İsviçreli ruh bilimci, psikiyatr ve karakter bilimci (Kesswil, 1875- Küsnacht, 1961).
Basel’de tıp, Zürih’te de psikiyatri öğrenimi gören Carl Gustav jung önce Freud’un izleyicisiydi ama daha sonra 1912’de, kendi “çözümleme ruhbilimi”ni hazırlamak üzere ondan ayrıldı. Basel Üniversitesinde uzun süre profesörlük yaptı.
Carl Gustav Jung
jung’un Freud’a borçlu olduğu şeyler ve ikisinin öğretilerindeki ortak yanlar çoğunlukla önemsenmez. Oysa jung, daha 1900’de ipnoz uykusunda düş öykülerini de göz önüne alarak çözümleme yapıyordu ve 1906’da büyük yankılar uyandırarak psikanalizi benimsemesi, yeni okul için önemli bir olay olmuştu, jung, freudçuluğun bilinç dışı kavramını, nevroz belirtileri öğretisini, düş kuramının özünü benimsedi ama derin görüş ayrılıkları, iki araştırmacının çok geçmeden birbirinden ayrılmasına yol açtı.
Cinselliğin İşlevi
Görüş ayrılıklarının birincisi, cinselliğe ilişkindi, jung, nevrozlarla bağıntılı cinsellik kuramını, bir “dogma, sarsılmaz bir dayanak” yapmak gerektiğini Freud’un, kendisine söylediğini anlatır. Oysa, jung’a göre cinsellik evrensel bir yaşam atılımı gibi gördüğü libidonun özelliklerinden biridir. Aynı biçimde nevrozların kökeni de, çocukluktaki cinsel yaşamda değil, hastanın o andaki ruhsal çatışmalarında aranmalıdır.
Freudçuluğun kesin bir biçimde gözden geçirilmesi özellikle bilinç dışı kavramına dayanır. Freud’a göre bilinç dışı, bastırılmış, ruhsal içeriklerden oluşur. Oysa jung, bu kişisel bilinç dışının yanı sıra, ortaklaşa bir bilinçdışı keşfettiğine inanır. Bu bilinçdışı, doğuştan gelen köksel imgeleri (anatipleri) kapsamaktadır ve bu imgelerde, doğuş halindeki insanlığın bazı temel durumlar karşısında yaşadığı ortaklaşa deneyim yoğunlaşmış olarak bulunmaktadır. Bu imgelereyse kişisel düşlerde olduğu gibi bütün folklorlardaki ortak mitlerde ve efsanelerde (yılan imgesi, büyücü, dev, vb.) de rastlanır. Üstelik bu ana-tipler, bireyin bilinçli beni, mutluluğun ve bilgeliğin doğuştan ilkesi olan ortaklaşa bilinç dışından çok fazla uzaklaştığında, bireyi uyararak düzenleyici bir işlev de görür.
Komplekslerin Tipolojisi
Jung, temel öğeleri düşünce, duygu, duyum ve sezgi olan yeni bir karakter-bilimin de yaratıcısıdır. Bu öğeler, bireylerde, farklı ölçülerde bulunur ve hepimizin karakterini oluşturan iki temel eğilimden biriyle bileşim halindedir. Temel eğilimler, dışa dönüklük ve içe dönüklüktür. Dışa dönük, genellikle dış dünyaya, şeyler ve insanlar üstüne etki yapmaya yöneliktir; bunun tersine, içe dönük, kendi benini eleştirmekle yetinir. Ama bilinçle bilinç dışı arasında, bu iki eğitimi dengeleyen bir giderme mekanizması vardır. Bundan ötürü, bilinciniz içe dönükse, bilinç dışımız dışa dönüktür ve bunun tersi de doğrudur.
Jung, kompleks kavramını da genişletmiştir. Ona göre, kompleksler, kişiliğimizin etkin parçalarıdır ve ruhsal varlığımızın geri kalan bölümüyle bütünleşmeksizin davranışlarımızı biz farkında olmadan yönetirler. Komplekslerin çoğunlukla bozucu bir etkisi vardır, ama sağladıkları enerji toplanabilir ve bireyin uyarlanmasına yararlı duruma getirilebilir.
Freud, bu genelleştirmeyi eleştirmiştir. Ona göre bu genelleştirme, ne kadar ruhsal tip varsa, o kadar kompleksin bulunduğu sonucuna varmayı gerektirecektir. Freudçuluğun kabul ettiği kompleks (temel olarak Oidipus kompleksi), hem kısıtlayıcı hem de temel, yani yapılandırıcı bir işlev görür. Freudçu ruhbilim ile jung’un çözümleme ruhbilimi arasındaki çok derin kuramsal karşıtlıkların ardında, çok daha derin bir çatışmanın bulunduğu söylenebilir ve bu, iki araştırmacının dinsel sorun karşısındaki tutumundan kaynaklanmaktadır. Gerçekten de Freud, her zaman bilim alanında kaldığı halde, jung gizemciliğe çok yakın bir ruhçuluğu benimsemiş, bu tutum da yaşamının sonlarında Hint öğretilerine yaklaşmasına yol açmıştır.
Son Yorumlar