Etnoloji, toplum yapısının temel özelliklerini ve toplumlann gelişmelerini belirlemek amacıyla ırkların özelliklerini inceleyen bilim dalı (budunbilim de denir).
Günümüzdeki anlamıyla etnoloji, etnografyanın sağladığı belgelere dayanan ve özellikle yayılma, ilişki, köken, geçmişin yeniden kurulması gibi sorunlara yönelik olan bireşimci incelemeleri ve kuramsal sonuçlan kapsar.
Etnografya
Etnografya, insan topluluklarının betimler ve inceler; yaşamın iktisat, teknoloji, siyaset, hukuk, din ve toplumla ilgili çeşitli yanlarım elden geldiğince, aslına uygun olarak yeniden kurmayı amaçlar. Ayrıca belli bir toplumun davranışlarındaki kültür anlamını araştırması ve bir kültürün öğeleri arasındaki bağıntıları bulması gerekir.
Bazı yazarlar, Tarih öncesi’ne, ortadan kalkmış insan topluluklarının etnografyası gözüyle bakarlar. Etnografya ile etnolojiyi birbirinden kesin biçimde ayrı iki bilim olarak ele almak son derece güçtür. Karşılaştırmalı ve kuramsal bir bilim olan etnoloji, etnografyanın sağladığı belgelerden yararlanır. Ama bu alandaki betimlemeler, tarihsel bir bakış açısından ve kuramsal düşüncelerden ayrı düşünülemez. Nesnel bir betimleme yapmaya ve betimlemelerin doğrulanmasını sağlayacak bir kuram ortaya koymaya yönelen etnografya uzmanı, aynı zamanda da bir etnoloji uzmanıdır. Hattâ, gerçek anlamda etnografyacılar bulunmadığı,yalnızca etnografya alanında çalışan etnoloji uzmanları bulunduğu ileri sürülebilir. Çeşitli nedenlerden ötürü, etnolojinin ve etnografyanın araştırma alanı, bazı dönemlerde yalnızca, “ilkel” diye nitelenen toplumlarla sınırlanmıştır; ama günümüzde, bütün insan topluluklarını kapsamaktadır.
Etnoloji Uzmanı
Her etnoloji uzmanının belirli bir topluluk içinde uzun süre yaşaması ve çeşitli gözlem tekniklerinden yararlanması gerekir. Marcel Mauss’a göre, “yoğun etnografya”, belirli bir insan topluluğunun elden geldiğince eksiksiz biçimde gözlemlenmesi demektir. Usta bir etnografya uzmanı, tek başına üç ya da dört yıl içinde, bir kabilenin eksiksiz incelemesini yapabilir. Bazı etnografya uzmanları, araştırma ekibinde, bir yerbilimcinin, bir bitkibilimcinin, bir fiziksel insanbilim uzmanının ve bir folklorcunun bulunması gerektiğini ileri sürmektedirler.
Gözlemcinin, çeşitli toplumsal olayların (nüfus, dil, teknik, iktisat, toplum örgütlenmesi, hukuk, din) payına düşeni nesnel olarak değerlendirmesi gerekir. Dine önem vererek, bir toplumun tekniklerini ve iktisadım küçümsemek ya da bunun tersini yapmak yanlıştır, öbürlerine oranla daha önemsiz olduğu üeri sürülerek, toplum yaşamının herhangi bir yanım yüzeysel olarak incelemek doğru olmaz. A.B.Dli insanbilim uzmanı Margaret Mead, araştırma tekniğinin, pek çok somut örneğin sistemli biçimde gözlemlenmesine dayandınlması gerektiğini söyleyerek, etnografyanın, “bir kültürün yalnızca önemli gibi görünen öğelerini değil, bütün öğelerini” incelemesi gerektiğini ileri sürmüştür.
Araştırmacının, yerlilerin dilini de çok iyi bilmesi gerekir. Ayrıca, kaydedilmiş bütün metinlerin eksiksiz bir derlemesini yapması ve yerlilerin açımlamalarını yazması zorunludur.
Alan çalışmasında elde edilen verileri toplamak, anlatmak ve kullanmak için günümüzde, teyp, film, hava fotoğrafı, sayısal çözümleme için bilgisayarlar, vb. çok sayıda araçtan yararlanılmaktadır.
Etnografyanın Tarihi
Etnoloji, ancak XVIII. yy’ın ikinci yansında bir insan bilimi özelliği kazanmıştır. Ama daha Eskiçağ’dan bu yana, tarihçilerin, coğrafyaciların, doğabilimcilerin ortaya koyduğu bir etnoloji-öncesi düşünce vardı, insan toplumlarına ilişkin karşılaştırmalı bir incelemeyi, ilk olarak Herodotos yapmış, XVIII. yy. felsefecileriyle birlikte etnoloji, egzotizmden hümanizme geçmiş, söz konusu felsefeciler, XX. yy. etnolojisinin dayanacağı iki temel doğrultuyu taslak olarak ortaya koymuşlardır: İnsansal olgunun toplumsal bir olgu olduğu ve insanoğlunun ancak karşılaştırmalı biçimde incelenip anlaşılabilecek kurumlan bulunan bir toplumun üyesi olduğunun kabul edilmesi; insanlığın, “vahşilik”ten uygarlığa doğru ilerlediği düşüncesi. “Etnoloji” terimini ilk olarak Chavannes, 1787’de Essai sur l’education intellectuelle avec le projet d’une Science nouvelle (Yeni Bir Bilim Taslağıyla Zihinsel Eğitim Üstüne Deneme) adlı yapıtında ortaya atmıştır (Chavannes, bu bilim dalım, evrimcilik çerçevesi içinde, tarihin insanoğlunun incelenmesine yönelik bir kolu olarak görüyordu). “Etnografya” terimiyse, ilk olarak 1810’da Almanlar tarafından kullanıldı ve XIX. yy. başlarında Paris’e yerleşen İtalyan Balbi, fransızca yayımladığı birçok yapıtla, özellikle de Atlas ethnographique du globe’la (Yerkürenin Etnografya Atlası, 1826) terimin yaygınlaşmasını sağladı.
XIX. yy’ın başlarında etnoloji, ırkların incelenmesine yöneldi; bir başka deyişle, çeşitli insan tiplerinin ayırıcı özelliklerini ve ırksal bütünlerin oluşumunu incelemeye girişti. Etnografyaysa, dilsel özellikleri bakımından insan ırklarını tanımak ve saptamak amacına yöneldi. Robert Lowie, The History of Ethnological Theory (Etnoloji Kuramının Tarihi, 1937) adlı yapıtında, Meiners ve Klemm’in, tam anlamıyla etnoloji araştırmasını başlattıklarım ileri sürdü (çünkü ona göre, söz konusu bilginlerin her ikisi de etnolojinin ne olduğu konusunda yeterince açık seçik bir görüşe varmışlardı).
Alman bilgini Klemm, yolculukla ilgili anlatılardan sağlam belgeler çıkarmış ve bunlara dayanarak kuramsal bir sonuca varmaya çalışmıştır. Klemm’e göre, insanlığın evriminde üç aşama vardır: Vahşilik; boyun eğme; özgürlük. Ayrıca, insanlığı, “etkin ırklar” ve “edügin ırklar” diye ikiye ayırmış ve edilgin ırkların, geçmişten kalan töreleri yalnızca taklit ederek aktardıklarını ya da fatihlerin törelerini benimsediklerini üeri sürmüştür. Klemm’in bu ayrımı, günümüzde, birikimci model ile taklitçi model, çağdaşlık ile çağdışılık arasında gözetilen ayrıma benzemektedir. Ama Klemm, söz konusu ayrımın kültürle değil, ırkla ilgili olduğuna inanmıştır.
Etnoloji Kuramları ve Okulları
XIX. yy’da, etnoloji uzmanları belirgin okullara ve çığırlara aynlmışlardı. Bazüan belirli topluluklar içinde yer almakla birlikte, birbirleriyle bağlantılıydılar. Gerçekten, etnoloji uzmanlanmn birbirine karşıt topluluklara bölündüklerini sanmak doğru olmaz. Çeşitli ırklann doğuştan yetenekleri konusunda aralannda ne kadar görüş aynlığı olursa olsun, ciddi araştırmacüar, bu aynlığın pek önemli olmadığım düşünürler. Robert Lowie’ye göre çevrecilik, ırkçılık, ilkel ve mantık- öncesi durum kavramı ile bir ilkel düşüncenin varlığı kavramı konularındaki dört yanlış bir yana atılmıştır.
Etnoloji uzmanlarının ortaklaşa benimsedikleri başlıca eğilimler arasında evrimcilik, yayılmacılık, işlevselcilik, yapısalcılık sayılabilir.
EVRİMCİLİK: Evrimle ilgili biyoloji kuramlarının (lamarkçılık, darwincilik) etkisinde kalmış olan bu görüş, insanlığın, toplum ilerledikçe geliştirdiği içsel yatkınlıkları kendinde taşıdığını ileri sürer.
İnsan toplulukları, toplu bir hareketin etkisinde bulunan birleşici bir öbek olarak görülür, insanlık, belli sayıda “evreler” geçirmiştir; bütün toplumlar da aynı tekçizgili evrimi izler. Çünkü, gelişme, kültürün her düzeyinde, yönlendirici bir çizgiyi izleyerek gerçekleşir. Toplumsal olayların şu ya da bu düzeyine (iktisadi, teknik, dinsel düzeyler) verilen öneme göre, evrimcilik çeşitli biçimler almış ve üstün düzey olan “uygarlık”a varmadan önce insan toplumlarının geçmesi gereken aşa- malan, değişik biçimde saptamıştır. Bu akımın başlıca temsilcisi olan A.B.D’li insanbüim uzmanı Lewis H. Morgan, Ancient Society (Eski Toplum, 1877) adlı yapıtında, insanlığın evriminin üç ana dönemden geçtiğini belirtmiştir: Vahşilik; barbarlık; uygarlık (bunlar, da alt-dönemlere ayrılırlar). Marx ile Engels, Morgan’ın ün kazanmasına önayak olmuşlar ve marxçılık bu bilgini, “yeni bilim”in kurucularından biri olarak benimsemiştir. Tylor, Frazer, Marett gibi etnoloji uzmanları da evrimci okula bağlıdırlar. YAYILMACILIK. Evrimciliğin eleştirilmesinden doğan bu görüş, evrimciliğe karşıt olarak, toplumlarm, toplu bir hareketin etkisi dolayısıyle değil, aralarındaki ilişkiler dolayı- sıyle evrimden geçtiklerim ileri sürer. Yayılmacılığa göre, bir toplumun kültür tarihini ortaya koyarken, bu toplumu kuran öğelerden çoğunun dışardan alınmış olduğunu, ayrıca, icat yapma süreçlerinin seyrekliğinden dolayı, ancak sınırlı sayıda “yayılma merkezi”nin (ya da kültür yuvasının) bulunduğunu göz önünde tutmak gerekir. Bir icat ve yenilik, belli bir yerde ortaya çıkar ve başka toplumlara, yayılma yoluyla ulaşır.
“Kültür karmaşası” ve Kulturkreise kavramlarım kullanan Viyana okulu da, ilgi çekici sonuçlara varmıştır; ama dünya çapındaki genellemeleri dolayısıyle, yayılmacılığa yöneltilen aynı eleştirilere açıktır. İngiliz W.j. Perry ile Elliot Smith’in temsil ettiği “aşırıyayılmacılık”sa, bu açıklama ilkesinin tuhaf sonuçlara varmasından başka şey değildir: Söz konusu bilginler, bir tek kültür yayılma merkezini (Eski Mısır) kabul ederler. A.B.D’li etnoloji uzmanı Franz Boas (1858-1942), yayılma olayının saptanmasının ve belli sınırlar içinde incelenmesinin, kültür değişmelerinin incelenmesinde zorunlu bir hazırlık aşaması olduğunu söyleyerek, bu olaya, akla yakın bir yer ve rol vermiştir.
IŞLEVSELCÎLlK. Her toplumsal olay ve her kurumun, bir bölümünü oluşturduğu toplumsal varlığın bütünüyle olan ilişkileri içinde incelenmesi gerektiğini savunan işlevselci anlayışa göre, bir kültür, artsüremliliğe başvurmadan eşsüremlilik içinde, yani tarihsel verilere dayanmadan, güncel durumu açısından ele alınıp kavranmalıdır.
İşlevselciliğin kurucusu, bu yöntemin varsayımlarını Argonaufs of the VVestern Pacific’te (Batı Büyük Okyanus Argonautları, 1922) açıklayan Bronislaw Malinowski’dir (1884-1942). Aşırılıklarım benimse- meksizin (bunların başlıcası, kültür billurlaşmasını temsil eden kalıntıların ve geleneklerin önemim yadsımaktır) işlevselciliğe dolaylı biçimde bağlanan Marcel Mauss da, her toplumsal olayın, bir “bütünsel olay” olduğunu ve bütün olaylarm karşılıklı birbirine bağımlı bulunduğunu ortaya koymuştur.
Sözü edilen büyük eğilimlerin yanı sıra, teknoloji kuramları ve okullar arasında, yerlilerin yaşam ve düşünüş biçimlerine uygun düşmeyen kavramları uygulamaya yönelen Durkheim okulunun ‘ ‘ruhbilimcilik”i- ni insanlığın ilk aşamasında her şeyin canlı olduğunun düşünüldüğünü ileri süren E.B. Tylor’m (1832- 1917) “cancılık”ım, Lucien Levy- Bruhl’ün çoğunlukla yanlış anlaşılmış olan ve ilk ortaya atildığında iki ayrı düşünce karşıtlığı üstünde önemle durarak, mitosçu düşüncenin “ilkellere” özgü bir düşünce olduğunu ileri süren “ilkelcilik”ini saymak gerekir. Yakın dönemde, özellikle psikanaliz yöntemlerinin toplumsal olguların yorumlanmasına uygulanmasının etkisinde kalan eğilimler de ortaya çıkmış, Linton, Kardiner, Benedict, Mead gibi bazı araştırmacılar, bir topluluğu öbürlerinden ayırt eden özgül kültür niteliklerini ortaya koymaya çalışmışlardır.
YAPISALCILIK. Gene yakın dönemde ortaya çıkan yapısalcılık bir yöntemdir ve Claude Levi-Strauss tarafından, etnoloji alamna sistemli biçimde uygulanmıştır.
ÖBÜR TOPLUMSAL BİLİMLERLE BAĞINTILAR
Etnoloji, etnografyanın yanı sıra coğrafya, tarih, folklor, toplumbilim, toplumsal ruhbilime de dayanır. Fiziksel insanbüim de etnolojinin önemli yardımcılanndandır: Bu bilim sayesinde, göçler, nüfus hareketleri ya da soyaçekim, cinslerin farklılaşması, ırk kavramı gibi insanoğluyla ilgili birçok biyolojik özellik saptanabüir. Ruhbüim üe etnoloji arasındaki bağıntılar üstünde duran Robert Lowie’ye göre, bu iki bilimden hiçbiri öbürüne indirgenemez; ama karşılıklı zenginleşmeleri hem olanaklı, hem de yararlıdır: Etnoloji, bireysel davranışı da göz önünde tutarak, toplumsal modeller ortaya koyma yoluyla ruhbilimi genişletebüir. Öte yandan, tarih ile etnoloji arasındaki bağıntıları inceleyen Levi-Strauss’a göre de, bu iki bilim arasındaki temel aynlık, araştırma konusundan da, amaçtan da, yöntemden de ileri gelmez. Her ikisi de aynı araştırma nesnesine (yani toplumsal yaşama), aynı amaca (yani insanoğlunun daha iyi anlaşılmasına) yönelen ve ancak araştırma dereceleri bakımından farklılık gösteren bir yöntemden yararlanan bu büimler, yalnızca, birbirini tamamlayan bakış açılarının farklılığı bakımından birbirlerinden ayrılırlar. Yani tarih, verilerini, bilinçli anlatımları temel alarak düzenler ve ortaya koyar; etnolojiyse, aynı işi, toplumsal yaşamın büinçdışı koşullarım göz önüne alarak gerçekleştirir. Günümüzde, etnoloji, yalnızca çeşitli insan topluluklarını incelemekle yetinmeyerek, onları kavrayıp anlamaya da çalışır.
Son Yorumlar