Haricilik Nedir? Görüşleri Nelerdir? Günümüze Ulaşmış mıdır? Tarihçilerin İslam tarihinde ortaya çıkışını, Sıffin savaşında (37/657) hakem meselesinin ortaya atılışına bağladıkları fırka. Haricilik mensupları tavizsiz, sert ve fanatik davranışlarıyla dikkati çekmişlerdir.
Tarihlerde haricilik mensuplarına Harici, Havaricden başka isimler de verilmekle beraber, böyle isimlendirilmelerinin sebebi insanlardan, dinden (itirazsız kabul edilen), özellikle Hz.Ali’den uzaklaşmış, bunlara yabancılaşmış görülmeleridir. Kendilerine verilen diğer isimlerden biri Sıffin’de tahkimi reddetmelerini ifade bakımından muhakkime, diğeri ise Sıffin’den sonra Hz.Ali’yi bırakarak Harura’da toplandıklarını belirtmek üzere Haruriyyedir. Hariciler ise kendilerine bir tek ismi uygun görmüşlerdir. Bu da kendilerini Allah’a satanlar anlamına gelen şurattır. Bu fırka bir fikir bölünmesinden, görüş ayrılığından vücud bulmuştur.
Nitekim ilk ve muahhar tarihçilerin de tespit ettikleri gibi, Havariç, Sıffin savaşında (37/657) tahkimi kabul etmesinden ötürü Ali b.Ebi Talib’den ayrılanların oluşturdukları bir fırkadır; ayrılışın temelinde ise sebep olarak Nebi’nin hilafeti konusunda bir fasıla vererek insanların hükmüne başvurmanın doğru sayılamayacağı görüşü bulunmaktadır.
Haricilik kalın çizgileri bakımından meseleyi doğru olarak aydınlatmakla beraber bazı tarihçiler de, meseleyi bu yönleriyle kabul ettikten sonra Sıffin öncesi bazı olayların gözden uzak tutulmaması kanısındadırlar. Bu işaret edilen olayların araştırılması kesin bir neticeyi gözler önüne sermektedir: Bazı zaruretleri, kabilelerin anlayış farklılıklarını kendi davranışları bakımından istikametlendirici saymayan kimseler Kurân’ın lafzına her şeyden fazla önem tanıyarak, ona bağlı bir hayat anlayışı içinde Hariciler adı ile bir araya gelmelerine yol açmıştır. Bu zümreye, başlangıçta siyasi olan niteliğine karşılık, daha sonraki olaylar dini bir nitelik getirmiştir.
Şu da var ki, ilk çıkışlarında, tahkimi oldukça yanlış bir anlayışla dinden uzaklaşma niteliğinde değerlendiren ve iyiliği emretme, kötülüğü yasaklama ilkesini hiçbir yoruma tabi tutmadan hareketlerinin değişmez temeli sayan Hariciler aradan 30 yıl kadar bile bir zaman geçmeden, yani kısa sayılabilecek bir sürede kendi aralarında da anlaşmazlığa düşmüş, 65/684 yılında, liderlerinin adlarına göre Ezrakiyye (Ezarika), Necdiyye (Nacedat), Sufriyye ve İbadiyye olmak üzere dört ana fırkaya ayrılmışlardır. Bazı tarihçilere göre, Hariciliğin oluşma şekli ve sebepleri dikkatle gözden geçirildiğinde bu bölünmenin kaçınılmazlığı hükmüne varmamak kabil değildir.
Haricilik şu açıklamalarla özetlenmektedir: Hariciler Sıffin ve sonrasında içinde bulundukları duruma ve kendilerini de içine alan idari ve siyasi yapının genişliğine karşı çıkış hareketinin, daha açıkçası kurulu düzene karşı bir protesto hareketinin temsilcisi olduklarını belirtiyorlar. Kavgalarının hedefinin devlet siyaseti ile sosyal yapıyı kesin anlamda ve tabii kendi anlayışları düzeyinde Kurân esaslarına dayandırmanın mücadelesi olduğunu ileri sürüyorlardı. Görüşlerinin ayrıntılarına girilerek bunların hedefler açısından değerlendirilmesi yapıldığında ortaya çıkan sonuç şuydu: Hariciler aslında Bedeviliğin devamı gayreti içinde, İslam toplumunun geçmekte olduğu şehir medeniyetine karşı tepki gösteriyorlardı. Hepsi eski Bedevi olan liderleri, devlet siyaseti ile sosyal yapıyı Kurân esasına dayandırma görüşünü, Bedevi hayatının açığa vurulmayan savunmasına destek olarak kullanıyorlardı. Hariciler daha da ileri gitmeyi, görüşlerinde ve tanımlandırmalarında sınır tanımamayı Bedevi kanun tanımazlığı ile itiyad haline getirmekte gecikmediler. Kendilerinden olmayanları kafir diye suçluyorlar, böylelerine kanlarının dökülmesi neredeyse vacib kişiler gözüyle bakıyorlardı. Özetle, kendi yetersiz bilgileriyle çizdikleri İslam çerçevesi dışındakiler veya dışına çıkanlar yok edilmeliydi. Tabii bu da terörü getiriyordu.
Zaten Sıffin üzerinden çok geçmeden kendilerinden olanlarla olmayanlar arasında derin bir uçurum belirten kalın bir çizgi çekmişlerdi: Kendilerinden olmayanlara karşı tedhişin her çeşidi uygulanabilirdi. Tabii, kendilerinden olmayanlar onlarla birlikte başkaldırmayanlar, karargahlarında bulunmayanlardı. Bu da tam bir taassubdan başka bir şey değildi.
Taassub her bulunduğu yerde hangi sonuçları getirmişse Haricilere de aynı sonuçları getirdi. Bu da onların topluluklarında değişen koşullara uyum sağlayabilme, değişik meselelere yeni çözümler getirme yeteneğini, hatta içgüdüsünü bile tamamıyla yok etti. Bunun da en çok zararı kendilerine oldu. Çünkü en ufak görüş anlaşmazlığında çözüm arayacak yerde hemen ayrılığa düşüyorlardı. Bu sebeple bir çok kollara bölünmüşlerdi. Bu bölünmeler olduğu gibi sürüyor, birleşme yolunda en ufak bir gayret göstermeden tüm kapılar kapatılıyordu. Bu hale gelmeleri, şüphesiz, savunucusu göründükleri Kuran’ı anlamaktaki bilgi yetersizliklerinden kaynaklanmaktaydı. Çünkü hiç düşünmeden karşı çıktıkları meselelerin çözümleri Kurân’da bulunuyordu. Ayrıca, Kurân’ın bütün medeni ileri gidişlere, ilerlemelere açık olduğu ancak anlayışlı yorumlarla kavranabilecek hususlar olduğu halde, taassub, onların iyi manada esneklik tanımayan kalıplar içinde kalmaları sonucunu getirmişti. Sonunda, Kurân hükümlerine göre hiç bir suretle küfürlerinden söz edilmeyecek olan Hz.Osman ve Hz.Ali’yi Allah’ın indirdiği ile hükmetmemişlerdir suçlamasıyla kafir sayacak kadar ileri gitmişler, gerçekte bu hükümleriyle kendileri Kuran anlayışına karşı çıkmışlardır.
Dar görüşlülük ve cehalete eklenen, zaten bunlarda kaynağını bulan taassub, sözü edilen dört esas fırkadan sayılmayacak kadar çok küçük kolların vücut bulmasına yol açmıştır. Bunlardan tek Harici fırkası olan lbadiyye zamanımıza kadar gelebilmiştir.
Hariciler, Sıffin savaşında karşı çıktıkları Hz.Ali’yi şehit ettikten sonra Muaviye ve Emevi yönetimiyle çatışma içine girmişlerdir. Bu sebeple Emevi hilafeti tarihi, hemen her tarafta görülen Harici isyanları tarihi sayılabilir.
Kendileri dışında hemen bütün müesseseler ve söz sahibi kişilerle mücadele halinde olan Haricilerin, kendi içlerinde de yönetim, siyaset ve askerlik konularında birlik ve beraberlik kurabilmekten uzak kalmakla beraber, üç hususta zaman zaman raünazaaiı olarak anlaşabildikleri söylenebilir:
Hz.Ali ve Hz.Osman’ı, Sıffin’de tahkime katılan hakemler olarak Anır
b.el As ve Ebu Musa el Eş’ari’yi, Cemei’e iştirak eden Hz. Ayşe, Talha ve Zubeyr’i, hakemlerin hükmünü kabul eden herkesi kafir ilan etmek;
Zalim imama karşı çıkmayı vacib bilmek. Hür bir seçimle Kureyş’in imam seçilebileceğini kesinlikle kabul etmek.
Son Yorumlar