Hilafet Nedir? Tarihi Osmanlıya Geçişi ve Kaldırılması Nasıl Oldu? Hilafet Hz Ebu Bekir ile Başlar Son Osmanlı Halifesi Abdülmecid ile son bulur. Yavuz Sultan Selim ile de Osmanlıya geçer.
Hilafet, (İmamet veya devlet başkanlığı) Hz. Peygamber’in vefatı ile İslam toplumunun karşılaştığı başlıca meselelerden biridir. Hatta, önemi bakımından lslamın ve onun geleceğinin bağlı bulunduğu birinci meseledir. Hz. Peygamber’in vefatı üzerine Medine’nin yerlisi olan ve Ensar adı verilen Müslümanlardan oluşan bir grupla Mekke asıllı, yani Mekke’den Medine’ye hicret etmiş, içlerinde Hz. Ebu Bekir’in de bulunduğu Muhacirun diye anılan ve yine Müslümanlardan oluşan diğer bir grup, kimin halife yani devlet başkanı olacağını görüşmek üzere bir araya geldiler, ayrıca, mezheplerin de ortaya çıkışında çok önemli olan bu meselenin görüşülmesi ve tartışmasına başladılar.
Müzakere ve tartışma tabii sayılmak gerekirdi. Zira, Hz. Muhammed kendisinden sonra kimin halife, yani devlet başkanı olacağı hususunda sözle bir tayinde bulunmadığı gibi, yazılı herhangi bir vasiyette de bulunmamıştı. Kur’an’da bu hususta herhangi bir hükme yer verilmediğinden meselenin çözümü, yukarıda belirttiğimiz iki grubun anlaşma yoluyla varacakları karara bağlıydı. Görüşmelerin sonunda ki hayli tartışmalı geçmiştir Hz. Ebu Bekir halife (devlet başkanı) seçildi. Kendisine biat edildi. Hazreti Ali, müzakere ve tartışmalar cereyan ettiği sırada Hz. Peygamber’in cenazesinin defin hazırlıkları ve defni işiyle meşgul bulunduğundan biat etmekte, yani bağlılığını bildirmekte gecikti. Bununla beraber, bir süre sonra gelip biat teşrifatını yerine getirdi, Hz. Ebu Bekir’in, Hz. Peygamberin emaneti saydığı halifeliği gereğince ve başarı ile yürütmesi için elinden gelen her türlü yardımdan da geri kalmadı.
Bu gerçekler ortada dururken, sonraları Müslümanlar arasında çıkan fitne ve ayrılıklar sonunda bir grup, Hz. Ali’nin biatta, bağlılığını ifadede gecikmiş olmasından manalar çıkarıp dillerine dolayarak: “Hz. Peygamber’den sonra halifelik, devlet başkanlığı Hz. Ali’nin hakkı idi. Bunu Hz. Peygamber açıkça vasiyet ettiği gibi, bu hususta Kur’an’da da işaretler vardır. Bütün bunların kaale alınmaması sonucu Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman hiç hakları olmadığı halde halifelik makamında bulundular. O makamın haksız işgalcileri oldular, Hz. Ali’nin hakkını gaspettiler. Kendi saltanatları uğruna Hz. Peygamber’in buyruğunu çiğnediler. Kur’an’ın işaretlerini hiçe saydılar” diyerek gürültü kopardılar. Bu iddia ve tahrifler, özellikle Hz. Osman’ın halifeliği döneminde çıkan fitneler ve peşinden şehid edilmesine sebeb olan olaylar, Hz. Ali’nin döneminde de sürüp gitti ve cahil, meseleleri tahkik yeteneğinden uzak kalabalıkların zihinlerinde iyice yer etti. Hz. Ali’nin halifeliği sırasında Şam Valisi Muaviye b. Ebi Süfyan’la giriştiği muharebede (Sıffin) Hz. Ali’nin ordusundan bir grubun tahkime, yani hakeme başvurulmasına karşı çıkıp ayrılarak hariciler adıyla yeni bir fırka kurmasındaki gerçek sebeb de bu halifelik tartışmasıdır. Şii’ler, Hz. Ali’nin, Peygamber’in vasiyetini ve Kur’an işaretlerini hiçe sayıp çiğneyerek hakkının gasbedilmesine duydukları öfke yüzünden sadece itiraz ve tanımamakta kalmayıp işi üç halifeye küfre kadar vardırmışlardır. Küfürden, Sünni toplumların fazlasıyla üzüntü duydukları, Osmanlı padişahlarının Şii İran’a karşı gösterdikleri tepkiden de anlaşılmaktadır. Hatta Kanuni Süleyman, İran seferine çıkıp Tebriz’i zaptettikten sonra Şiiliği siyaset aracı haline getiren Safavi İran Şahı ile yaptığı ve Amasya’da imzalanan anlaşmaya “hulefayı raşidine şetm” edilmeyecek maddesini koymak lüzumunu bile duymuştur. Görülüyor ki, halifelik çekişmesi Hz. Peygamber’in vefatiyle çıkmakla beraber bir türlü son bulmak bilmemiş, Emevilerin ve Abbasilerin tarih sahnesinden silinip gitmelerinde hep baş sebeb rolünde görülmüştür. Abbasilerin iktidara geçmesiyle Endülüs Emevileri ile birlikte iki halifenin görünmesinde de sebeb aynıdır. Daha sonra Fatımi devletinin kurulmasıyla bu iki halife üçe çıkmıştır. Bunun anlamı, İslam dünyasında üç halifenin birden iktidarda bulunması demektir. Bağdad’da 1256’da Abbasi Halifeliği sona erince İstilacılardan kaçıp kurtulabilen sülaleden kişiler Mısır’da memluklar tarafından himaye altına alındılar. Böylece, halifelik yine Abbasilerin şahsında olmak üzere sürdürüldü. Bu durum da 1517’de Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethetmesiyle son bulmuştur.
1517 yılının 15 Şubat (H. 923, 23 Muharrem) Pazar günü Yavuz’un parlak bir merasimle Kahire’ye girdiğini bildiren Osmanlı Tarih kaynaklarının önemle üzerine eğildikleri meselelerden biri de Hilafet meselesidir. Yavuz Sultan Selim o tarihten itibaren Halifeliği üstlenerek Osmanlı saltanatı ile İslam hilafetini birleştirmiş ve ondan sonra Osmanlı padişahları “Emirü’l müminin” unvanıyle İslam aleminin umumi reisi sayılmıştır. Yukarıda dini yönünü açıkladığımız hilafet meselesinin tarihi yönü ise şöyledir: Hicretin 656 ve miladın 1258 tarihinde Moğol hükümdarı Hülagü Bağdad’ı zaptettiği zaman Abbasi hilafetini yıkmış ve son halife “El Mustasımbillah Ebu Ahmed Abdullah” oğullarıyla birlikte idam ettirince hilafet tarihinde üç yıl kadar bir fasıla olmuştur. Bağdad faciasından saklanarak kurtulan Abbasi prenslerinden Ahmed adında biri Mısır’a kaçıp oranın o zamanki Türk hükümdarı Baybars’a sığınmış, neseb ve kimliğini ispat edebildiği için, 1261-659 yılının 9 Haziran – 9 Receb Perşembe günü “El-Mustansır billah” unvaniyle halife ilan edilmiştir. Mısır’daki Abbasi halifelerinin birincisi budur. İçlerinden dördü ikişer kez hilafette bulunmak suretiyle birbirini izleyen Mısır Abbasi halifeleri on yedi kişidir. Fakat bunlar eski halifeler gibi hükümdar durumunda değildir, devlet işleriyle alakaları yoktur: Sıfatları din reisliğiyle sınırlıdır. Mısır ve Suriye Memluk devletinin idaresi doğrudan Kölemen sultanlarının elindedir. Bu durumda halifelik demek, bir çeşit ruhani reislikten ve hatta bir unvandan ibaret demektir. Yavuz Sultan Selim’le çağdaş olan son mısır Abbasi halifesi “Üçüncü El MütevekkilülAlIah Muhammed’dir. Kölemen sultanı Kansu Gavri ile beraber Merci Dabık muharebesinde bulunmuş olan bu son halife Osmanlı zaferi üzerine Yavuz’a teslim olup ondan hürmet görmüş ve tekrar Kahire’ye iade edilmiştir. Yavuz Mısır’ı fethettikten bir süre sonra bu son Abbasi halifesini Mısır’ın bir çok ilim adamları, sanatkarları ve daha bir takım mühim kişileriyle birlikte İstanbul’a göndermiştir. Hilafet makamının, işte bu son halife tarafından İstanbul’da Yavuz Sultan Selim’e resmen devredildiği hakkında bir rivayet vardır: Bu rivayete göre Yavuz’un Kahire’den İstanbul’a gönderdiği “Camiül Ezher” Arab ulemasiyle İstanbul’daki Türk uleması bir meclis akdetmiş, bu mecliste İslam hilafetinin Sultan Selim’e devredilmesi lehindeki dini esaslar tesbit edildikten sonra halife “El-Miitevekkil” Ayasofya camiinde minbere çıkıp hilafeti Sultan Selim’e devrettiğini ilan ederek arkasındaki hilali çıkarıp kendi eliyle Osmanlı padişahına giydirmiş ve bir rivayete göre de Eyüp camiinde halife, padişaha hilafet kılıcını kuşatmıştır. Tabiî, bunlar rivayettir. Gerçek olan husus, Yavuz’un Mısır’ı fethiyle hilafet makamını üstlenmiş olmasıdır ve o zamana kadar Arab halifeler birbirini izledikten sonra, onların yerine artık Osmanlı Türk halifelerinin geçtiğidir.
Yavuz döneminde hilafetin Araplardan Türklere geçmesinden itibaren birbirini izleyen Osmanlı halifelerinin toplamı 29’dur. Bunlardan padişah Altıncı Mehmed Vahidüddin, Birinci Dünya Savaşı sonunda İstanbul müttefik kuvvetlerin işgalindeyken ve Anadolu’da Kurtuluş Savaşı’nın kazanıldığı bir sırada Türkiye’yi terk edince (16/17 Kasım 1922) ve zaten aynı ayın birinci günü saltanat Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bir maddelik bir kanunla ilga edilmiş olduğundan halifelik de padişahlık gibi son bulmuş demekti. Fakat, yine Büyük Millet Meclisi 19 Kasım 29 Rebiülevvel pazar günü son veliahd Abdülmecid’i halife olarak seçti. Kendisinden önceki 28 halife aynı zamanda padişah da oldukları halde Abdülmecid yalnız halife sıfatına haizdi. Kendisine bütün İslam halifelerinin taşımış oldukları “EmirülMüminin” unvanı yerine “Halife-i Müslimin” unvanının verilmesinin sebebi de budur.
Son halife Abdülmecid’e, Büyük Millet Meclisi’nin gönderdiği bir heyetin de hazır bulunmasıyla Topkapı Sarayı’ndaki Hırkai Şerif dairesinde biat edilmiş, Fatih Camii’nde de hutbe okunmuştur. Bu vesileyle halife Abdülmecid İslam alemine hitab eden bir beyanname yayınlamış, kendisini seçen Büyük Millet Meclisi’ne teşekkürlerini bildirmiştir.
Bundan sonra olaylar hızlanıyor, 1924 yılının 29 Şubat günü son halife Abdülmecid son cuma selamlığına çıkıyordu.
Aynı yılın 3 Mart Pazartesi günü Büyük Millet Meclisi yayınladığı 341 sayılı kanunun birinci maddesinde: hilafet mülga edilmiş denilmektedir. Aynı kanun mucibince Osmanlı hanedanının Türk topraklarından ihraçına da karar verilmiştir. Abdülmecid’in hilafeti 1922-19 Kasım Pazar gününden itibaren 1 yıl, 3 ay, 14 gün sürmüştür. Yavuz Sultan Selim’in 1517 yılı 20 Şubat Cuma günü hilafeti almasından hilafetin kaldırılmasına kadar, Osmanlı hanedanı tam 407 yıl bir gün hilafet makamında bulunmuştur. Abdülmecid bu sülaleden 29. halifedir.
Son Yorumlar