Asya’da Ceyhun (Amuderya) ırmağı dolaylarında, Aral gölünün güneyinde kurulan ve Cengiz Han döneminde Moğollar tarafından yıkılan Türk imparatorluğu ve bu imparatorluğa egemen olan sülale (1097-1231). Asya’da Aral gölünün güneyinde, Ceyhun ırmağının her iki tarafında yer alan bölgeye Harzem (Harizm ya da Harezm de denir) adı verilir. Bu bölgeye atanan valiler ya da bu bölgede egemen olan küçük hükümdarlar da Harzemşah (Harizmşah ya da Harezmşah da denir) unvanıyla anılırdı. Bölge büyük ırmaklarla sulandığından ve Doğu Asya’yı, Hazar bölgesini, hatta Sibirya’yı Akdeniz bölgesine bağlayan ticaret yollarının üstünde bulunduğundan, her zaman Asya’nın zengin bölgelerinden biri olmuştur.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun kurulmasından sonra söz konusu bölge, bu imparatorluğa bağlandı ve Selçuklular tarafından atanan valilerce yönetilmeye başlandı. Büyük Selçuklu İmparatorluğu valilerinden Kutbeddin Muhammed Harzemşah (valiliğe atanması 1097), Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah’ın ölümünden sonra ortaya çıkan karışıklıklardan ve iktidar boşluğundan yararlanarak güçlendi, bölge yavaş yavaş onun ve soyundan gelenlerin egemenliğine geçti.
Kutbeddin Muhammed, 1097-1128 yılları arasındaki valiliği sırasında, egemenliğini sağlamlaştırmakla birlikte, genellikle Büyük Selçuklulara, özellikle de Sultan Sencer’e bağlı kalarak, bölgenin vergisini düzenli olarak sultana gönderdi. Ölümünden sonra oğlu Kızıl-Arslan Atsız (ya da Atsız bin Muhammed bin Anustegin [1099-1156]) Harzemşah unvanıyla bölgeye vali olarak atandı. 1128-1156 yıllan arasında valilik yapan ve kaynaklarda Alaeddin, Bahaeddin gibi unvanlarla anılan Atsız, başlangıçta, babası gibi Sultan Sencer’e bağlı kaldı. Bir süre sonra bağımsızlık için harekete geçtiyse de, başarılı olamadı ve Sultan Sencer karşısında ağır bir yenilgiye uğradı (1138). Sencer, bu zaferden sonra yeni bir vali atadı, ama bölgede Harzemşahların etkinliğini kıramadı. Atsız bir süre sonra, Harzem’e yeniden egemen olmayı başardı. Sencer de bu olup bittiyi kabul etti. Sultan Sencer’in Karahıtaylar karşısında, Katvan’da yenilgisinden sonra Atsız, Sencer’e yeniden başkaldırdı ama, bir kez daha ağır bir yenilgiye uğramaktan kurtulamadı ve 1148’de Sencer’e bağlılığını bildirmek zorunda kaldı. Ama bir süre sonra, Sultan Sencer göçebe Oğuzlar karşısında ağır bir yenilgiye uğrayıp onlara esir düşünce, Atsız bu kez Sencer’i destekledi, ancak bu yeni koşullardan yararlanamadan 1156’ da öldü; yerine oğlu İl Arslan, Harzemşah oldu (1156).
İl Arslan’ın vali olmasından kısa bir süre sonra. Büyük Selçuklu sultanı Sencer de ölmüş, imparatorluk da kesin olarak parçalanmıştı. Bu bakımdan, İl Arslan, Harzemşahların ilk bağımsız hükümdarı olarak kabul edilir; onunla birlikte Harzemşahların yükselme ve büyüme devri başlar. İl Arslan, Sultan Sencer’in ölümünden sonra ortaya çıkan yeni siyasal koşullardan yararlanarak Selçuklulara olan bağımlılığına son verdi ve İran’ın birçok bölgesini ele geçirmeyi başardı.
Ne var ki, İl Arslan, Büyük Selçuklular karşısında kazandığı bu başarıları Karahıtaylar karşısında gösteremedi, doğudan Harzem’i tehdit eden Karahıtaylar karşısında 1172’de ağır bir yenilgiye uğradı, kısa bir süre sonra da öldü.
İl Arslan’ın ölümünden sonra, yerine önce küçük oğlu Celaleddin Sultan Şah geçtiyse de, İl Arslan’ın büyük oğlu ve Cend valisi Alaeddin Tökiş (ya da Tekiş) kardeşini tanımayarak, Harzem tahtına oturdu (1172). Alaeddin Tökiş (1172-1200) Harzemşahların en güçlü hükümdarlarından biridir. Onun zamanında Harzemşahlar devleti, büyük bir imparatorluk durumuna geldi. Alaeddin Tökiş önce Karahıtayların Harzem’i ele geçirme girişimlerini engelledi, daha sonra da Karahıtaylarla işbirliği yapan kardeşi Sultan Şah’ı yenerek, tüm Horasan’ı ele geçirmeyi başardı. Alaeddin Tökiş, 1194’te Irak Selçukluları hükümdarı Tuğrul Il’yi Rey kenti yakınlarında yaptığı bir savaşta yendi, Tuğrul II savaşta öldürüldü. Bu başarıdan sonra Alaeddin Tökiş, kendini Büyük Selçuklu sultanlarının vârisi olarak görmeye ve Sultan unvanını kullanmaya başladı. Tuğrul II karşısındaki bu başarı, Alaeddin Tökiş’e, İran’a egemen olma olanağı Alaeddin Muhammed devlet adamlığı niteliğinden yoksun olmakla birlikte, babasından devraldığı güçlü devlet örgütü ve ordu sayesinde Moğol istilasına kadar, büyük başarılar elde etti.
Afganistan ve Hindistan’ın bir bölümüne egemen olan güçlü Gurlular (ya da Guriler) devletinin parçalanmasından yararlanan Sultan Alaeddin Muhammed zamanında Harzemşahlar devleti, Afganistan ile Hindistan’ın bir kesimi üstünde egemenlik kurmayı başardı. Gurluların ortadan kalkması, Harzemşahları bölgenin ve İslam dünyasının en güçlü devleti yapmıştı. Artık Harzemşahların karşısında Karahıtaylardan başka bir rakip de kalmamıştı. 1207’de Sultan Alaeddin Muhammed, Karahıtaylar üstüne başarılı bir sefer yaparak Ceyhun ırmağı ötesinde Buhara’yı, bir süre sonra da Semerkant’ı ele geçirdi. Böylece, Maveraünnehir de Harzemşahların egemenliğine girmiş oldu. Ama, görünüşteki gücüne karşın, Harzemşahlar devletinin temelleri giderek sarsılmaya ve zayıflamaya başladı. Bunun nedenlerinin başında Sultan Alaeddin Muhammed ile göçebe bir Türk prensesi olan annesi Terken Hatun arasındaki rekabet geliyordu. Bu rekabet,Terken Hatun’ un kabilesine bağlı olan ordu ileri gelenleriyle Alaeddin Muhammed’in arasının açılmasına ve bir otorite bunalımının ortaya çıkmasına yol açtı; Harzemşahlar ordusu ile devlet adamları iki kampa ayrıldı. Bir başka nedense, doğuda Cengiz’in güçlü yönetimi altında birleşen Moğol kabilelerinin Karahıtaylar devletini yıkarak onun yerine güçlü bir devlet kurmalarıydı. Bu devlet, hem dünya tarihinde, hem de Harzemşahlar devleti tarihinde önemli bir rol oynamaya hazırlanıyordu.
Nayman hükümdarı Güçlük Han’ı yenen ve Çin’e egemen olan Cengiz Han ile Harzemşahlar arasındaki ilk siyasal ilişki, Cengiz Han’ın Çin seferi sırasında 1214’te başladı. Cengiz Han, Harzemşah elçilerini Çin’de dostça kabul ederek her iki taraf arasında dostluk ve ticaret ilişkileri kurulmasını sağlamıştı. Cengiz Han’ın bu dostça davranışına karşın, kısa bir süre sonra 450-500 kişilik bir ticaret kervanıyla Harzemşahların sınır kenti Otrar’a gelen Moğol elçilik kurulu üyeleri, Terken Hatun’un akrabası ve Otrar kenti komutanı olan İnalcık tarafından önce tutuklandılar, daha sonra da öldürüldüler (1218). Bazı kaynaklar bu öldürme buyruğunu Sultan Alaeddin Muhammed’in verdiğini yazmaktadırlar. Bu kaynaklara göre, Moğol elçilik kurulunun uğradığı bu haksız davranışı ve tutuklamayı Cengiz Han, önce yalnızca protesto etmekle yetindi ve olayın sorumlusu olarak gördüğü İnalcık’ın kendisine teslim edilmesini istedi. Alaeddin, bu isteği kabul etmeyerek Moğol elçilerinin öldürülmesini buyurdu. Böylece Cengiz Han’a da Harzemşahlar devletine savaş açmak için fırsat vermiş oldu.
Cengiz Han, 1220’de, o tarihe kadar çıkardığı orduların en büyüğüyle Harzemşahlara karşı harekete geçti. Sultan Alaeddin Muhammed,Cengiz’ in ordularına karşı bir meydan savaşına girişemedi; kentlerin savunmalarını güçlendirmek ve ordusunu savunma için tahkim edilmiş kentlere dağıtmakla yetindi. Alınan önlemler hiçbir yerde Moğolları durduramadı. Harzemşah kuvvetleri ağır yenilgilere uğradı, kentler yakılıp yıkıldı, Harzem’in zenginlik kaynaklarından biri olan sulama kanalları yıkıldı, ticaret ve sanat her yerde, yok edildi.
Harzemşahlar ülkesi adım adım Moğolların eline geçerken, Sultan Alaeddin Muhammed durmaksızın onların önünden kaçtı ve sonunda Hazar Denizi üstündeki bir adaya sığınarak orada öldü (1220). Annesi Terken Hatun da, onun ölümünden önce Moğolların eline esir düşmüştü. Sultan Alaeddin Muhammed, ölümünden az önce oğlu Celaleddin’i veliaht olarak atamıştı. Celaleddin, Moğollara karşı direnmeyi denediyse de, başarılı olamadı; önce Afganistan’a,daha sonra Hindistan’a, sonunda Anadolu’ya sığındı ve burada öldü (1231). Onun ölümüyle hem Harzemşahlar devleti, hem de Harzemşahlar sülalesi son bulmuş oldu.
Devlet Düzeni Ve Uygarlık
Harzemşahlarda devlet düzeni, devletin Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun Harzem valileri tarafından kurulması nedeniyle, genellikle Selçuklu devlet örgütüne benzer. Harzemşahlar devletinde hükümdarlar Büyük Selçuklu sultanlarının unvanlarını, hatta “sencer” unvanını kullanmışlardır. Büyük devlet memurlarının adları bile genellikle Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun aynıdır, ayrıca yönetim örgütü de Büyük Selçuklularınkine benzer. Harzemşahlarda merkezi yönetimin başı, hükümdarın vekili olarak bütün devlet işlerinden sorumlu olan vezirdi. Vezirin buyruğunda çeşitli devlet işlerinden sorumlu divanlar vardı: “Divan-ı tuğra”; “divan-ı inşa”;“di- van-ı arz”; vb.
Alaeddin Tökiş zamanında, Harzemşahlar, İslam dünyasının en güçlü askeri örgütlerine sahipti. Orduya ilişkin bütün işlere “divan-ı arz” bakardı, bunun da başında “emir-i âriz” denilen yüksek bir memur bulunurdu. Sürekli ordunun yanı sıra, Türk boylarından ücret karşılığı orduya alınan birlikler de bulunurdu; bu birlikler kendi komutanlarının buyruğunda görev yaparlar ve doğrudan sultana bağlı “hassa ordusu’’nu oluştururlardı. Ancak söz konusu birlikler zaman zaman kendi başlarına hareket et tiklerinden, Harzemşahlar için bir sorun da yaratırlardı. Bu askeri birliklerden başka, Harzemşahlar ordusunda teknik birlikler de bulunurdu.
Harzemşahlarda şeriat hukukuyla ilgili adalet örgütü, kaza divanı denilen bir divana bağlıydı. Bu divanın başında da “Akza’l-kuzât” (yetkili kadı) denilen ve doğrudan sultan tarafından atanan bir bilgin bulunurdu. “Akza’l-kuzât”, hem başkentin en büyük kadısı, hem de devletin bütün kaza işlerinin ve örgütünün başıydı; ülkede kadıların atanmasına ve görevden alınmasına, denetimine, kararlarına yapılan itirazlara onlar bakardı. Harzemşahlarda, şeriat hukukuna dayalı adalet örgütünün yanı sıra, görevi daha çok güvenliği ve düzeni bozanlarla, devlet buyruklarına uymayanları cezalandırmak olan,örf ve âdet hukukuna dayalı bir adalet örgütü de vardı. Ayrıca yalnız askerlerin işledikleri suçlara bakan ordu kadıları da bulunmaktaydı.
Harzemşahlar ülkesi, Doğu ve Güney Asya ülkeleriyle Hazar ülkelerini ve Sibirya’yı Ön Asya ve Akdeniz ülkelerine bağlayan ticaret yollarının geçtiği bir ülke olduğundan, büyük ticaret kervanlarının bir geçit yeriydi; bu nedenle zengin bir iktisadi yaşam ve canlı bir kent yaşamı vardı. Büyük kent ve kasabalarda, başka ülkelerle ticaret yapan zengin tüccarlar yaşardı. Kentlerdeki kapalı çarşılarda çalışan zanaatçılar ayrı loncalarda örgütlenmişlerdi.
Bu maddi zenginliklerin yanı sıra Harzemşahlar ülkesi, düşünce ve bilim alanında da gelişmişti. Kentlerde pek çok medrese ve zengin kitaplıklar bulunmaktaydı. Henüz Müslümanlığı kabul etmemiş olan göçebe Türk boylarının yaşadığı geniş bozkır ülkesine komşu olmasından dolayı, Harzemşahlar ülkesinde, göçebe Türkler arasında Müslümanlığı yaymak amacıyla, pek çok tarikat kurulmuştu. Bu tarikatlar arasında en etkini, Türkçeyi tarikat dili olarak kabul etmiş Ahmet Yesevi’nin tarikatıydı.
Son Yorumlar