Hayvanların davranışlarım ve ruhsal yönlerini inceleyen bilim dalı.
Hayvanda Ruh
Hayvanın akla dayanan ruhu olduğunu ilk olarak kabul eden Anaksagoras’tı. Eflatun ise, ruhu üç bölüme ayırdı: Bunlardan ilki, insana özgü olan ilahi ve ölümsüz bölümdü; hayvanların ruhuysa geri kalan öbür iki bölümden, yani tutkuların merkezi olan duyarlı ruh ile en maddesel işlevlere dayalı vejetatif ruhtan oluşuyordu. Aristoteles’e göre.insanın ruhsal yaşamıyla hayvanınkinin arasında,düzey farklılıkları dışında hiçbir doğal engel yoktu. Descartes ise“hayvan-makine”düşüncesini ortaya attı: Hayvan, duyarlılıktan yoksun basit bir otomattır, Bu kuram, “köpek” hissetmediği için dövülebilir’ diyen Malebranche’da da görülebilir. Hayvanlarda algılamalar ve yalın fikirler bulunduğunu ama düşünme yetisi olmadığını benimseyen Leibniz’deyse, iki ruhsal yaşam arasındaki süreklilik ilkesi yeniden ortaya çıktı. Öte yandan Condillac, hayvanların da düşünce ve duyularla donanmış olduklarını kanıtlamaya çalıştı. Descartesçılığa olduğu kadar Ortaçağ felsefecilerine de karşıt olan düşünceleriyle Aristoteles’in görüşlerine yaklaştı.
Hayvan Etolojisi
Georges Leroy, hayvanın ruhsal yaşamıyla ilgili incelemeleri, hayvan davranışlarının gözlemine dayandırmaya çalıştı ve böylece modern etoloji uzmanlarının öncüsü oldu. Ona göre, hayvan davranışı, duyarlılığı, zekâyı, olguların bellenmesine dayanan deneyimi yansıtıyordu.
XLX. yy’da Cuvier, maymunlarda doğuların varolduğunu ileri sürdü. Lamarck ruhsal yaşam düzeyiyle sinir sisteminin gelişmesi arasında bağlantı kurdu; böylece, hayvanlarda ruhsal yaşamı inceleyen Gall’e yaklaştı. Flourens beyin merkezlerinin işlevini aydınlığa kavuşturdu, Spencer, karşılaştırmalı ruhbilimin temellerini attı. Böylelikle yavaş yavaş, modern hayvan psikolojisi araştırmalarının ana hatları oluştu.
J.H. Fabre, böceklerin davranışlarını titizlikle inceledi. Wallace, içgüdüyle zeka arasında temel bir ayrımın bulunmadığı kanısındaydı; Milne Edvvards, hayvan psikolojisinin, ruhbilimin bir dalı olduğunu ileri sürdü ve alışkanlığın önemi üstünde durdu; süreklilik düşüncesinden yana olan Romanes, hayvanların alet kullanması konusuna özel bir önem verdi. Edmond Perrier, içgüdünün sürekli olarak zekâyla değişikliğe uğratıldığını benimsedi. XIX. yy’ın sonundaki genel eğilim,iki tür ruhsal yaşam arasındaki benzerlik olarak belirdi. Evrimci savların gelişmesi ve genetiğin doğuşu, hayvan psikolojisine de yansıdı.
Hayvan davranışlarındaki dengesizliklerin incelenmesini konu edinen ve yeni bir bilim dalı olan hayvan psikiyatrisinin kökeniyse veterinerlerin çalışmalarına dayanmaktadır.
Karşılaştırmalı Davranış Anatomisi
XX. yy’ın başlarında, yönelimlerle ilgili bir bilimsel tartışma patlak verdi: Loeb bunlarda yalnızca fiziksel-kimyasal olaylar görüyor, H.S. jennings’se söz konusu yoruma karşı çıkıyordu.
Omurgasızlarda öğrenmenin işlevi, Pieron ve Viaud’nun araştırmalarının konusunu oluşturdu. Thorndike ustaca yapılmış aygıtlarla hayvanlarda alışkanlıkların nasıl oluştuğunu inceledi: Kafese kapatılmış bir hayvan, yiyeceğine, belli bir mekanizmayı harekete geçirerek erişebilir; sonuçsuz kalan denemelerin ardından bir kez başarıya ulaştıktan sonra, başarıya ulaşma eylemi daha da hızlanır.
Labirent deneylerinde de, aynı düzeyde sonuçlar elde edildi; özellikle, maymunlar üstünde çeşitli incelemeler yapıldı. Bu çalışmalar arasında Kinnaman, Boutan, Yerkes ve Köhler’ in etkinlikleri sayılabilir. Davranışçı olan Köhler, şempanzelerin aletleri kullanma yeteneğini inceledi. XX. yy’ da hayvan psikolojisi alanında birçok araştırmacı yetişti. Konrad Lorenz ve Tinbergen, nesnelci etoloji okulunun başındaydılar; bu arada hayvan psikolojisi ve etoloji çoğu kez birbirine karıştırıldı. Sözgelimi Konrad Lorenz, gerçekteri hayvanların arasında yaşayarak, etogramlar, bir başka deyişle günler boyunca hayvan yaşamlarının çeşitli bölümlerini yansıtan “film”ler oluşturdu. Söz konusu yöntem, gerçek bir “karşılaştırmalı davranış anatomisi’’ne yol açtı. Çok çeşitli aldatmacalardan yararlanılarak hayvanların tepkilerinin ayrıştırılması sağlandı. Son zamanlarda yapılan önemli çalışmalar arasında Kari von Frisch’in arılar, Grasse nin beyaz karıncalar üstünde yaptığı araştırmalar yer alır; hayvanların toplumsal yaşamları ve bu düzen içindeki aşamalanmalarıyla ilgili incelemeler günümüzde giderek gelişmektedir. Son zamanlarda yapılan araştırmalarla, içgüdü ve zekâ kavramları çevresinde uzun tartışmalara yol açan, hayvan ve insanın ruhsal yaşamları arasında bir bağlantının varlığı ortaya konmaya çalışıldı.
Özellikle insanla, primatlar ve öbür memeliler karşılaştırılacak olursa, önemli olgular ortaya çıkar. İnsanın davranışı, beyin zarıyla öbür türlerde olduğundan daha çok ilgilidir. Alet kullanımı, evcilleştirilmemiş maymunlarda (ve hatta kuşlarda ve böceklerde) incelenmiş ama bir aletten, bir başkasını, yalnızca insanın yapabildiği gözlenmiştir.
Kendi Bilincine Varma Ve Dil
Şempanzelerde matematik yeteneğinin var olduğu ve bu hayvanların sayıları yediye kadar yazabildikleri ortaya kondu. Ayrıca bu maymunlar, “kargacık burgacık şeyler çiziktirmeye” ve hoşlanmadıkları desenleri yok etmeye de yeteneklidirler. Kendi fotoğrafını türdeşlerininkinden ayıran şempanzede “kendi bilincine varma” eğilimi görülür. Ama üç davranış tipi, insana özgüdür: Yazı; kendi türü içinde savaş; ölümden korkma olarak kendini gösteren gelecek duygusu. Hayvanlardaysa (primatlarda kimi kez görülen sınırlı gelecek duygusu dışında) yalnızca geçmiş duygusu vardır. Günümüz araştırmalarının çoğu, hayvanların diline ayrılmıştır. Bu alanda en önemli olay 1969’da gerçekleştirildi: Biyoloji uzmanları R. ve A. Gardner, A.B.D’nde sağır ve dilsizlerin kullandığı işaret dili aracılığıyla, bir dişi şempanzeyle çift yönlü diyalog kurmayı başardılar. Dört yılın sonunda, dişi maymun Washoe, 132 işaret öğrenmişti, genelleme ve soyutlama yapabiliyordu. Sözgelimi “bana yiyecek ver” ya da “çiçekleri görmem için beni, dışarı götür”, “demek” için birçok işareti bir araya getirmeyi başarıyordu. Günün birinde araştırmacılardan birini “Pis Roger” olarak niteledi. Bu olay son derece önemliydi. Çünkü o ana kadar “pis” sözcüğünün “temiz olmayan”ı belirttiğini biliyordu, ama o anda bu sözcüğü bir hakaret olarak kullanmayı kendiliğinden düşünmüştü. Öte yandan, Kaliforniya Üniversitesinden David Premack şempanzelerle diyalog kurmada değişik bir yol izleyerek simgeleri özdekleştiren ve bir tahtaya yapıştırılabilen plastik markalar kullandı. Bu yöntemde, Sarah adlı bir dişi şempanze, şaşırtıcı sonuçların elde edilmesini sağladı. Markalar aracılığıyla “Elma nedir?” diye sorulduğunda “elma kırmızı meyve(dir)” yanıtını verdi. Ayrıca, markaların yardımıyla “Sarah kap(a) muz (koyuyor); elma kova(da)” yazabiliyor ve ardından bu hareketleri yapabiliyordu. Bir üçüncü diyalog yöntemiyse, maymunun dokunacağı bir klavyeye bağlı bilgisayardan yararlanmadır. Çok yakın bir tarihte, gorille de diyalog kurulabilmiştir. Kaliforniya’da Stanford Üniversitesinden Penny Patterson, Koko adlı bir dişi gorile davranış dilini öğretti, Koko öğrendiği birkaç yüz kadar sözcük dağarcığıyla Barbet Schroeder’in dizi filmlerinde üne kavuştu. Koko da Sarah adlı maymun gibi bazı sözcükleri yan anlamlarında kullanmayı biliyordu.
Bu çalışmaların yanı sıra, birçok kez incelenmiş olan yunus balığının ilkel dili, yani söz dizimsiz bir dili olduğu saptanmıştır. Primatlar ve balinagillerin dışında, hayvan psikologlarının en çok ilgilendikleri hayvanlar, kuşlar ve topluluk halinde yaşayan böceklerdir. Bazı hayvanbilimcilerse, köpek ve kedilerden hareketle, hayvan davranışı olaylarını titiz bir biçimde incelemeye yöneldiler.
Son Yorumlar