Türk asıllı İslâm felsefecisi (Mave- raünnehir, Farab, 870-Şam, 950).
Asıl adı Ebu Nasr Muhammed bin Muhammed bin Tarhan bin Uzlug olan ve Batı kaynaklarında Alpharabius adıyla anılan Farabî (Türkistan’ m Farab [Otrar] kentinde doğduğu için Farabî (Farablı] diye anılır), ilk öğrenimini Farab’da, medrese öğrenimini Tahran ve Bağdat’ta gördükten sonra, Harran’da felsefe araştırmaları yaptığı yıllal’da tanıştığı Yuhanna bin Haylan’la birlikte Aristoteles’in yapıtlarını okuyarak gezimciler okulunun ilkelerini öğrendi. Halep’te Hemedanî hükümdarı Seyfüddevle’nin konuğu oldu. Arap ülkelerinde yaşamış, ama Türk kimliğini ve Türk törelerini ölünceye kadar bırakmamış olan Farabî’yi anlatan kitaplar, İslâm âleminde Ebul Haşan el-Bayhakî, İbn el-Kıftî, İbn Ebu Useybiye, İbn el-Hallikan adlı yazarlar tarafından Farabî’nin ölümünden birkaç yüzyıl sonra ger- çekleşirildi. Ama bu yapıtlar, birer araştırma olmaktan çok, Farabî’yle ilgili söylenceleri derliyor, bir felsefeciyi değil, bir ermişi açıklıyordu.
Felsefe Aalanındaki Çalışmaları
Bir metafizikçi olan Farabî, İslâmlık ve felsefe arasındaki çelişkileri çözümlemede, Aristoteles mantığının ilkelerini kullanıyordu. Din, felsefesinin değişmez özüydü; din ve felsefe de ayrılmaz bir bilimdi. Buradan hareket ederek İslâm dininin felsefe açısından tartışmasını yaparken, dini felsefeden soyutlamak değil, tam tersine, İslâm dinine felsefi bir nitelik kazandırmaktı.
Anadolu felsefecilerinin doğacı düşüncelerini bir yana bırakarak Aristoteles mantığını ve kavramcılığım benimseyen Farabî, zihinci felsefeye yönelmiştir. Bu felsefenin en güvenilir ilkesi akıldır; insan ele aldığı konuları, ancak aklın ilkeleriyle ve mantığın kurallarıyla çözümleyebilir; felsefe konularını tartışmak ve yorumlamak için de tek aydınlatıcı kaynak akıldır.
Farabî, yapıtlarında Eflatun ile Aristoteles arasındaki uyuşmazlığı giderme ve açıklama amacını gütmüş, nitekim bu iki felsefeciyi aynı ilkeler doğrultusunda birleştirmek amacıyla Kitab-ül-Cem Beyne fiaiyyet-ül- Hakimeyrı (İki Felsefeci Arasındaki Düşüncelerin Uzlaştırılması) adlı kitabını yazmıştır. Tıpkı, din ile felsefe arasında olduğu gibi, Eflatun ve Aristoteles arasındaki çelişkinin nedenlerini de öz’de ve varlığa bakış açısında değil, kavramların değişik anlamlarda kullanılmasında görmüştür.
Dine karşı bir felsefe düşünmediği gibi din konuları dışında da bir felsefe düşünmeyen Farabî’ye göre, dinin de felsefenin de kaynağı “illet-i ûlâ” denilen ilk nedendir (Aristoteles de buna “varlığın ilk nedeni” diyordu). Farabî açısından, felsefede önemli, olan gerçeğin araştırılmasıdır; gerçeği araştırmak için de, şu ilkelerin yerine getirilmesi gerekir:
1) Ruhun, bütün kuşkucu eğilimlerden arındırılması;
2) daha çok duyu verilerine dayanan etkilerden, geçici ve temelsiz öğelerden sıyrılma;
3) aşkın, yol gösterici, uyarıcı niteliğine bağlanma.
Farabî’nin sözünü ettiği aşk, geçici bir eylem olan bir başkasını sevme duygusu değil, ruhun doğrudan Allah’a bağlanmasıdır. İnsan ancak Allah’a duyduğu sınırsız, karşılık beklemeyen bir sevgiyle gerçeğe ulaşabilir.
insanoğlunun varolma nedeni ve yaşama nedeni, gerçeği bulmak, yorumlamak ve açıklamaktır. Bu düşünce ve inanç düzeninde de, insanın yol göstericisi akıldır. Ama aklı, duyuların yanıltıcı etkisinden, gerçekten uzaklaştırıcı eylemlerden kurtaran temel ilke ve tek güç aşktır. “Aşksız akıl başarısız bir ilke, akılsız aşksa, yönü belli olmayan bir doğrultuda akıp giden sınırsız bir coşkudur”. Aşkın ve aklın sürekli bir beraberlik ve uyum içindeki eylemiyse, felsefe yapmak anlamına gelir. Bu, aydınlatıcı, çözümleyici bir düşünme eylemidir; insan, varlığının temel ilkelerini ancak bu tür bir eylemle kavrar; yaratıcı öze yaklaşır; gerçeği anlamanın yolunu bulur.
İşte, bilinenden hareket ederek bilinmeyene ulaşmak diye tanımlayabileceğimiz felsefe yapmak, ancak aşk ve akıl birliğiyle ve onların yol göstericiliğiyle olanaklıdır. <’ Farabî’ye göre insan buna layıktır; çünkü kendinde taşıdığı değerler bakımından Bütün’ün bir örneği ve evrenin bir özetidir.
Farabi Mantığı
Farabî’nin mantığı üç ana bölümden oluşur:
1) ilkeler (el-mebadi); 2) kanıtlama (el-burlıan); 3) sonuçlama (cl- istintcıc).
Bunlar arasında, ana ilke olan kanıtlama da ikiye ayrılır: Önermeler fot- tasdikat); kavramlar (et-tasavvurat). Kavramlar, varlık türlerinin, özellikle de eşyanın tek tek algılarıdır. Bu algıların oluşturduğu ilkel izlenimler, akıl ve ruhtan gelen tasavvurlarla (kavram) birleşerek, mantığın temel kavramlarını oluşturur. Duyularla gelen varlık algıları, akıl ve ruhtan gelen kavramlarla (tasavvur) birleşerek kesinlik kazanırlar.
Kesin yargıya varabilmenin tek yolu olan kanıtlamaysa, yalnızca gerçeğe ulaşmak için bir yol değildir; özellikle gerçeğin kendini, özünü yakalamak için gereklidir. Bu da ancak akıl yürütme (cl-istidlâl) yoluyla olanaklıdır.
Akıl yürütme zarurî (zorunlu); mümkün (olabilir); iknaî (iki olabilirin bileşimi) ilkeleriyle gerçekleşir. Bu üç ilkeden birinin eksikliği durumunda, akıl yürütme geçerliliğini yitirir.
Metafizik
Düşünce düzeyinde metafiziğe geniş yer veren Farabî’ye göre, Allah bütün varlıkların özüdür; varlık düzenindeki en yüce basamakta Allah vardır. Allah yalnız kendi kendisiyle vardır ve varlığını başka hiçbir varlığa borçlu değildir; bağımsız “öz”dür. Bu nedenle bir adı vâcibiiivücûd’dur (varlığı kendi özünü gerekli kılan). Eşi benzeri olmadığı’ gibi, kendi özünden başka ilkesi de yoktur.
Farabî, Uyûn-iil-Mcsâil (Ele Alınan Konuların Kaynakları) adlı kitabım Allah’la ilgili görüşlerine ayırmış, ayrıca Füsûs-ül-Hikem (Hikmetlerin Özleri) ve Kitâb-el ârâ-el-Medinet-ül Fâzıla (Erdemli Toplumun İlkeleri Üstüne Kitap) adlı yapıtlarında da aynı konuyu işlemiştir.
Farabî’ye göre varlığın altı ilkesi vardır: 1) iIlet-i ulâ (tanrısal ilke); 2) tali illetler (gök kürelerinin özünü belirleyen akıllar); 3. el-akl-ü faal (eylemci, yaratıcı akıl); 4) nefs (ego, benlik); 5) suret (görünüş); 6) mücerred madde (soyutlanmış olan). Birinci ilke (iliet- i ulâ] varlık birliğini (vahdeti), öbürleriyse çokluğu, yaradılmışlığı (kesreti) simgeler. Aristoteles felsefesinde Tanrı evrenin merkezindedir; varlık türlerini görüp bilmeden En îyi’ye yönelerek yönetir. Aristoteles’ in evreni yaratılmış değildir, vardır. Farabî’nin Aristoteles’ten ayrıldığı nokta da budur. Onun evreni Allah tarafından yaratılmıştır; Allah kâinatın genel yasalarını bilir; bu yasaları o kuymuştur. Külliler denen genel kurallarla evreni eksiksiz ve uyumlu bir düzen içinde yönetir; varlık türlerinin ayrıntılarını bilmez. Ama bu noktada, Farabî düşüncesinde bir boşluk vardır;çünkü Kur – an a göre Allah, varlık kavramı içinde ki her ayrıntıyı bilir ve görür.
Fizik
Aristoteles’in ortaya attığı madde ve suret kuramını hiçbir değişiklik yapmaksızın benimseyen, eşyanın oluşumunda, yani yaradılışta madde ve sureti iki temel ilke olarak gören Farabî’nin fiziği de, metafiziğine bağlıdır. Buna göre, evrenin ve eşyanın özünü oluşturan dört öğe (toprak, hava, ateş, su) ilk madde olan el-akl- üJ-faai’dan çıkmıştır. Söz konusu dört öğe, birbirleriyle belli ölçülerde kaynaşır, ayrışır ve içinde bulunduğumuz evreni (cl-âlemj oluştururlar.
Madde ve Ruh
Farabî’de madde sonsuzdur (ezelî), ruhsa bedenden (gövde) sonra yaratılmıştır. Burada Farabî, kendinden önceki İslâm felsefecilerinden ayrılır; onlara göre ruh insan varlığından, bedeninden binlerce yıl önce, “âlem-i ezel”de yaratılmış ve sonradan bedene yerleştirilmiştir; beden öldükten sonra da var olmayı sürdürür. Farabî’yse, ruhun, insanlık evrenini bir bütün olarak kapsadığına inanmıştır;onagöre ruh,düşüncelerin bütünlüğü içinde kendini sürdüren, bir kültür ürünü, birikimi gibi var olan ve ölmeyen bir düşüncedir. Farabî peygamberliğin de tıpkı ruh gibi, kazanılmış bir nitelik olduğuna inanmıştır. İnsan aklı kutsal bir aşamaya ulaştığı zaman, o aklın sahibi peygamberlik niteliğini kazanmış demektir; bir başka deyişle peygamberlik aklın bir başarısıdır. Farabî, ruh konusunda İslâm felsefecileriyle olduğu kadar Eflatun’la ve yeni- eflatuncularla da görüş ayrılığı içine girmiştir: Ne ruhun bedenden önceliğine, ne de bedenden bedene geçişine inanır; beden dışında varlığını sürdüren bir ruh kavramı düşünemez (oysa Eflatun, ruhların sonsuzluğuna ve ana maddeden, bedenden önce yaratıldıklarına inanmıştı).
Farabi’nin Öbür Alanlara İlişkin Çalışmaları
Farabî insanı tanımlarken “âlem büyük insandır;insan küçük.âlemdir” diyerek bu iki kavramı birleştirmiştir. İnsan ahlakının temeli, ona göre bilgidir; akıl iyiyi kötüden ancak bilgiyle ayırır. İnsan için en yüksek erdem olan bilgi, insan beyninin çalışması sonucu elde edilemez; çünkü tanrısaldır, doğuştandır (vehbî). Biliminse üç kaynağı vardır: Duyu; akıl; nazar. Bilimler ikiye ayrılırlar: Kuramsal (nazarî) bilimler; uygulamalı (amelî) bilimler. Ahlak, siyaset, müzik, matematik, uygulamalı bilimlere girer. Toplumlar da öz bakımından ikiye ayrılırlar: Erdemli toplumlar; erdemsiz toplumlar. Bu toplumları yöneltecek en kusursuz devletse, bütün insanlığı kapsayan dünya devletidir.
Fizyoloji ve ruhbilim konularında da-çalışmalar yapmış olan Farabî, ruhun arınması üstünde durmuş, bunun için, insanın duyu lezzetlerinden ve zevklerinden vazgeçip, zihin lezzetlerine ve zevklerine yönelmesini önermiştir.
Yapıtlarıyla bütün İslâm düşüncesini olduğu kadar Batı dünyasını da etkilemiş olan Farabî, bu çalışmalarının yanı sıra müzikle de ilgilenmiş, bazı çalgıları çaldığı gibi, bazı sazları da geliştirmiştir. Müzikle ilgili iki kitabı vardır: Kitabü’l- Musikîyü’l-kebir (Büyük Müzik Kitabı); el-Medhal fil Musikî (Müziğe Giriş). m
Başlıca Eserleri
Kitab-ül-Cem Beyne Raiyyet-ül- Hakimeyn (İki Felsefeci Arasındaki Düşüncelerin Uzlaştırılması); Uyûn- ül-Mesâi! (Ele Alınan Konuların Kay- nakları); Füsüs-ül-Hikem (Hikmetlerin Özleri); Kitab-el ârâ-el- Medinet-ül Fâzıla (Erdemli Toplumun İlkeleri Üstüne Kitap); El-Maani-âl-Akl (Aklın Anlamları); El-İhsa-ül-Ulüm (Bilimlerin Sayımı); Kitabü’l-Musikîyü’l-kebir (Büyük Müzik Kitabı); el-Medhal fi’l Musikî (Müziğe Giriş); vb.
Son Yorumlar