605’te önce büyük bir yangın geçiren, ardından önemli bir sel afetine uğrayan Kâbe’nin onaranı için Mekkeliler bir araya geldiler. Kâbe duvarında tavafın başlangıç noktasını gösteren Hacer-ül-Esved’in (Kara Taş) hangi kabile tarafından yerleştirileceği konusunda bir anlaşmazlık çıktı. Hz. Muhammed, anlaşmazlık ciddi bir çatışmaya dönüşürken, Hacer-ül-Esved’i bir örtünün üstüne koydu. Her kabileden çağırdığı temsilciler örtüyü hep birlikte kaldırıp taşı yerine koydular. Böylece tehlikeli bir durum önlendi. Bu olay, genç Muhammed’e Mekke’de önemli bir yer kazandırdı. Her yıl ramazan ayında Hira dağındaki (Cebel-i Nur) bir mağaraya çekilerek kesin bir yalnızlığı yaşayan Hz. Muhammed, kente dönünce, Kabe’yi yedi kez tavaf eder, sonra evine giderdi. 610’da ramazan ayının 27. gecesi Hira mağarasındayken ilk vahiy indi ve Hz. Muhammed o gece Cebrail’i tanıdı. Nurdan bir varlık olan ve adının Cebrail olduğunu bildiren Allah’ın meleği, Muhammed’e önce abdest almayı öğretti, sonra “Oku!” buyruğunu verdi. “Ben okuma yazma bilmem” yanıtını alınca, Cebrail onu kollarının arasına alıp sıktı, sarıldı, bir daha “Oku!”dedi.Bu, üç kez yinelendi. Sonra Cebrail “Yaradan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, senin Rabbin sonsuz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğreten odur. O, insana bilmediğini öğretir” dedi.
Hz. Muhammed kendisini çok heyecanlandıran, çok şaşırtan bu olayı eşi Hatice’ye anlatırken, bir yanılgıya düşmüş olmak korkusu ve kaygısı içindeydi. Hatice, eşini bir Hıristiyan bilgesi olan akrabası Varaka bin Nevfel’e götürdü. Hz. Muhammed, Varaka’ya gördüklerini anlattı. Anlatılanları dikkatle dinleyen yaşlı Varaka, “Korkma bu şeytani bir olay değildir. Cebrail, Musa’ya Namus-ı Ekber olarak aynen böyle gelmiştir. Ben yaşadığım kadar, bundan sonra uğrayacağın güçlüklerde sana arka çıkacağım. Korkma…!” dedi. Bu olaydan yaklaşık iki buçuk yıllık bir aradan sonra, Hz. Muhammed en yakın bildiği kişileri İslama çağırma emrini aldı. Bunun üstüne bütün ailesini bir akşam yemeğinde toplayarak onlara, Allah tarafından peygamber olarak görevlendirildiğini açıkladı. Eşi Hatice, en yakın arkadaşı Ebubekir, 12 yaşındaki amcaoğlu Ali’den başka kimse kendisine inanmamıştı. Bu inançsızlık onu ürkütmedi. Safa tepesinde, bu kez bütün kabilesini toplayarak peygamberliğini haber verdi. Başta yakın akrabası Ebu Leheb olmak üzere pek çok Mekkeli ona inanmıyordu. Kısa bir süre sonra İslam peygamberine Tanrı’dan yeni bir buyruk ulaştı: “Şimdi sen, ne ile emrolunuyorsan, bunu açıkça bildir. Müşriklere (Allah’a ortak koşan inkârcılar) aldırış etme!”
Vahiy yoluyla gelen buyruklar, artık birbirini izliyordu. 22 yıl 2 ay 22 günde tamamlanan vahiyler, İslam’ın kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’ı böylece oluşturdu. Zengin Mekkeliler. İslamın daha çok yoksul kesim arasında hızla yayıldığını çabuk fark ettiler; durumlarının bu yüzden sarsılacağını anlayarak, İslamı kabul edenlere maddi, manevi her türlü baskıyı uygulamak üzere birleştiler. Bütün bu baskılara karşın, yeni dine inananlar inançlarından geri dönmediler. Özellikle İslam köleler, büyük işkencelere uğramalarına karşın Hz. Muhammed’e bağlı kaldılar.
Baskılar gerçekten dayanılmaz hale gelince, Hz. Muhammed bir grup Müslümanın Habeşistan’a birkaç kafile halinde yola çıkmasını onayladı (615).
Hz. Muhammed’in büyük amcası, Ali’nin babası Ebu Talib, İslam olmadı ama Hz. Muhammed’i Mekkelilere karşı korudu. Küçük amca Hamza’nın, İslam oluşuysa İslama maddi ve manevi güç getirmişti.
Kureyş kabilesinin Beni Adi bin Kâb kolundan olan Ömer (sonradan halife oldu) ve ünlü pehlivan Rükâna art arda İslam olunca, durum iyice değişti. Yeni Müslümanlar ilk kez açıkça toplanıp Kâbe’ye geldiler ve orada birlikte namaz kıldılar.
Bunun üstüne, tehlikenin giderek büyüdüğünü gören Mekkeli zenginler, bir karar aldılar: Mekke’de herkes Hz. Muhammed’in kabilesi olan Beni Haşim kabilesinden olanlarla, ayrıca bu kabilenin yakını ve yandaşı olan Beni Muttalib kabilesiyle ilişkisini kesecekti; onlarla konuşmak, birlikte olmak, kız alıp vermek, alışveriş etmek yasaktı. Bu tutum, ancak Hz. Muhammed Mekke soylularına teslim edilince son bulacaktı.
Alman kararlar yazılı olarak Kâbe kapısına asıldı. İslam olanlar, Mekke’nin dışında bir mahalleye sığındılar, ama burada büyük bir yoksulluğa düştüler.
Çoğu hastalandı, kimileri açlıktan öldü, ama gene de Mekkelilere baş eğilmedi. Bu insanlık dışı davranışa karşı yiğitçe direnme, giderek Mekkelileri ürküttü ve çözülmelerine yol açtı. Bir bölümü, iki yıldır süren tutumun artık kaldırılmasında direnmeye başladı ve 619’da Müslümanlara karşı takınılmış tavır çözüldü.
iki ay sonra Hatice, ardından da Ebu Talib öldüler. Hatice’nin ölümü Hz. Muhammed’i çok sarstı. Ayrıca amcasının ölümü, onu Mekkelilere karşı yalnız bırakıyordu. Bu güçlü koruyucu aradan çekilince, Mekkeliler bu kez doğrudan doğruya onunla savaşıma başladılar ve Mekke’de barınmasını olanaksız hale getirdiler. Bunun üstüne Hz. Muhammed bir gün gizlice Taif kentine giderek, oradaki akrabalarınaTaif’teyaşamak istediğini bildirdi ama Taifliler onu kabul etmediler, çok kötü davranıp taşlayarak Taif’ten sürdüler. Çocukların ve kölelerin saldırısıyla yaralanan Hz. Muhammed, Mekke kapısına gelebildiği zaman Ebu Cehil’in kendisini yasadışı bir suçlu ilan ettiğini, Mekke’ye girmesini yasakladığını öğrendi. Hz. Muhammed, Mekke’ye ancak bu kentin soylularından Mutim bin Adi’nin kefaletiyle girebildi.
620 yılının hac mevsiminde Arap kabileleri Kabe’yi ziyaret için toplanıyor, Hz. Muhammed de onların çadır kurduğu yerlerde dolaşıyordu. Akabe adı verilen tepede altı Medineliyle karşılaştı. Hazrec kabilesinden olan ve kendisinden İslam inançları konusunda bilgi isteyen bu altı kişi uzun konuşmalar ve tartışmalardan sonra İslam’ı kabul edip Mekke’ye dönünce, yeni dini yakınlarına anlatmaya başladılar.
Artık Hazrec ve Evs kabilelerinden birçok kişi yeni dinle ilgileniyordu. Sonunda Hz. Muhammed, İslamın en iyi yorumcularından biri olan Musab bin Ümeyr’i, İslamın ilkelerini anlatmak üzere Medine’ye gönderdi.
Ertesi yıl hac mevsiminde, Medine’ den Mekke’ye gelen beş yüz hacı arasında, yetmiş bir erkek ve iki kadın Müslüman vardı. Bu yetmiş üç kişi bir gece Akabe’de buluştular. Hz. Muhammed’in yanında henüz İslamı kabul etmemiş olan Abbas da bulunuyordu. Medineli Müslümanlar Hz. Muhammed’i Medine’ye çağırıyorlar ve orada güvenlikte olacağını söylüyorlardı. Bunun üstüne Mekke’deki Müslümanların Medine’ye göç (Hicret) olayı başladı. Bir süre sonra Mekke’ de, Ebubekir, Ali, Hz. Muhammed ve başka İslam kalmadı. Onların da yakında kentten ayrılacağını bilen Mekkeli putatapıcılar, Hz. Muhammed’in Medine’ye gitmesini önlemek için öldürmeye karar verdiler. Bu iş için her kabileden bir kişi katılacak, böylece çıkması olası bir kan davası önlenecekti. Ama, 622 Eylülünde Hz. Muhammed, Mekke’de Ali’yi bırakarak, Ebubekir ile birlikte Medine’ye doğru yola çıktı.
Yolda Hz. Muhammed’e katılanlarla, Müslümanlar Kuba köyüne ulaştıklarında, aşağı yukarı bütün Medine halkının kendilerini karşılamak için geldiklerini gördüler (24 Eylül 622). İlk İslam mescidi Küba’da yapıldı, ilk cuma namazı burada kılındı, ilk hutbe burada okundu. Medine’ye göç eden Mekkelilere muhacirin (göç edenler) adı verildi, Medineli Müslümanlara da ensar (yardım edenler) dendi. İslam tarihinde büyük önemi olan Hicret’in yapıldığı 622 yılı, tıpkı Hıristiyanların Milat olayı gibi, başlangıç kabul edildi ve Hicri takvim adı verilen yeni takvim bu başlangıca göre düzenlendi. Hicret’in birinci yılında yapılan nüfus sayımında Müslümanların 1500 kişi olduğu anlaşıldı. Hz. Muhammed bir yandan İslamı kabul edenleri inanç ve uygulama yönünden eğitirken, bir yandan da bir site devletinin kurulabilmesi için çalışıyordu. Bu amaçla dostu Enes’in evinde, Medine’de bulunan Arap kabilelerini, Yahudi kabilelerini, az sayıdaki Hıristiyanları toplayıp belli görüşler ve ilkeler çerçevesinde birleşmelerini önerdi. Bu topluluğun üstünde anlaştığı maddeler, söz konusu site devletinin anayasa taslağını oluşturuyordu. 47 maddeden oluşan bu taslak site devletine katılan Kabilelerin birbirine karşı tutumlarım belirlemekteydi. Sözgelimi, o güne kadar her kabilenin ayrı ayrı çözümlediği adalet sorunları merkezileştiriliyor, savunmanın ve dış ilişkilerin ilkeleri açıklanıyordu. Bütün kişisel ve toplumsal anlaşmazlıklarda son söz Hz. Muhammed’e ait olacaktı. Yahudilere dinsel özgürlük ve dünya işlerinde Müslümanlarla eşitlik hakkı tanınmıştı.
İslam töresine, ezan, Hicret’in birinci yılında kondu. Hicret’in ikinci yılının ramazan ayındaysa İslamlara oruç zorunluğu geldi, namaz kılarken Kudüs’e değil Kâbe’ye doğru dönme emri verildi (kıble). Bu ramazan ayından sonra, bayram namazı, zekât, fitre zorunluğu kondu.
Son Yorumlar