Ehli Sünnet Nedir? Görüşleri Nelerdir? Hazreti Paygamber’in sünneti ile sahabelerin ve onları izleyenlerin yolunda olanlara verilen isim. Ehl-i Sünnet ve Cemaat.
Abdülbaki Gölpınarlı ehli sünneti şöyle tarif ediyor:
Ehli sünnet ve Cemaat, adından da anlaşıldığı gibi Hz. Peygamber’in sünnetine, sahabe ve tabiinin topluluğuna uymayı şiar edinen, sahabenin hepsini adı, yani tam adalet sahibi, adaletin ta kendisi tanıyan, aralarındaki dövüşü sövüşü, içtihattan doğmuş kabul eden, doğru bulan, Allah bizi o vakitte bulundurmamakla elimizi korumuş, şimdi de dilimizi korusun diyen bir mezheptir.
Şia’ya, Haricilere, Mufezile’ye, Mürcie’ye, Mücessime ve Müşebbihe’ye karşı olan Sünniliğin de birçok mümessilleri ve kolları türemiş, fakat bugün çoğu kalmamış, bu mezhep, dört ana kola inhisar etmiştir. Bu dört mezhebin her biri, benim mezhebim gerçek, öbürlerinin yanlış olması ihtimali var sözüyle kendi mezhebinin doğruluğunu iddia eder.
Sünniliğin inanç yönü, bilhassa Mu’tezile’ye karşı Ehlisünnetin kelam bilgisini kuran ve 260 hicride (873-874) Basra’da doğuş 324’te (936), yahut bu tarihten birkaç yıl sonra Bağdat’ta ölen, evvelce Mu’tezilî iken kırk yaşlarında, inancından dönen Ebül Hasan Aliyy’ül Eşari ile Semerkand’in Matürid, yahut Matürit köyünde doğup 333’te (944) ayni yerde ölen Ebû Mansûr Muhammed b. Mahmûdı Matüridi tarafından temsil edilmiştir. Bu iki kişiden Eşari, Malikiyye’yle bilhassa Şafi’iyye’nin, Matüridi ise Hanefiyye’nin inançta imamı olarak kabul edilmiştir. Akla önem verilmiş Eşariler’deyse nakle dayanılmıştır. Her iki inanç sistemindeki fark teferruattandır; böyle olmakla beraber, Irak’ta yayılan Eşarilik, Ebül Hasanı Eşari’nin Ahmet b. Hanbel’e büyük bir saygı göstermesine rağmen Hanbeli İbni Teymiyye tarafından şiddetle kınanmış, Zahiri mezhebinden İbni Hazm de onun aleyhinde bulunmuştur. Hanefilerin çoğu Matüridiyye’de inançta benimsemiş, bir aralık İran Selçukluları, Eşarileri hoş görmemişler, hatta onlara lanet edilmişti. Nizamül Mülk, bu şiddet siyasetinin önüne geçebilmiş, kurduğu medresede Eş’ariyye kelamı okunmaya başlamıştı.
Ehli sünnet tarifi, aşamaları ve ehli sünnet mezhepleri arasındaki küçük farklılıkları din bilgini ve tarihçisi Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı şöyle özetliyor:
İsmin kaynağı olarak Hz. Peygamber (s.a.)’in, İslam ümmetinin 73 fırkaya ayrılacağı, birinin cennete, diğerinin de cehenneme gideceği, cennete gidecek tek fırkanın da Resûlul- lah (s.a.) ile ashabının yürüdüğü yolda olan cemâat olduğu şeklindeki hadis gösterilir. Böylece Resûlullah ile ashabının yoluna uyanlara ‘Sünnet ve Topluluk Mensupları’ anlamına Ehlus Sunne velCemâa denmiştir. Gerçi tek başına ‘Sünni’ kelimesi, çok erken devirde rastlanan bir kullanıştır. Maamafih İslam kültüründe Sünnet ve Cemâat Ehli zümrelerine işaret etmek üzere, oldukça farklı isimler kullanılmıştır. Mesela Ehlus Sunne isminin yanında, Ehlus Sunne vel Cemâa Ehlu’s-Sunne ve’l-Cemââ’ ve’l Âsâr Ehlu’l Hadis ves Sunne Ehlus Sunne ve listika me Ehlul Cemâa’ ve benzeri isimlerine rastlanmaktadır. Esasen itikadi edebiyat açısından Sünniliğin tam anlamıyla vücud bulmaya başlaması, Emevi saltanatının sonlarına tekaddüm eden ve Abbasilerin iktidara gelişleriyle devam eden asırda, yani 105/724 yılında Hişam’ın iktidara gelişinden el Menun’un tahta çıkış tarihi olan 198/813 yılına kadarki dönemde vuku bulur. Bu dönem zarfında vücud bulmaya başlayan Ehli Sünnet akidesi, müteakip asır zarfında, cüzi değişme, ama kesin ve ciddi gelişme kaydederek hemen hemen teşekkülünü tamamlamış ve bugün de benimsenen şekline kavuşmuştur. Bütün bunlardan Ehli Sünnet ve benzeri isimlerin, artık üçüncü hicri asırdan itibaren, Müslümanların büyük çoğunluğunu teşkil eden zümreler için son derece yaygın bir tarzda kullanılmaya başlandığı anlaşılmaktadır.
Ancak itikad sahasında Ehli Sünnetin doğuşunu kesin çizgilerle tespit edebilmek fevkalade güçtür, çünkü Müslümanlar, Hz. Peygamber (s.a.) vefat ettiğinde, her bakımdan emniyete alınmış ve gayet düzenli işlemekte olan bir içtimai ve fikri sistem devralmışlardı. İtikadi açıdan, ümmetin cevap aradığı herhangi önemli bir mesele yoktu. Ancak üçüncü halife Hz.Osman’ın katledilmesiyle (h35 m. 656) başlayan olayları takiben Müslümanların zihinlerinde cevap arayan birtakım sorular belirmişti. İslam tarihinde ilk defa Müslümanlar birbirine karşı kılıç çekmiş, birbirleriyle kıyasıya çarpışmıştı. Ölen ve öldürenler arasında, Allah’ın Kuranı Kerimde tebcil ettiği Bedir ashabı Resulullah (s.a.) tarafından daha hayatlarında cennetle müjdelenmiş seçkin sahabe mevcuttu. Şimdi ölen ve öldürenin Hak katındaki durumu ne idi?
İnsan kendisi için önceden tespit edilmiş bir kaderin mahkûmu mu idi? Yoksa fiillerinde tamamen hür mü idi? Allah’ın yasakladığı büyük günahları işlemiş birinin ki adam öldürme bunlardan biridir din ve insanlar katındaki durumu nasıl değerlendirmeli idi? Birtakım olaylara karışmış veya Kuran’ı Kerim’de belirtilen emirleri yerine getirmemiş bir insan, iman ve İslamdan çıkmış olacak mıdır? İdarecilerin zulmü karşısında takınılacak tavır nedir? vs. gibi sorular, Müslümanlar Kuran’ı ve Sünnet’i Nebeviye’yi, inanç noktasından tedkikine götürmeye veya en azından bu meseleler üzerinde bir tavır almaya sevketmiştir, denebilir.
Nitekim daha baştan itibaren bir kısım sahabe, bu meseleler üzerinde durulmasını hiç arzu etmemiş ve kendini bir kenara çekerek tarafsız kalmaya veya olaylar hakkındaki kanaatlerini izhar etmemeye azami itina göstermişlerdir, Maamafih bunların titiz bir hassasiyet gösterdikleri husus, ellerini siyasete bulaştırmaktan kaçınmak idi. Bu zün reniii ilk mümessili, abdullah b. Ömer (74/693)’dir. Ayrıca İbrahim en Nehai (96/714) eş Şabi (104/722) ve el Hasan elBasri (110/728)’de bu mutedil veya merkez zümrenin mensupları arasında zikredilebilir. Bu mutedil zümrenin müşterek vasfı, devlete ve temel İslami esaslara bağlılık, samimi bir sadakat ve cemaatın devamı ve terakkisi için azami gayret şeklinde özetlenebilir.
Bu zümre mensupları arasında el Hasan elBasri’ııin Ehli Sünnet’in fikir ve itikad esaslarının tezahüçü ve şekillenmesinde önemli bir yeri vardır. O, her şeyden önce, devrinin siyasi hadiseleri hakkında muayyen görüşler izhar etmiş ve bu arada Emevileri tenkid eden birçok ileri gelen şahısla da dostane ıııünesabetler içinde olmuştur. Ancak, o, fiileri Emevilere karşı olmakla birlikte, bu idareye karşı ayaklanma teşebbüslerini tasvip etmemiş ve Miislümanlardan bu isyanlara katılmamalarını istemiştir. Maamafih o, zalim bir idareciye her şartta itaati savunmamış ve Allah’a karşı bir günah söz konusu olunca mahluka itaat düşmez diyerek Allah’a karşı gelmeyi gerektirecek bir talepte bulunduğu takdirde idareciye itaat mecburiyetinin kalktığını ifade etmiştir. Hatta iktidar mevkiinde olanları mütemadiyen doğru yola çağırmanın Müslüman bir alimin vazifesi olduğunu belirtmiştir. Bu ifadeler onun, bütün Müslümanların birliği ve kardeşliğinin derin hissi ile bir ve beraber olma ve fitneden uzak kalma endişesinin tezahürleridir. elHasan, elBasri’nin, büyük günah (kebire) işleyenin bir münafık olduğunu söylemesi, Ehli Sünnet’in daha sonraları benimsenen görüşünün ilk ifadesidir. Keza onun Hülefai Raşidi’nin sırası hakkındaki görüşü de Ehli Sünnetin değişme kanaati olarak benimsenmiştir.
Ehli sünnet’in görüşlerinin teşekkülünde, şüphesiz ilk ciddi ve büyük isim İmam Âzam Ebû Hanife numan b. Sabit (150/767)’tir. Onun elFıkhul Ekber adlı eserinde söz konusu ettiği itikadi esaslar ve bunların ele alınış tarzı, bilahare Ehli Sünnet akaidinin temel taşlan olarak mütalaa edilmiştir.
Buna göre Allah, zati ve subuti sıfatları ile sayı yönünden değil, eşi ve ortağı bulunmaması yönünden birdir, tektir.
Allah’ı birlemenin esası, Allah’a meleklerine, kitaplarına, resullerine, öldükten sonra dirilmeye, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna, hesap, nizam, cennet ve cehenneme inanmak ve bunların hepsinin hak olduğunu kabul etmektir. el-Fıkhu’l- Ekber’de tevhid, nübüvvet, büyük günâh, Allah’ın görülmesi, iman ve İslam, şefaat, ahiret ve benzeri Ehl-i Sünnetin akaid esasları olarak üzerinde durulan meseleler, daha sonraları geliştirilmiştir. Bu gelişme, klasik tasnif sistemi içinde, Selefiyye veya Ehli Sünneti Hassa ile Halefiyye veya Ehli Sünneti Amme adları altında ele alınır.
Sahabe ve tabiun mezhebinde bulunan fakihler ve muhaddislerin yolu şeklinde tarif edilen Selefiyye, yaklaşık hicri üçüncü yüzyıl başlarında teşekkül etmiştir. Bunlara göre Kuran ve Sünnette belirtilen esaslara, akıl ve reye müracaat etmeksizin ve tevile başvurmaksızın olduğu gibi inanmak gerekir. Allah’ın sıfatları ve sair itikadi konularda tafsilata girişmek ve üzerlerinde inceden inceye fikir yürütmek doğru değildir. Nasları aynen kabul etmek ve müteşabihler ile zor meseleleri çözmek için aklın hakemliğine veya tevile yanaşmamak lazımdır. Bu zürme arasında Ma’mer b. Raşid (153 7~0), Evzai (157/774), Sufyan esSefi (161/778), Malik b. Enes (179 Sufyan b.Uveyne (198/814) inananlar da bulunmaktadır. bu yüzdendir ki, Hanefî, Şafiî, Malik? ve diğer Ehl-i Sünnet mezheplerinin ilk alimlerinin Selefiyye’den olduğu söylenir.
Mamafih Selefiyye’nin resmi mümessili ve imamı olarak Ahmed lbn Hanbel (241/855) görülür. Esasen fıkıhta Hanbeli mezhebinin kurucusu olan İbn Hanbel, fıkıhta takip ettiği usulü, itikadda da aynen benimsemiştir, denebilir. Ona göre, delillerin kaynağı Kitap ve Sünnet’tir. Bunlardan sonra sahabe gelir. Sahabe fetvası da kabule şayan ana delildir. Kıyas hemen hiç iltifat etmediği bir delil kaynağıdır. İşte bu yüzdendir ki o, itikadi konularda akla yanaşmamış, bu hususlarda tartışmaya ve derin açıklamalara karşı çıkmıştır.
Selef akidesi, hicri yedinci yüzyıl sonlarında İbn teymiye (728/1328) tarafından ihya edilip geliştirilmiş onu da talebesi İbn Kayyim elCevziyye (751/1350), takip etmiştir. Yakın dönemlerde isa, Muhammed İbn Abdil vehhab (1207/1792), Seyyid Ahmed Şehid Bareli (1247/1831), çağımızın modemist müslümanlarından Muhammed Abduh (1323/1905), Muhammed Reşid Rıza (1354/1935) gibi isimler, Selefiyye’nin mümessilleridir.
Ehl-i Sünneti Âmme de denen Halefiyye ise, Selefiyye’nin aksine müteşabihler üzerinde düşünmenin, anlamaya çalışmanın ve onları muhkem ayetlerin ışığında tefsir etmenin, bizzat Kur’anı Kerim’in mantığına uygun olduğunu ve taklidden kurtularak delilleriyle inanmanın dinin emri bulunduğu kabul edenlerin mezhebidir. Bunlara göre dinin meselelerinin anlaşılıp anlatılabilmesi, yüce hakikatinin ortaya çıkarılabilmesi için aklı kullanmak ve onun nimetlerinden istifade etmek şarttır. Maamafih bu hususta akıl yegane dayanak değil, naklin anlaşılması için zaruri bir hakemdir.
Esasen Ibn Kullâb elBasri (240-854) ve Haris b. Esed el Muhasibi (243/857) gibi Selef alimleri, kendi zamanlanna kadar teessüs etmiş bulunan selef akidesini, kelamın ana delillerinden olan aklın hüccet ve burhanlarıyla teyid etme ihtiyacını duymuş isimlerdir.
Bu devreden bir asır sonra, İslam itikad sahasının iki büyük ismi olan Ebu’l Hasan elEşari (324/836) ile Ebu Mansûr el Maturidi (333/944), Ehli Sünnet’in görüşlerini bütünüyle sistemleştirmiş, yaymış ve hemen hemen nihai şekline kavuşturarak teşekkülünü tamamlamışlardır. Artık bunlardan itibaren Ehli Sünnet’in itikadi görüşleri Eşarilik ve Matüridilik adı altında tedvin edilir olmuştur.
İslam düşünce tarihinde pekçok işlenen ve fıkıhta Şafii ve Maliki mezhebine mensup olanlarla oldukça cüzi bir Hanbeli zümre tarafından benimsenen Eşari akaidi, İmam Eşari’den sonra tbn Furek (400 veya 406/1009-1015), Ebû Bekir Muhammed el-Bâklâni (403/1085), Ebû Mansûr Abduhalim el-Bağdadi (429/1036) Ebû Hammid el Gazzali (505/1111), Ibn Tûmert (524/1030), Fahruddûn er Râzi (606/1210), Adûduddûn el-Ici (657/1355), Seyyid Şerif el-Curcânî (816/1413) gibi alimler tarafından devam ettirilmiştir.
Ehli Sünnet iki ana kolunu teşkil eden Eş’ariler ile Mâturîdiler arasında esasta değilse de teferruatta bazı cüz’i farklılık vardır. Bu farklılıklar Ebû Azha’nın er-Ravdatu’l-Behiyye adlı eserinde, teferruatıyla gösterilmiştir. Maamafîh Ehl-i Sünnet, aralanndaki birtakım cüz’i farklılıklara rağmen, diğer mezheplerin ele aldığı ve değişik görüşler ileri sürdükleri mes’eleler hakkında, esas itibariyle aynı istikamette görüş beyan etmiştir. Böylece Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’ın cumhûru, din rükünlerinin belli meseleleri üzerinde tek görüş halinde birleşmişlerdir. Bu hususlar, Ebû Abdül- kudar el-BagdâdTmn et-Faric Beyne’l- Fınk adlı meşhur eserinde sayılmış ve izah edilmiştir.
Netice itibariyle Ehl-i Sünnet, doğrudan doğruya Kur’an-ı Kerim ve Sünnrt-i Nebeviyye’nin özüne ve aslına sahip çıkan cumhûr’un yoludur. Allah’ın buyurduğu es-Sırâtu’l- Mustakim’dir. Onun için de dünya Müslümanlarının en büyük çokluğunun (%93) gönül verdiği bağlandığı ve itikadi görüşlerinin dayandığı kaynaktır.
Son Yorumlar