Temel gerçekliğin madde olduğunu ve bütün öteki gerçekliklerin, şu ya da bu biçimde ona indirgenebileceğim ileri süren öğreti (materyalizm de denir). Maddecilik, her varolanın bir tinden (zihin) ya da tinlerden kaynaklandığını ileri süren idealizmin ve tinin özü bakımından maddeden köklü olarak farklı olduğunu ve ona indirgenemeyeceğini savunan tinselciliğin karşıtıdır.
Madencilik Ve Gerçekçilik
Maddecilik bir gerçekçiliktir. Yani şeylerin, her tür düşünceden bağımsız olduğunu ve ayrıca, şeylerin tözünün de madde olduğunu ileri sürer. Ama maddenin doğası ve özellikleri konusunda ileri sürülen görüşler, maddeci sistemlere ve bilimsel bilgilerin gelişim düzeyine göre önemli değişiklikler gösterir. Ne var ki, bu görüşlerde, değişmeyen ortak bir yan da vardır. Nitekim, maddeyi hareketsiz bir şey olarak gören ve belirlenimlerini dışardan aldığını ileri süren bütün görüşler maddeciliğe karşıttır (maddeyi, hareketsizlikten başka bir biçimde düşünemediğini söyleyen Rousseau’nun görüşü gibi). Maddecilik, maddeyi, görünen duyusal yanına indirgemekten kaçınır ve özelliklerinin irdelenebilir ve kavranabilir zenginliğinin, madde hakkında belli bir zamanda edinebildiğimiz bilgileri aştığını ileri sürer. Bir başka ortak yan da, maddecilerin, madde ile onun temel yüklemi olarak gördükleri hareket (enerji) arasında kurdukları sıkı bağdır. Ayrıca maddeciler, maddenin, tin de dahil olmak üzere, gerçeğin sonsuz gelişimini açıklayabilecek olanağı içinde taşıdığını düşünürler. Burada ortaya çıkan güçlük, cansız maddeden yaşam ile bilincin ve daha genel olarak “daha aşağı düzeydekinden daha yüksek düzeydekinin” (Auguste Comte) nasıl türediğini açıklamaktır. Başka bir deyişle, hiç olmazsa görünüş bakımından erekli olan canlı varlıkların, ereksiz olan maddeden nasıl türediğini açıklamak, maddeciliğin karşısına çıkan bir güçlüktür.
Maddeci Sistemlerin Evrimi
Maddeci sistemler, bu güçlüğü çeşitli biçimlerde çözmeye çalıştılar: Eskiçağ’da, madde kavramını, kimi zaman gizli yüklemlerle zenginleştirdiler. Nitekim stoacılar her maddenin, kendinden bir canlılığı olduğunu (hilozoizm) ileri sürdüler (Lucretius, insan özgürlüğünü açıklamak için, atomların ilk baştaki düşüşünde, bir sapma [klinamen] olduğunu söyledi). Ya da bunun tersine Epikuros’u izleyerek, ruhun da beden gibi, maddesel atomlardan oluştuğunu, ama bu atomların daha ince olduğunu ileri sürdüler.
Rönesans’tan kaynaklanan bilimlerin ilerlemesinden ve XVIII. yy’da büyük gelişme göstermesinden sonra (Diderot, Holbach, Helvetius) ve XIX. yy’ın başında maddecilik (Feuerbach. Vogt), fizik bilimine dayanıyordu ve hem indirgemeci, hem de mekanistti. Feuerbach şöyle diyordu: “Benliğimizdeki düşünen şey, fosfordur”; “Karaciğerin safra, böbreklerin sidik salgılaması gibi beyin de düşünce salgılar.”
Descartes’ın “makine-hayvanlar”dan söz ettiği gibi, La Mettrie de bir makine-insan betimlemesi yaptı. Böylece canlı varlığı açıklarken göz önüne alınan model, hareket halindeki maddesel öğelerin topluluğuydu . yani makineydi.
Maddeciliğin modern tarihindeki dönüm noktası. Hegel idealizminin başarısından kaynaklanır. Hegel’in diyalektik mantığı, tinin, sürekli ama kesikli bir süreç içinde kendini yavaş yavaş ele geçirişini anlatır. Hegel’e göre her düşünce hareketi, karşıtını ortaya çıkarır; bu karşıtı, daha zengin ve yeni bir birlik doğrultusunda aşar; nicel bir gerçekliğin düzenli bir biçimde artışı, ani nitel değişimler, canlı bir bütünselliğe yönelen “sıçramalı ilerlemeler” gerçekleştirir.
Hegel’in büyük ölçüde etkisinde kalan Kari Marx, bu mantığı dönüşüme uğratmaya karar verdi. Marx şöyle yazıyordu: “Hegel’de diyalektik, gerçeği kuran olduğu halde benim gözümde düşünsel varlık, insanların kafasında aktarılmış ve çevrilmiş maddesel varlıktan başka şey değildir”.
Ama bunun yanı sıra, maddesel gerçeklik kavramı da önemli ölçüde genişledi. Marxçılık, maddesel dünyayı, onu oluşturan nesnelerle sınırlandırmıyordu; somut insan etkinliği de bu dünyanın bütünleyici bir parçasıydı. Bundan ötürü düşünce, maddenin bir özelliği değil, maddesel ve diyalektik olan bir sürecin, yani praksis’in bir uğrağıydı. Praksis ise, insanoğlunun doğa ile arasındaki pratik bağıntıydı ve bu bağıntının başlıca dile gelişiyse çalışmaydı (emek).
Demek ki praksis, üretim tarzına bağlıydı ve çalışma toplumsal olduğu için praksis de toplumsaldı. Bu bakış açısı, marxçılığa tarihsel bir boyut kazandırdı. Çünkü marxçılığa göre toplumlar ve üretim tarzları, tarihsel bir evrimden geçer (marxçılığa, tarihsel maddecilik denmesinin nedeni de budur). Marx. maddeci diyalektiği, toplumsal insan oluşumuna,değişmesine uygulamıştı. Engels, XIX. yy. başında matematik, fizik ve biyoloji alanlarında gerçekleştirilen buluşlara dayanarak bu diyalektiğin doğada da geçerli olduğunu göstermeye çalıştı. Engels, diyalektik maddeciliği, cansız maddeden yaşamın, yaşamdan duyarlığın ve praksis’e dayanarak duyarlıktan düşüncenin türemesine yol açan “nitel sıçramaları” açıklayan ve bundan ötürü indirgemeci olmayan ilk maddecilik anlayışı olarak görüyordu. Çağdaş maddeciler, genel olarak, bilimlerin sonuçlarına dayanırlar ve araştırmanın nesnelliğini bozabilecek olarak gördükleri idealist etkilere karşı çıkarlar. İnsan bilimlerinde, bilinci, fizyolojik, tarihsel ve toplumsal çerçevesinin dışına çıkararak incelemeyi reddederler. Estetik ve ahlakta, değerlerin herhangi bir metafizik temeli olamayacağını söylerler ve bu değerleri, kaynaklandıkları, ama aynı zamanda etkileyerek değişikliğe uğrattıkları kültür çerçevesi içine yerleştirerek ele alırlar. Ulaşılması göz önünde tutulan uzak ideal, onlar için, doğa ile kültürün bağıntılarına ilişkin ve hem akılcı hem de bilimsel nitelik taşıyan genel bir kuramdır.
Son Yorumlar