Aşık edebiyatı, kendilerine âşık denilen saz ozanlarının, geleneksel biçimler içinde yarattıkları ürünleri kapsar. Bu âşıkların aşağı yukarı tümünün, ürünlerini sazları eşliğinde, doğaçtan söylemelerinden ötürü, Âşık edebiyatına saz şiiri de denir.
Halkla çok yakın ilişki içinde bulunan tekkelerin vakıf düzeni içinde güçlenip, köşk ve saray çevrelerinden destek gören saz ozanları, hem eski destan geleneğini sürdürüyor, hem aşk ve doğa üstüne şiirler söylüyor, hem de sözüne sazıyla eşlik ediyordu. Ustalarının izinden yürümeyi ilke edinen, yaşadıkları çağın Ve çevrenin genel eğilimlerini, görünümlerini şiirlerine özellikle yansıtan saz ozanları, köylü ozanlar, kasaba ve kent ozanları. Yeniçeri ozanları, göçebe ozanlar gibi adlarla çeşitli sınıflara ayrılırlar.
Âşık edebiyatında, âşık olabilmek için, geçirilmesi gereken birtakım dönemler vardır. Özellikle saz çalıp şiir söylemeye yetenekli gençler, çırak olarak büyük aşıkların çevresinde toplanırlar, ustalarından bir takma ad (mahlas) alırlar, gerekli sanat ve gelenek eğitimini gördükten sonra “fasıl’a girmeye başlarlar, ülke sınırları içinde uzun gezilere çıkarlar ve sonunda âşık olurlardı. Kent ve kasabalarda, genellikle halkın yoksul kesiminden ya da asker sınıflarından çıkan bu âşıklar, kasaba ve kent kültürü (klasik şiir ve musiki, tasavvuf felsefesi, İslam dini ve kültürü) konusunda genel bilgiler edinirlerdi. Köylerde ya da göçebe, yarı-göçebe topluluklarda yetişen âşıklar, kent ve kasaba âşıklarına oranla halkın edebiyat beğenisine daha yakındılar. Bununla birlikte, gene de kent ve kasaba ozanlarının etkisinde kalmışlar, onları örnek almışlar, böylece kent ve kasaba kültürüne de yabancı kalmamışlardı. Özellikle bu âşıklar üstünde, köylere kadar yayılmış olan Bektaşîliğin izleri ve etkileri görülür.
Âşıklar arasında son zamanlara kadar süregelen bir inanca göre, ozanlar iki bölüme ayrılırlar: Kalem ozanları, yani yüksek sınıfa özgü şiirler yazan klasik ozanlar; mey-dan ozanları, yani halk toplantılarında doğaçtan şiirler düzen ve bu şiirleri, sazlarıyla çalıp söyleyen saz ozanları.
Saz ozanları çeşitli yönlerden kendilerini klasik ozanlardan üstün tutarlar: En çok öğündükleri yönleri, herhangi bir konu üstünde herhangi bir uyak ile doğaçtan şiir söyleyivermeleridir. İkinci üstünlük savları da şiirlerini saz eşliğinde dile getirmeleridir. Gerçekten de, saz ozanları çeşitli dönemlerde kopuz, kara düzen, bozuk, tambura, çöğür gibi sazlar kullanmışlardır.
XIV. ve XVIII. yy’larda çöğür çok tutulduğu için saz ozanı için çöğürcü de denilmiştir. Saz ozanları, kahvehane, bozahane, mesire, panayır, kervansaray gibi yerlerde, kalabalık bir halk topluluğu karşısında çalıp söyledikleri ve birbirleriyle atıştıkları için, kendilerini klasik ozanlardan üstün tutarlar.
Toplantı yerleri, kent ve kasabalardaki kahvehaneler, bozahaneler, meyhaneler, vb. olan aşıklar, belli dönemlerde, bu yerlerde toplanırlar, söyledikleri şiirlere sazlarıyla eşlik ederler, ülkeyi dolaşırlar, tekkelerde (özellikle Bektaşi tekkelerinde), zenginlerin konaklarında konuk edilirlerdi. Hatta sarayda bile çöğür çalıp, şiir söyleyen âşıklara Taşlanmıştır. XV. yy’ın başlarında Anadolu’da, ellerinde sazlarla ilahiler okuyan derviş-ozanların bulunduğunu da kimi kaynaklar yazmaktadır.
XVI, yy’da yetişen âşıklar arasında, Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi’ ne destan yazan Bahşi, bir Yeniçeri ozanı olan Öksüz Dede, Özdemiroğlu Osman Paşa’nın komutasındaki ordusuyla İran savaşlarına (1578 ve 1584) katılan, Şirvan’ın ve Tebriz’in alınması üstüne destan yazan Köroğlu, Kul Mehmet, Geda Muslu, Kul Çulha özellikle anılabilir. XVI. yy’ın ikinci yarısında âşık geleneğinde Divan şiirinin etkileri, az da olsa görülmeye başladı. Göçebe âşıkların kentlileşerek saray ve çevresinin koruyuculuğuna girmeleri, Divan ozanlarıyla yakın ilişki kurmaları ve onlara öykünmeleri,bu etkileri sonraki yüzyıllarda daha da yoğunlaştırdı. Böylece geleneksel âşık şiiri çizgisinden oldukça uzaklaşan kimi âşıklar, Divan ozanının dünya görüşünü benimsemeye başlamış, Divan şiirinin biçim ve içerik özelliklerini -gözetir olmuşlardı. Dil ve anlatım da, Divan ozanının dil ve anlatımına oldukça yaklaşmıştı. XVII. yy’da âşık geleneğinden hemen hiç sapmayan ozan, yaşama bağlı, güzellere karşı içten ve sıcak bir sevgi besleyen, doğa güzellikleri karşısında coşan, gurbeti duyan Karacaoğlan olmuştur. Hece ile koşmalar, türküler, aruz ile divan ve müstezatlar yazan Gevheri, özellikle aşkı konu edinen şiirlerinde, lirizmin doruğuna ulaşmış; Divan şiirinden etkilenen Âşık Ömer, bu etkileri âşık geleneği içinde eritmesini bilmiş; Yeniçeri âşıklarından Kayıkçı Kul Mustafa, özellikle Genç Osman adlı bir yiğit üstüne söylediği destanıyla önlenmiştir. XVII. yy’da yetişmiş öteki saz ozanları arasında da Kâtibi, Üsküdari, Keşfi, Kul Deveci, Benli Ali ve Gazi Âşık Hasan anılabilir.
XIV. yy’da âşık geleneğinde geniş çevrelerde ün yapabilmiş bir ozan yoktur; ancak bazı Divan ozanlarının bu dönemde Âşık şiirine eğilim duydukları ve âşık geleneğine uygun şiir yazma denemelerinde bulundukları dikkati çekmektedir. XV. yüzyılsa, Âşık şiirinin en verimli olduğu dönemdir. Bu dönemde her ne kadar Divan şiiri etkisini sürdürdüyse de (çünkü saz ozanları, kalem ozanları dedikleri klasik ozanlarla rekabet içindeydiler), bu yüzyılda yetişen âşıkların sözünde ve sazında âşık geleneği olgunluk evresini yaşadı. Koşmaları Karacaoğlan’ı, koçaklamaları Köroğlu’nu anımsatan Dadaloğlu, Divan şiiri etkilerinden uzak kalabildiği için, halk arasında çok sevilip tutuldu. Medrese öğrenimi görmesi nedeniyle, Divan şiirinin etkisinde kalan Erzurumlu Emrah, özellikle âşık geleneğine bağlı şiirlerinde büyük ustalık gösterdi. Divan şiiri geleneğini sürdüren ve şiirleri bir Divan’da toplanan Bayburtlu Zihni, Halk şiirini küçümsemesine karşın, koşmalarıyla ün yaptı. Bektaşîliği benimsemiş olan Dertli, Divan, Tekke ve Âşık geleneğini kendine özgü lirizmi içinde ustaca birleştirmesini bildi. Âlevi-Bektaşi tarikatından olan Seyrani de, özellikle toplumdaki ahlak bozukluğunu, yöneticilerin yolsuzluklarını, zorbalıklarını korkusuzca taşlamaktan geri durmadı. Bu dönem ozanları arasında ayrıca, Tokatlı Nuri, Ruhsati, Sümmani, Deli Boran, Gündeşlioğlu da sayılabilir. Âşık edebiyatı XIX. yy’ın ikinci yarısında gerileme ve çöküş dönemine girdi. Âşık kahvelerinin yerini semai kahveleri tutmaya başladı. Böylece âşık tarzı yozlaşmaya ve dar bir topluluğun edebiyatı durumuna gelmeye başladı. Abdülhamid yönetiminin baskısı, savaşlarda pek çok âşığın ölmesi, âşıkların ordudaki görevlerinin sona ermesi, ulaşım araçlarının gelişmesi, tekkelerin kapatılması, âşıkların koruyucularını yitirmeleri gibi pek çok neden Âşık edebiyatının gerileyip çökmesinde etkili oldu.
XIV. yy. âşıklarında dil ve tavır geleneksel çizgiyi sürdürürken, konular da yer yer çağın içindeki toplumsal, siyasal oluşumlara kadar uzandı.
XVII. yy. âşıkları arasında yer alan Âşık Veysel (Şatıroğiu), âşık geleneği içinde aşk, doğa, tasavvuf, toplumla ilgili olaylar, vb. konuları zengin bir duyuş ve dille yoğurdu. Alevi âşıklardan Âşık İzzet Özkan, âşık geleneğinden sapmadan, sazı eşliğinde çağdaş konulan şiirine aktardı. Ayrıca, Kağızmanlı Hıfzı, Elbistanlı Derdi çok, Yusufelili Huzuri, Talibi Coşkun, Âşık İhsani, Yaşar Reyhani, Halil Karabulut, Sefil Selimi, Murat Çobanoğlu da âşık geleneği içinde yer alan etkinlikleriyle dikkati çektiler.
Son Yorumlar