İslam peygamberi Hz. Muhammed’in kendinden sonraki temsilcisinin (halife) makamına ve görevine verilen ad. Hz. Muhammed’den sonra gelen ilk dört halifeye (Ebubekir, Ömer, Osman, Ali) Hülefa-i Raşidin denir.
Hz. Muhammed’in ölümünden sonra onun en yakın arkadaşı olan ve erkekler arasında Müslümanlığı ilk kabul eden Ebubekir, halife olarak seçilince, peygamberin ölümüyle sarsıntı geçiren Arap toplumunu, aldığı etkili önlemlerle, dağılmaktan kurtardı. Halife, önce Hz.Muhammed’in temsilcisi ve vekili, aynı zamanda da dünyadaki bütün Müslümanların başı ve önderi oluyordu. Arap dünyası, Ebubekir’i din önderi olduğu kadar devlet başkanı olarak da kabul etmişti. Daha sonra İslam hukukçuları, halifeyi devlet reisi olarak da tanımlayıp halkın kendisine “biat etmesi” gerektiğini kabul ettiler.
Bu konudaki anlaşmazlıklar, peygamber temsilcisinin kim olacağı ve nasıl seçileceği konusunda çıktı. Farabî, İbni Haldun, Maverdi gibi İslam bilginleri bile daha sonraları bu konuda çalışmalar yaptılar. Halife seçiminde iki uygulama yapılıyordu.
Biri,genel oylamayla yapılan seçimdi; Ebubekir de bu yolla halife olmuştu. İkinci yöntem, bir önceki halifenin kendinden sonrakini ataması ya da önermesiydi. Nitekim, Ebubekir, kendinden sonra halifelik etmesi için Ömer’i topluma açıkça önermişti. Seçimle, atamayla ya da öneri sonucu halife olmuş bir kişinin bu görevden alınması ya da azledilmesi de İslam tarihinde tartışmalara neden oldu.
Bir İslam büyüğünün halife olabilmesi için Kuran hükümlerinden çıkarılan nitelikler şunlardı: İyi bir Müslüman olmak; ibadetlerini yerine getiren adaletli bir kimse olmak; içtihat sahibi ve araştırıcı bir bilim adamı olmak; bedeni gücü yerinde ve tüm görevlerini yerine getirebilecek sağlıklı bir kimse olmak.
İslam topluluğu büyüyüp, ülkeler ve kıtalararası bir nitelik kazanınca, halifenin genel seçimle göreve getirilme olanağı kalmadı. Bu durumda, halifeyi seçecek bir kurulun varlığına gereksinme duyuldu. Bu kurul üyelerinin kimler olabileceği konusundaki tartışmalarda İslam hukukçuları ve fıkıh bilginleri, halifeyi ancak halife olabilecek nitelikteki mümin, takva sahibi, dürüst, haksever, devlet işlerinden anlar, fıkıh bilgisi güçlü, hüküm giymemiş kişilerin oluşturduğu bir kurulun seçebileceği sonucuna vardılar (İslam hukuku, Tevbe Suresi’nin 71. ayetine dayanarak kadınlara da böyle bir kurulda seçicilik hakkı tanımıştır).
Halife devlet reisidir, yani yürütmenin en üstün mevkiindendir. Gelenekte, yürütmeyi, bazı hallerde, icra kurulu ile paylaşmak ve danışmak durumundadır. Bu kurul müçtehitlerden (Kurana ve hadislere dayanarak karar veren din bilginleri) oluşur ve “ehl-i hal ve akd kurulu” olarak adlandırılır.
Aynı zamanda anayasa mahkemesi görevini de yapan bu kurulun, halifeyi veto yetkisi vardır, devlet gelir ve giderlerini onaylar; halifelerin kurulu feshetme yetkisiyse yoktur. İslamda halifenin tek olması, devlet ve hükümet başkanı ve din önderi olarak bütün işlerin onun adına yürütülmesi gereklidir ama, bu her zaman uygulanamamış ve ilk büyük anlaşmazlık Şam valisi Muaviye ile dördüncü halife Ali arasında çıkmıştır. Muaviye, Ali’den savaşarak aldığı halifeliği, sağlığında oğlu Yezid’i veliaht atayarak bir tür “saltanat”a dönüştürmüştür.
Emevi saltanatı yıkılınca halifelik Abbasilere, Abbasilerin yıkılmasıyla da Mısır Memlûklarına geçmiştir. XIV. yy’ın başında (1517) Yavuz Sultan Selim, Kölemenler Devletini ortadan kaldırarak, Mekke ve Medine’nin anahtarlarıyla kutsal emanetler adı verilen halifelik simgelerine el koydu. O dönemin Mekke Şerifi, Yavuz Sultan Selim’in kutsal yerlere ve emanetlere gösterdiği saygı ve ilgiyi öne sürerek hükümdarın yanında yer aldı. Yavuz Sultan Selim bu seferden İstanbul’a dönerken, yanında kalabalık bir İslam bilginleri topluluğu, ayrıca, Mısır Abbasi halifesi Mütevekkil Alallah da vardı. Mütevekkil, halifeliği Yavuz Sultan Selim’e devretti. Böylece Osmanlı hanedanına aktarılan halifelik, son Osmanlı padişahına kadar geçerli bir makam olarak İstanbul’da kaldı. Son padişah Vahdettin görevinden ayrılıp İstanbul’u terk edince(17 Kasım 1922) yeni birtakım sorunlar ortaya çıktı. Bu sorunlar T.B.M.M’nde görüşüldü ve Vahdettin’in padişahlık makamıyla birlikte halifelik makamını da kaybettiği görüşünde anlaşmaya varıldı. T.B.M.M. gene o günün koşullarında, halifeliğin yaşamasında yarar olduğu görüşünde de birleşti.
Abdülmecit Efendi, padişahlıktan soyutlanarak, yalnızca halife seçildi (18 Kasım 1922). Dolmabahçe camisinde yapılan biat törenine, Abdülmecit’e Meclis kararını bildiren milletvekilleri de katıldılar. Abdülmecit edilgin bir tutum içinde bu makamda bir süre kaldı. Cumhuriyetin ilanından sonra, İsmailiye mezhebi imamı Ağa Han ile Hintli Müslümanların önderi Emîr Ali, başbakan İsmet Paşa’ya (İnönü) bir mektupla başvurarak halifeliğin ve halifenin durumunu sordular, kaygılarını bildirdiler.
Bu mektup hakkında herhangi bir resmi açıklama yapılmadan bazı gazeteler, mektup metnini yayımladılar. İhsan (Eryavuz) Bey başkanlığındaki İstiklal mahkemesi, mektubu yayımlayan gazeteciler hakkında soruşturma açtı. Bir yandan da konu T.B.M.M. gündemine getirildi. Halifeliği savunan milletvekilleri, 1517′ den beri bu makamın, devletin manevi gücünü simgelediğini öne sürerek, korunmasında ısrar ettiler. Halifeliğin kaldırılmasını öneren ve T.B.M.M’ne gelen yasa önerisini imzalayan 54 milletvekilini destekleyenler çoğunluktaydı. Bunlar halifelik kavramıyla cumhuriyet yönetiminin anlamını birleştirmenin olanaksızlığını öne sürüyorlardı. On üç maddeden oluşan,halifeliğin kaldırılmasına ilişkin yasa önerisi ufak değişikliklerle kabul edildi ve böylece Osmanlı hanedanı ile birlikte halifelik de yürürlükten kaldırılmış oldu (1924).
Son Yorumlar