Gravür sanatı
Gravür teknikleriyle yapılan resim, estamp olarak kullanılmayacaksa, genellikle kitap resimlemelerinde ve kitap süslemelerinde kullanılır.
Tahta
Basımcılıkta hareketli harflerin bulunmasından (1455) önce, halk arasında, tahta üstüne yapılarak kâğıda basılmış gravürlerle süslü metinler dolaşıyordu. Ksilografi diye adlandırılan yönteme göre hazırlanmış bu levhalar, daha sonra küçük kitapçıkların oluşmasını sağladı (bu tür kitapçıklardan kırk kadarı bilinmektedir). Baskı tekniklerinin, plastik sanatların yüceltilmesine koşut olarak yaygınlaşıp yetkinleşmesiyle, XV. yy’m sonunda resimleme çalışmaları da yaygınlık kazandı ve Avrupa’rın çeşitli ülkelerinde birçok sanatçı yetişti. Bunlar arasında Martin Schongauer, Andrea Mantegna, Aide Manuce gibi ustalar vardı. Gravür sanatının gelişmesinde İtalya ve Almanya’nın büyük etkisi oldu. Lyon’da Trechsel kardeşler Holbein’ın eşsiz güzellikteki kompozisyonlarını yayımladı.
Rönesans Döneminde Metal Üstüne Gravür
Daha çok kitap resimlerinde kullanılan metal üstüne çukur gravür tekniği de, tahta üstüne tümsek gravür kadar eskidir. Bu ünlü örnekler, İtalyanlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Metal üstüne çukur gravürün “babasının Maso Finiguerra olduğu kuşku götürürse de, 1477’den sonra Botticelli’nin el Monte Sancto de Dio (T anrınm Kutsal T epesi) adlı bir kitabın levhalarını kendi eliyle çizdiği kesindir.
Bu arada Apokalypsis’ te ki Fransız Jean Duvet’nin üstünde çalıştığı levhalar, Mantegna’nın ve İtalyan ustalarının çalışma biçimini çağrıştırır. Bütün bu etkinliklere karşın, metal üstüne çukur gravür ve buna koşut olarak da çukur gravürle resimleme beğenisi, Avrupa’da ancak 1566’dan sonra yaygınlaşmaya başlamıştır.
Klasik Dönemde Metal Üstüne Çukur Gravür
XVÜ. yy’da, bakır üstüne gravür, tahta üstüne yapılan gravürü tümüyle gölgede bıraktı. Fransa’da kazı gravürü yapılıyordu; ama Jacques Callot, İtalya’ya yaptığı bir gezi sırasında ofort tekniğini öğrendi. Abraham Bosse, Claude Mellan, François Chauveau gibi dönemin gravür ustaları, her iki yöntemi bir arada kullandılar. Teknik nedenlerden dolayı, kitap resimleme çalışmaları XVII. yy’da estamp kadar gelişme gösteremedi. Bu arada Jacques Callot’nun ancak üç kitap hazırladığı ve XVH. yy’m ikinci yarısında, Fransa’da büyük gravür ustası Robert Nanteuil’ün de aynı nedenlerden dolayı daha çok portreler yaptığı görüldü.
XVIII. YÜZYIL
XVIII. yy’da Callot ve Nanteuil kadar usta gravürcü pek yetişmedi. Yalnız kitap süslemelerinde kalan tahta üstüne gravürün tersine, metal üstüne çukur gravür, resimleme alanında kullanılan tek teknik haline geldi. Ancak sanatçıların amacı değişmişti: Yalnızca hoşa gitmek önemliydi.
Bu dönemde Fransa’da Laurent Cars, Gravelot ve Eisen, sırasıyla, Molière, Corneille, Racine ve La Fontaine’in yapıtlarım resimlediler.
XIX Yüzyıl ve Teknik Alanındaki Yenilikler
Romantik anlayış, gravürcülerin taş- basmaya yönelmelerine yol açtı. Delacroix, Goethe’nin Fausfu için on yedi taşbasma gerçekleştirdi (1828). Öte yandan, Géricault, Dauzats, vb. sanatçılar da aynı alanda etkinliklerini sürdürdüler.
Rönesans’tan sonra ikinci plana itilen tahta üstüne gravür sanatı, yeni bir teknik olan “uç tahta gravür” sayesinde tam anlamıyla yenilendi ve böylece resimleme alanında bir devrim oldu. Thompson, Tony Johannot, Meissonier, Huet gibi sanatçılar, birçok resimleme yaptılar. Bu arada oforta pek ilgi gösterilmiyordu. Aynı dönemde Daumier, Gavarni ve özellikle Gustave Doré gibi sanatçılar da etkinlik gösterdiler.
XX. Yüzyılda Gravür
Tahta, bakır ve taş, sanatçıların XX. yy’da eski ve yeni metinleri değerlendirmelerine olanak verdi. Pierre Bonnard, Maillol, Matisse ve Picasso gibi sanatçılar gravür çalışmaları yaptılar, Derain Pantagruel için renkli levhalar hazırladı. Femand Léger, Miro, Giacometti, André Masson, Fautrier, Vieira da Silva gibi ressamlar da baskı tekniği, sayfa düzeni, özellikle de gravürleriyle ilgi çeken kitapların oluşturulmasına katkıda bulundular.
Türkiye’de Gravür
Türkiye’de gravür, plastik sanatların öbür dallarına oranla daha geç gelişti. Sanayii Nefise Mektebi’nde (Güzel Sanatlar Akademisi) “hakkâklık” adı altında açılmış olan bir bölümde gravür çalışmaları yapılıyordu; ama bu etkinlikler, Batı’ya özgü gravürlerin kopya edilmesinden öteye gitmiyordu . Daha yakın dönemlerde, tahta üs¬tüne oyma resmin Turgut Zaim tarafından denendiği görüldü (1930). Güzel Sanatlar Akademisi’nin Resim Bölümü’ne Fransız ressamı Léopold Lévy’nin atanmasından sonra, bir gravür atölyesi kuruldu. Gravür sanatının çeşitli tekniklerini İtalya’da incelemiş olan Sabri Berkel, yaptığı gravürlerle dikkati çekti. Önce gerçekçi bir anlayışta çalışan, daha son¬ra giderek soyut bir tutum benimseyen Sabri Berkel’i, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Eren Eyüboğlu (metal kazılar) ile Nurullah Berk (linoléum kazıları), Ercüment Kalmık’m (linoléum kazıları) çalışmaları izledi.
Metal kazıları, tahta kazıları, linoléum kazılarını, litografiyi, bakır kazısını ve öbür teknikleri deneyen Aliye Berger, Mustafa Aslıer, Mustafa Plev- neli, Fethi Karakaş, Gündüz Gölönü, Cemal Tollu, Muammer Bakır, Orhan Peker, Devrim Erbil, vb. birçok sanatçı, Türkiye’de gravür sanatının gelişmesine katkıda bulundular. Mustafa Aslıer, siyah-beyaz tahta ya da linoleum kazısında halk sanatına özgü motifleri üsluplaştırdı; daha sonra renkli gravürü de denedi; Fethi Karakaş, küçük çaplı gravürler ve litografiler yaptı. Muammer Bakır’sa, tahta liflerine plastik bir değer kazandırmayı bildi. Gündüz Gölönü bakır kazılarında renk öğesini ön planda tuttu.
Gravür Teknikleri
Gravür teknikleri gravür sanatçısının tahta (tümsek gravür), metal (çukur gravür) ya da taş (taş basma [litografi]) üstüne çalışmasına göre başlıca üç bölüme ayrılır.
TAHTA ÜSTÜNE TÜMSEK GRAVÜR
Tahta üstüne gravür iki biçimde yapılır. Birinci yöntemde, kazınacak tahta, ağacın lifleri doğrultusunda yontulur (lifli tahta üstüne gravür); ikinci yöntemdeyse kazınacak tahta, ağacın liflerine ters yönde, bir başka deyişle bunlara dikey olarak yontulur (uç tahta gravür). Lifli tahta üstüne gravürde, armut, ceviz ya da kiraz tahtası üstüne, düzeye ters olarak çizilen desende, bıçakla ya da oluklu oyma kalemiyle, kompozisyona özgü olmayan öğeler kesilip atılır. Ardından, kabarık olan bölümlere (yani ters olarak çizilen desenin çevre çizgilerine) mürekkep vurulur; böylece
hazırlanan kalıp, bir kâğıt üstüne konarak presle desenin kâğıda geçmesi sağlanır. Beyaz kalan yerler kâğıda çıkmaz. Fransa’da XIX. yy. başlarında ortaya çıkan uç tahta gravür (Gustave Doré) tekniği için de aynı şey geçerlidir; özellikle şimşir üstüne uygulanan bu teknik, en açık griden en koyu siyaha kadar en önemli ayrıntıları vermeyi sağlar. Ama söz konusu yöntem, fotomekanik yöntemlerin ortaya çıkmasıyla gerilemiştir. Günümüzde bazı sanatçılar, tahtayı işler gibi linoleum (lino, muşamba) üstüne gravür yapmaktadırlar.
METAL ÜSTÜNE ÇUKUR GRAVÜR
Tahta üstüne tümsek gravürün tersi olan bu gravür, metal üstüne kazınarak yapılır. Çukur gravürde genellikle bakır kullanılır; ama çinko, pirinç ve kalayın da kullanıldığı görülür. Perdahlanmış metal levhanın bütün yüzeyine önce mürekkep vurulur; ardından mürekkep, yalnızca çukur yerlerde kalacak biçimde silinir. Hazırlanan levha üstüne kâğıt tabakası konur ve özel bir baskı makinesinin iki merdanesi arasından geçirilir.
KAZI GRAVÜRÜ. En eski çukur gravür tekniğidir. Prizma biçiminde, sivri uçlu çelik kalemler ve uç tahta gravürde yararlanılan bıçaklar kullanılır. El ayasıyla itilen bıçak, madeni kolayca işleyerek yüzeyde derin izler bırakmayı sağlar. Elde edilen izin, daha doğrusu çizginin çapakları, özel bir çapak alma kalemiyle temizlenir ya da daha yumuşak bir çizgi izlenimi vermek için, Rembrandt’ın yapmış olduğu gibi, temizlenmez. Çukurlar ne kadar derin olursa o kadar çok mürekkeple dolar; dolayısıyla kâğıt üstüne çıkan çizgi de o kadar koyu olur.
KURU-UÇ GRAVÜR (PUANT-SEŞ). Bu teknik, kazı gravüründen türemiştir. Bakır üstüne yapılan bu gravürde sert çelikten sivri uçlu bir kalem kullanılır. Sanatçı çalışırken, kazı gravüründe olduğu gibi küçük çapaklar oluşmaz; gravürcü metali kaldırmaksızın iter. Böylece elde edilen izin her iki yanında, mürekkebi tutacak olan kalın çapaklar oluşur. Kuru uç gravür tekniği, bu hafif kabarıklığı, kâğıt üstünde mürekkep lekesi oluşturmadan kullanarak, bir kadife görünümü elde etmeyi sağlar.
SİYAH USUL. Bu yöntemle çalışan gravürcü, kullanacağı bakır levhanın yüzeyinde, “beşik” diye adlandırılan sivri uçlarla bezenmiş ve bir yanı tümsek olan özel bir oyma aracını gezdirir. Böylece, üstünde çalışacağı kadife görünüşlü (XVIII. yy. sonu İngiliz gravürleri) ve siyah renkli bir yüzey elde eder. Pürtüklerin yer yer ve belli oranlarda giderilmesiyle de, ışıklar ve ara renkler belirir. Siyah usul, mezzo tinto diye de adlandırılır.
OFORT. Ofort tekniğinde kullanılacak bakır levhanın önceden vernikle kaplanması gerekir. Gravürcü, değişik boylardaki uçlarla, verniğin altın¬dan metale ulaşacak biçimde kompozisyonunu çizer. Ardından, levha sulandırılmış nitrik asite batırılır. Asit, bakırın açıkta kalan yerlerini kemirir ve çizgiler bir süre sonra derinleşir. Ofort ve kazı gravürü, çoğunlukla aynı anda, aynı levhaya üygulanmıştır (özellikle Rembrandt).
ACQUA TİNTA. XVIII. yy’ın ikinci yarısında kullanılan bir yöntemdir. Önce ofortun yapıldığı bu teknikte, kompozisyonun çizilmesi için, özel bir mürekkep ve fırça kullanılır; oforttan sonra verniği temizlenen levha, toz reçineyle kaplanır. Reçine tabakası yeterince kalınlaşınca, me¬tal levha alttan ısıtılır, erimeye başlayan reçine de yüzeye yapışır. Sıcaklığa bağlı olarak oluşan tanecikler, aralarında küçük bakır boşlukları bırakacak biçimde birleşirler. Açık renk kalacak olan noktalar ya da bölgeler, alkollü vernik kullanılarak sağlanır; geri kalan bölgeler de, ofortta olduğu gibi, asit etkisine bırakılır. Goya bu yöntemle kendine özgü etkiler yaratmıştır (Caprichos [Kaprisler]).
TAŞBASMA
1796’da Aloys Senefelder tarafından bulunan taşbasma (litografya) tekniği, Fransa’da XIX. yy. başlarında Daumier, Toulouse-Lautrec, vb. sanatçılar tarafından kullanıldı. Taşbasma, kâğıt üstüne resim yapmaya benzer. Sanatçı, özel bir yağlı kalemle, ince tanecikli kalın bir kalker taşı üstüne kompozisyonu çizer. Daha sonra bu taş, asitli bir eriyiğin etkisine bırakılır; bu evrede desen sabitleşir ve asitli eriyik sayesinde, taşın yağlı kalemle çizilmemiş olan bölgeleri su emer. Nemlenmiş olan taşın (nemli kalkerin çıplak yüzeyleri mürekkebi atar) üstünden bir rulo yardımıyla baskı mürekkebi geçirilir ve yalnızca kompozisyonun çizgileri üstünde tutulur. Elde edilen görüntü de, taşın üstüne konan ve preslenen kaygan bir kâğıt üstüne uygulanır.
Gravür Nedir?
Taş, Tahta ya da metal üstüne kat kat farklı renkli boya ile boyanıp, üst katların kazınmasıyla ortaya çıkan alt kat renklerinden yararlanma tekniği ve bu tekniğe göre yapılan kazıma ve Gravürün konusu, sert bir madde üstüne, ya süresini uzatmak ya da baskı (ya da kalıp) yoluyla kopyalarını çoğaltmak amacıyla bir deseni kazıyarak oluşturmaktır. Gravür, kökeni çok eskiye dayanan sanatlardan biridir.
Gravür sanatı özellikle Avrupa’da, büyük ustaların denedikleri ve önemli yapıtlarla çeşitlendirip geliştirdikleri bir türdür. İtalya, Almanya, İspanya ve Fransa’da sanatçılar, daha çok siyah-beyaz değerlerle temellenen bu dalda kullandıkları tekniklere göre, kendilerine özgü değişik etkiler yaratan yapıtlar vermişlerdir. Gravür sanatı denilince akla ilk gelen ustalar arasında özellikle Piranesi, Dürer, Holbein, Rembrandt ve Goya sayılabilir.
Son Yorumlar