Eski çağ dillerine ve edebiyatlarına ön planda yer ayıran ve insan yaşamına en yüksek anlamını, en yetkin saygınlığını veren şeyi araştıran Rönesans hümanistlerinin öğretisi.
Eskiçağ’ın öğrenilmesine ve bir kültür modeli olarak kabul edilmesine dayanan hümanizm, Rönesans’la ilişkilidir. Payen’e göre bu akım, Marsilio Ficino’nun Theologia Platonica ’sının (Eflatuncu Tanrıbilim) yayımlandığı 1482 yılı (bu tarihten yirmi yıl önce Ficinio, Floransa’da bir “Akademi” kurmuştu) Ue Erasmus’un ölüm yılı olan 1536 arasında yer alır. Ne var ki, hümanizmin kökleri Ortaçağ’a kadar uzanır ve Dante ile Petrarca göz önüne alınmaksızın hümanizm kavramının anlamından yoksun kalacağı söylenebilir. Daha önceleri, Assisili Aziz Francesco, Aziz Bonaventura ve Abelard’da da örtük bir hümanizm bulunuyordu. Daha VIII. yy’da, Charlemagne’ın sarayında toplanmış bilginler, Dresden’in yazdığı gibi, “Hıristiyanlık sayesinde, alınacak örneği tümüyle aşabilecek yeni bir Atina kurma özlemini duyuyorlardı.
Ortaçağ felsefesinde aristotelesçiliğe verilen önem ve XIII. yy’ın büyük çevirmenlerinin çalışmaları, bir Ortaçağ hümanizminin varlığını ortaya koyan kanıtlardır.
Düşüncenin Merkezi Olarak İnsan
XV. yy. hümanizmi, bir devrim olarak değü, yüzyıllardır başlamış bir evrimin sonucu olarak görülmelidir. Rönesans hümanistlerinin ilk özgün yam, kendilerinden öncekilerin tersine, düşüncelerinin merkezine inşam yerleştirmiş olmalarıydı. Pico della Mirandola, De hominis dignitate’de (İnsan Onuru Üstüne, 1496) Tanrı’nın, yalnızca insanoğluna belli bir görev yüklemediğini yazar. Böylece insanoğlunun “hangi iş olursa olsun onu yapabilmesi ve istediği yere sahip olabilmesi” olanağı sağlanmıştır. Ama Pico della Mirandola’nın eflatuncu anlayışında, bu özgürlüğün bilincine varılması, insanoğlunu, ancak dünya işlerinden uzaklaşmaya ve meleklerinkine benzer bir ruhsallığın araştırılmasına götürür ancak. Floransa okulunun öteki iki büyük hümanisti olan Marsilio Fidno ve Poliziano’da da buna benzer düşünceler bulunur.
Buna karşılık Padova okulu, Aristoteles’ten esinlenen açıkça doğalcı bir düşünceyle dikkati çeker. Aristoteles’in bazı metinlerine dayanan Pomponazzi (1462-1525), ruhun ölümsüzlüğünü yadsır ve ahlakı, insanlığın iyiliği üstünde temellendirmeye yönelir. Felsefeci olduğu kadar hekim olarak da ün yapmış olan Gerolamo Cardano’da (1501-1576) ve Cremonini’de (1550-1631) de aynı doğalcılık görülür. Soyut felsefeye, Fransız edebiyatçılarından daha fazla ilgi duyan İtalyan hümanistleri, geniş bir din bireşimi yapmak istediler. Öğretileri, yalnızca Hıristiyanlıkla eflatunculuğu değil orpheusçuluğu, pythagorasçılığı ve Kabala’yı (bu sonuncusu, Paracelsus’un ve jakob Böhme’ün düşüncesinde önemli bir rol oynar) da uzlaştırmaya yöneldi. İtalyan hümanist düşüncesinin büyük gelişimi kısa süreli oldu ve yalnızca bir seçkinler topluluğunu ilgilendirdi.
İnsan İle Tanrı Arasındaki Yeni İlişki
İnsana verilen merkezi yer, Hıristiyan dogmasının olumsuzlanması sonucunu doğurmadı ve bu din önemini korudu. Sorgulama konusu yapılan şey, insanın Tanrı’yla olan ilişkisiydi ve bu ilişkinin biçimsel değil, içsel ve bireysel olması gerekiyordu. Erasmus’a göre, încil’in sözünü değil ruhunu anlamak gerekiyordu ve kutsal metin bir çifte anlam (içsel ve dışsal) taşıdığına göre, insanoğlunun da iki yanı varlı. Geleneksel din törenleri ve bütün skolastik, dışsal insanın kendini göstermesinden başka şey değildi ve Erasmus, böyle olduğu için bunları reddediyordu. Fransa’da Lefevre de’Etaples (14557-1537), gerçek Hıristiyan inancını bulmak için Kilise’yi arıtmaya yönelen tipik hümanist tutumuyla, Erasmus’a yaklaşıyordu.
İnsanın Özgürlüğü
İnsanoğlunu tanrısal birlikle tamlaştırmak isteyen Floransalıların eflatuncu hümanizminin yanı sıra, dünyasal yaşama yönelen bir hümanizm de gelişti. Bu anlayış, Hıristiyan inancının yönettiği ve Eski çağ örneklerinin yol gösterdiği insanın, hemcinslerindeki güzelliği belli bir biçim içerisinde dile getirmekle ve insan yaşamına özgü uyumu ortaya koyan kuramlar ileri sürmekle görevli olduğunu söylüyordu.
Özellikle Fransız edebiyatçıları tarafından temsil edilen bu hümanizm, İtalyanlarınki gibi, insanın özgürlüğüne dayanır. Erasmus, Luther’in şiddet davranışına ve hoşgörüsüzlüğüne, Thomas More da, İngiltere’de, o çağın toplumuna bu özgürlük adına karşı çıkar. Erasmus’un öğrencisi olan Rabelais, Theleme manastırı betimlemelerinde insan özgürlüğünü savunurken, pratik özgürlüğün, yalnızca bilgili ve erdemli kişiye, bencilliğini bir yana bırakmış olan ve her şeyi kendi başına öğrenen hümaniste tanınması gerektiğini de söyler. Nitekim Gargantua’nın Pantagruel’e ünlü mektubunda da bilgiden ayrılmamış bir bilgeliğin gerekli olduğu üstünde ısrarla durur (“Bilinçsiz bilgi, ruhun yıkımından başka şey değildir”).
Edebiyatta Hümanizm
Edebiyat alanındaki hümanizmin, Yunan ve Latin Eskiçağı’nın yalnızca dü bakımından canlandınlmasıyla yetinmediğini de söylemeliyiz. Alman johannes Reuchlin (1455-1522), Fransız Etienne Dolet ve Guillaume Bude gibi dil bilginlerinin katkıda bulunduğu bu canlandırmaya koşut olarak, Pleiade’ la birlikte, Luther’in Almanya’daki devrimci hareketine benzeyen ve halk dilinin değer kazandırılmasına yönelen bir girişim kendini gösterir. Pleiade’ın ülküsü, Eskiçağ’ı tam anlamıyla benimsemek ve şiir biçimlerini canlandırmakür. Ama bunu yaparken, Eski çağ’ın büyük yazarlarının dillerini kölece kullanmak gerekmez. Çünkü gerçek öykünme, düpedüz bir kopya etmeden çok, beslenme sürecine benzeyen içsel bir özümlemedir. Du Bellay. De fense et illustration de la langue française’de (Fransız Dilinin Savunulması ve Zenginleştirilmesi, 1549) işte bu tezi savunuyordu. Pleiade ozanları, öykünme kavramına, tam anlamıyla hümanistçe olan ve Eflatun’a dayanan esin kavramım da eknulerler. Öykünme kavramıysa, Latin retoriğinden kaynaklanmaktadır.
Kendi Bilincine Varma
İnsana ilişkin bilgi üstünde temellenen hümanist düşünme, prenslerin göz kamaştırıcı aşırılıklarında ya da Montaigne’in kendini gözlemleme çabalarında dile gelen kendi bilincine varma durumunu doğal olarak ortaya çıkaracaktı. Burada da, insanoğlunun bütünsel (ruhsal ve tensel) gelişmesi ve serpilmesi amaç olarak göz önünde tutuluyordu. İnsanoğlunun ilkel durumunu aşmasını gösteren bütün kültür olgularım kapsayan Humanitas kavramı da bu amaca denk düşüyordu.
Bu kültür olguları, insanın bireysel özgürlüğü, sivil erdemleri, dinsel inancıydı; ama aynı zamanda, kitap basımı dolayısıyla yaygınlaşması olanaklı duruma gelen bilimsel ve felsefi bilgileriydi (bütün hümanistler, kitabı tanrılaştırıyorlardı ve Rabelais matbaaya “tanrısal icat” diyordu), ayrıca insanoğlunun her düzeydeki sanatsal dehasıydı. İnsanın kendini aşmak için gösterdiği çaba, edinebileceği bilginin sınırlarını, kusursuz olmasının belli bir dereceyi aşamadığım ve dünyada uyum yaratma ülküsünün gerçekleşemediğini fark etmesine de yol açabilirdi. Nitekim Dürer’in, Melankoli’si bundan doğan özlemleri dile getirir.
Montaigne’in Denemeler’i (Essais), hümanist çabanın mantıksal sonuçlara ulaştırıldığı en son noktadır. Montaigne, insanoğlunun dünyadaki yeri konusundaki kuramsal tartışmanın yerine, deneyimle belli sonuçlara varma çabasından başka bir şey olmayan “deneme”yi koyar ve kendini anlatırken, her bireyin tüm insanlık için örnek olabileceğini görerek hümanizmin çerçevesini kurar.
Guillaume Bude
Fransız hümanisti (Paris, 1467-Paris, 1540).
Helenist, filolog ve Latince taraftarlarına karşı Fransızcanın savunucusu olan Guillaume Bude, François I’ in koruması altına girerek, ondan filoloji ve eski diller incelemelerinin yapılacağı bir okul açmasını istedi. Bu girişimin ürünü olarak da İnstitution des Lecteurs Royaux (Krallık Okulları Enstitüsü) ya da College des Trois Langues (Üç Dil Koleji [Latince, Yunanca, İbranice]) [1530] kuruldu; bu kuruluş, sonradan College Royal’a (1610) ve College de France’a dönüştü. Guillaume Bude’nin başlıca yapıtları arasında şunları sayabiliriz: Annotations aux Pandectes (Dava Kararnameleriyle İlgili Açıklamalar, 1508); De l’hellenisme au christianisme (Helenizmden Hıristiyanlığa, 1529); La Philologie (Filoloji, 1532); vb.
Gerolamo Cardano
İtalyan hümanisti (Pavia, 1501-Roma, 1576).
Hem Rönesans, hem de Ortaçağ düşüncesini benimsemiş olan Gerolamo Cardano, daha çok tıpla ilgili olan çok sayıdaki yapıtında, akılsal olduğu kadar akıldışı bir anlayışı da dile getirdi. Bir matematik kitabı olan Ars Magna’da (Büyük Sanat, 1545) 3. dereceden denklemin çözümünü ortaya koydu (Cardano formülü) ve kendi adıyla anılan bir süspansiyon sistemi yarattı. Öbür yapıtları arasında özellikle şunlan sayabiliriz: De Natura (Doğa Üstüne); De Uno (Bir Üstüne); De subtilitate rerum (Nesnelerin Gizli Yönleri Üstüne, 1550); De rerum varietate (Nesnelerin Çeşitliliği Üstüne, 1557); vb.
Etienne Dolet
Fransız hümanisti (Orleans 1509-Paris, 1546).
Bir basımcı olarak Terenthıs’un, Ci- cero’nun, Sezar’ın, VergiHus’un, Ma- rot’nun ve Rabelais’nin (Gargantua’yı 1542’de bastı) yapıtlarını yayımlayan Etienne Dolet, yazar olarak Dialogus de imitatione Ciceronia’da (1535) Erasmus’un Cicero öykünmecilerini alaya almasını eleştirdi; 1536 ve 1538’de de Commentarii linguae la- tinae’yi (Latin Dili Üstüne Yorumlar, 1537) yayımladı.
Meslektaşlarının kıskançlığı sonucu, din sapkım ve tanrıtanımaz olduğu ileri sürülerek, Paris’te, Maubert alanında yakıldı. Hapisteyken iki güzel şiir yazmıştı: “Second Enfer” (“İkinci Cehennem’’, 1544); “Cantique sur la desolation et la consolation” (“Üzüntü ve Avuntu Üstüne Şarkı”, 1546).
Marsilio Ficino
İtalyan hümanisti (Figline, Toscana, 1433-Floransa, 1499).
Genç yaşta, Floransa’da, bir eflatuncu felsefe derneği kurmakla görevlendirilen (bu dernek, 1456’da kurulan Eflatun Akademisi’dir) Marsilio Ficino, özellikle insanın yazgısı soru üstünde durdu.Eflatun’dan, Ploti- nos’tan, Porphyrios’tan, jambükos’ tan, Areiopagosçu Dionysios’tan, Trismegistos’tan çeviriler yaparak bu yazarları Batı dünyasına tanıttı. 1482’de Theologia Platonica’yı (Eflatuncu Tannbilim) yayımladı.
Son Yorumlar