Fantastik Sanat, Düşe, doğaüstüye, büyüye ya da kurgubilime başvurarak gerçeği hiçe sayan sanat.
GECEYİ DÜŞLEMEK
İnsanın başlangıçtaki doğal gece korkusunun yerini, zamanla, gündüzden sonra gelen, insanın kötülükle bir tuttuğu ve ölümünden sonra kurtuluşa erişemediğinde gömüleceğini düşündüğü gece gibi, her çeşit geceden korkma duygusu aldı. Temel olarak, bu biçimde açıklanabilecek, daha da güçlenmiş ve büyüye karışmış bu korkunun doğurduğu akıldışı imgelerin çevresinde, bazı sanat yapıtlarındaki fantastik öz düşüncesi gelişmiş oldu.
Bu bağlamda, fantastik sanatın, farklı bir sanat kategorisi olarak, çok yakın bir geçmişte, akılcılığın, aynı yapıda bir öz içinde tekmiş gibi kabul edilen bir algılar dünyası ile algılar üstü bir evren arasında kopukluk yaratmasından sonra doğduğunu görmek anlamlı bir olgudur. Söz konusu kopukluğun, günümüzde fantastik sanata yönelik,haklı ya da haksız değerlendirmeleri anlayabilmek için üstünde durulması gereken bir nokta olduğu söylenebilir.
ORMAN, CANAVARLAR
Fantastik resimlerde (özellikle, XVI.yy’da Altdorfer, Cranach, Grü- newald, Baldung-Grien ya da Dürer gibi Germen kültürüne bağlı ressamların yapıtlarında)sık sık işlenen,gölgenin ışığa, bilinmeyenin tanımlanabilire egemen olduğu orman teması, yalnızca gün ışığının girmesine karşı direnen karanlık bir köşenin gerçekliğinin yarattığı büyük korkuları değil,gece denen karanlık kuyunun insanı hiç terk etmeyişini de en iyi anlatan bir eğretileme olarak görünür, Canavarlar, ejderhalar, tek boynuzlu atlar, aslan başlı korkunç yaratıklar, vb. gecenin içinden doğar ve geceye dönerler; ortaya çıkışları insanları korkuya boğar; çünkü bu görünüş karanlıktaki güçlerin tehdit dolu bir cisimleşmesidir. Fantastik sanat, eski kültürlerin sanatından Ortaçağ’ m simgesel hayvanlarına kadar, baş- döndürücü sayıda, her türden karmakarışık yaratıklar (Aziz Anto- nius ve Şeytanlar, Niklaus Manuel Deutsch; Büyük Aziz Yakub Büyücü Hermogenes’te, Bruegel’den Cock’un yaptığı gravür; Aziz Gregorius’un Zaferi, Carpaccio) sergilemiş, deniz canavarlarını (Başkaldıran Meleklerin Düşüşü, Pieter Bruegel) betimlemekten de hiçbir zaman geri kalmamıştır. Söz konusu canavarlar, yalnızca sandalların kendiliğinden havalandığı “göksel” bir denizde uçuşan yaratıkları göstermiyorlarsa,başka bir gecenin varlığını gösterirler.
Deniz diplerinin derinliği,denizi sonsuz karanlık bir yer olarak göstererek, hayvanların betimlenemez bir biçimde ortaya çıkışı için uygun olabilir (N.M. Deutsch’un, Sebastien Münster’in 1544’te Basel’de yayımlanan Cosmographia universalis’inde [Evren Kozmografyası] yer alan tahta üstüne gravürü). İnsanın gözünde, suların bu karanlık gecesi, onu dehşete düşüren bilinmeyeni simgelemektedir. Bazen, canavarın kendi de canavarların karanlığını gizler: Hint sanatındaki, böğürlerinde bir yığın ürküntü verici, çeşit çeşit, iğrenç yaratık taşıyan filler ve atlar.
ŞEYTAN
Fantastik sanatın en canlı dönemlerinin Ortaçağ’ın bitimine, Rönesans’ın sonlarına, barok döneme, XVIII. yy. sonu ile romantizm arasına rasladığı Batı dünyasında, ne zaman şeytan konusu açılsa, söz dolaylı olarak, şeytanın prens olduğu koyu karanlıklara getirilir. Hıristiyan sanatı tezhipçi- leri, tanrısal ışığın düşlenmesi bile güç pırıltılarını ortaya koymak için, cehennemle ilgili garip görüntülere yer vermişlerdir (Lanetlilerin Düşüşü, Dierick Bouts; Lucifer, Memling; Kazana Atılan Lanetliler, Bour- ges katedralindeki kabartma.)
AKIL UYKUDAYKEN
İnsanların uykuda kendilerini bıraktıkları gece de, pek tekin olmayan görüntülerle doludur. Fantastik sanatın ustası olan Goya’nın gravürlerinden birine Aklın Uykusu Canavarlar Doğurur (Kaprisler dizisit adını vermesinden çok önce, Leonardo da Vinci aklın uykuda olduğu sırada beliren bir görüntünün ne kadar baskı yapabileceğini sezmiştir.
DÜŞLER
Düşlerin yorumu ya da beklenmedik raslantılar olarak, Taddeo Zuccari’ den (1529-1566 ; Düşler Alegorisij Gustave Dore ve Salvador Dali’ye (Yumuşak Viyolonseller KarabasanıI kadar, pek çok sanatçı, güçlü düşsel sahneleri canlandırmışlardır. Redon, Gustave Moreau, En’sor ya da Alfred Kubin (1877-1959) gibi bazı sanatçıların yapıtlarının, gerçek dayanağının düşsellik olduğu kabul edilebilir. Düşsellik, kuşkusuz Giorgio De Chirico’nun sanatının anahtarlarından biridir ve Paul Delvaux’nun sanatında da çok önemli yer tutar. Ama fantastik sanatın yarattığı, düşlerle ilgili en büyük yapıtlar arasında, ikisinin özel bir yeri vardır: johann Heinrich Füssli’nin, pek çok çeşitlemesi de olan Karabasan adlı tablosu; Grandville’in, ölümünden hemen önce gördüğü sanılan bir düşten uyanınca çizdiği desen: İlk Düş-Cinayct ve Günahın Badeli. Bambaşka bir güç ve yapıda bir tablo olan Füssli’nin Karabasan’ı, yalnızca konu ve biçimle sınırlı kalmayan dramatik bir özellik taşır. Tuval üstünde tablonun sonsuzluğa doğru yayılması, ressamın üslubu göz önüne alındığında, sözgelimi William Blake’ in kendi öz uzamını Füssli’den başka hiçbir yerde bulamadığının kesin biçimde ileri sürülebilmesine yol açmıştır.
GECE IŞILDAR
Erotizme, ölümü tanıma ilişkisi içinde bakmak (Bataille), erotizm ile fantastik temalar (açıkça şiddet ve dehşeti ortaya koydukları için) arasında bir bağlantı kurmayı gerektirir. Füssli’den sonraki ve daha önce adları sayılan çok önemli ressamların bazı yapıtları (Zevkler Bahçesi, Bosch; Açık Bir Mezar Önünde Çıplak Bir Kadını Öpen Ölüm, Baldung [Grien]; Piyade Kılığında Ölüm Genç Bir Kadını Öperken, Niklaus Manuel Deutsch) dışında Felicien Rops, Andre Masson, Hans Bellmer ve Balthus ölüm ile ahlaksızca bir erotizmin en uç noktalarındaki erotik bir çılgınlığı bağdaştırmayı başarmışlardır.
MANZARA VE GÖLGELER
Gölgelerden asla vazgeçemeyecek, kuşku verici manzaralar da sanatta fantastiği canlandırmada son derece etkilidirler: Piranesi’nin Hapishaneleri; )acques Callot’nun orman ve kırları; Hugo’nun mürekkeple çizdiği şatolar. Dünyanın dışında, ama sessizlik içinde ışık özlemi çeken başka yerler de, sonsuzluğa kadar gölgeler içinden kopup çıkar gibidirler: Monsu Desiderio adıyla tanınan François Nomenin kentleri, Hercules Seghers’in (1590- 1640) ufukları, Arnold Böcklin’in (1827-1901) De Chirico’nun düşlerini de şiddetle etkilemiş olan yalıyarları ve yapıları, jacob de Gheyn II ya da Charles Nicolas Cochin’in, bütünüyle geceye adanacak kadar canavarlarla dolu gravürleri, şeytan ve büyücülerle birlikte, bir karanlıklar şenliğinin de var olduğunu ortaya koyar.
KARA GÜNEŞ
Giuseppe Arcimboldo’nun çizdiği yüzlerdeki çizgilerde, bu şenliğe raslanmaz. Söz konusu bu çizgilerden, belki de çoğunlukla bitki ya da metal özelliklerine indirgenmiş insan bedeninin neden olduğu hoşnutsuzluktan kaynaklanan bir tür keder yayılır. Oyunda iç kapayıcı bir şey vardır, insanın görüntüsü burada yitip gitmekteyken, gece yayılmaktadır ve öylesine gerçektir ki, fantastik söz konusu olduğunda, her şey, hattâ güneş bile, kara bir cisimleşme olarak değer kazanabilir. Yeter ki, insanların çok uzun süredir alt etmeye çabaladıkları bir durumun ilk tarihsel belirtisi, Nietzsche’nin ağzından konuşan Zerdüşt’ün şu sözlerinde saklı olmasın: “Gece de bir güneştir”.
Son Yorumlar