiş ve akademiciliğin katı kuralcılığı, Osman Hamdi Bey’de sadık bir yandaş bulmuştur. Rüstem Paşa Camii Önünde, Ab-1 Hayat Çeşmesi, Silâh Taciri, Gezintide Kadınlar, Kaplumbağa Terbiyecisi, Yemenili Kız, Şehzade Türbesinde Derviş başlıca yapıtları arasında sayılabilir.
Anıtsal nitelikli figür ressamlığının yolunu açmış olması, Osman Hamdi Bey’in çağdaş sanatımıza getirdiği başlıca yeniliktir. Ne ondan önce, ne de ondan sonra uzun bir süre, bu çapta bir figür ressamlığı göremiyoruz. Başta İbrahim Çallı olmak üzere izlenimcilerin bir bölümü, bu ressamlığı daha çok portre düzeyinde geçerli kılmaya çalışmışlardır. Ama insanı çevresiyle birlikte, bir bütün olarak ele alıp, bir kompozisyon düzeyinde titiz bir gözlemden geçirme geleneği Osman Hamdi Bey ile başlamıştır, denebilir.
iyi bence