İdea Nedir? Felsefedeki Anlamı ve Varlık bilimsel Gerçekliği, Felsefede, geniş anlamıyla, imgeleri de içine almak üzere her çeşit tasarımı belirten terim.
İdea’ya, duyularımıza verilmiş bir nesneye ilişkin olduğu zaman algı; görülebilen, ama o anda duyulara verilmemiş bir nesneye ilişkin olduğu zaman imge; tam anlamıyla düşünsel bir gerçeğe ilişkin olunca görüş (ya da anlayış); geçmiş bir olaya ilişkin olunca anı ve ruhsal bir duruma ilişkin olunca da duygu denir. Ama ideanın asıl anlamı, dar anlamıdır. Yani idea terimi, imgeden ayırt edilen kavramı, soyut ve genel tasarımı belirtir.
İdeanın Varlık bilimsel Gerçekliği
İdealara ilişkin ilk büyük sorun, bunların ne gibi bir gerçekliği olduğu sorunudur. Eflatunculuktan kaynaklanan tümellerin gerçekliği savıyla ondan daha kuşkucu olan adcılık, bu sorunu çözmeye çalışan iki karşıt görüştür. Eflatuna göre idea, mutlak, aşkın ve değişmeyen bir gerçekliktir; özüne şu ya da bu ölçüde katılan gerçek şeylerden bağımsızdır. Bundan ötürü, her güzel şey, akılla kavranabilir dünyada yer alan Güzellik’in yansımasından başka şey değildir. Ama idea, aynı zamanda, bir örnek, bir idealdir (yani değerdir) ve insan eylemlerine yol göstericilik edebilir. Bu nedenle Devlet’in filozof-kralı, siteyi, gözlerini idealardan ayırmaksızın yönetir.
Buna karşıt olarak adcüığa göre, ideanın, kendisini belirten terimin ya da adın dışında bir doğruluğu ya da gerçekliği yoktur. İdealar, eyleme, açıklamaya, ikna etmeye (sözgelimi, sofistler adcıdırlar) yararlı olduğu için oluşturulmuş araçlardır. Gerçeklik üstünde etkili olsalar da, bu gerçekliği yansıtmazlar.
Modern bilimkuramı ideanın (ya da kuramsal kavramın), gerçekliğin şemalaştırılmış bir tasarımı olduğunu; deneyimle sıkı bir ilişki içinde bilim tarafından ortaya konduğunu ve bilimin ilerlemelerine uygun olarak durmadan yeni bir biçime sokulduğunu ileri sürerek bu eski tartışmayı aşmaya yönelir. Demek ki, idea, hem gerçekliğin bir tasarımıdır, hem de verimliliğine göre değer taşıyan işlemsel bir kavramdır.
İdeaların Kökeni Sorunu
Doğuştancılık, eflatunculuğa bağlı bir görüştür. Eflatun’a göre her insanın ruhunda ideaların bazı yansımaları vardır ve ruh bunları, bedenden sıyrılmış durumda, daha sonraki tenleş- mesini beklerken seyretmiştir. Nitekim, Sokrates, Menon’da, bir köleye sorular sorarak, onun matematik doğrulan kendi başına bulmasını sağlar. Descartes da, zihnin “hazinesi”ni araştırırken, orada yalm ve apaçık kavramlar bulur. Bunlar, yer kaplama, sayı, süre ve şekildir. Descartes, tümdengelimli kuramını, yani fiziğini bu sağlam temellere dayanarak kurmuştur.
Deneyimcilik bir tek doğuştan idea kavramı olmadığını ve bütün ideaların, deneyimden ve duyulardan geldiğini ileri sürer. Hume bu konuda şöyle der: “Düşüncelerimizi ve idealarımızı çözümlemeden geçirdiğimizde, bunların ne kadar karmaşık ve yüce olurlarsa olsunlar daha önceki bir duyum biçiminin (bir duyumun) kopyaları olan yalın idealara dayandığım görürüz.”
Kant, deneyimcilikle doğuştancılık arasında özgün bir bireşim ortaya koymaya çalışta. Ona göre zihin, gerçeğin önsel örgütlenişinin biçimlerini (zaman ve uzam anlayış gücünün kategorileri, vb.) sağlar; deneyimse içeriğini verir. Bundan ötürü, her olayın bir nedeni olduğunu ileri sürmek, anlayış gücünün bir kategorisidir, ama belli bir olaya belli bir neden yüklememizi, ancak deneyim olanaklı kılar. Bütün bu çözümlemeler, ideanın toplumsal yanını fark etmemektedir. Bilimkuramı, bu kategorilerin örgütlenme yasaları olduğunu kabul eder, ama aynı zamanda, uzun süreli bir tarihsel işlenişin sonucu olduklarını ve bundan sonra da değişikliğe uğrayacaklarını ileri sürer.
İmge ve Kavram
Modern ruhbilim, duyusal tasarımlarla (imgeler) idealar (kavramlar) arasındaki bağıntılar sorununu ortaya atmıştır. Deneyimcilik, kavramların, basit imge bileşimlerinden doğduğunu söyler. Oysa günümüzdeki araştırmalar, kavramın belli bir bağımsızlığı üstünde dururlar. Duyusal ve bireysel imgeye oranla soyut ideanın zenginliği, düden, toplum ve kültür gerçeklerinden gelir.
Son Yorumlar