Etrüskler, Orta İtalya’da İ.ö. X. ve İ.Ö. IX. yy’da ortaya çıkan ve İ.Ö. I. yy’da Roma toplumu içinde (Sulla’mn diktatörlüğü dönemi: İ.Ö. 82-79), kesin biçimde eritilen halk.
Eski uygarlıklardan pek azı, Etrüsk uygarlığı kadar ilgi uyandırmıştır; en bilimsel inceleme ve araştırmalara karşın, günümüzde de bu halkla ilgili çeşitli efsaneler sürüp gider: Çünkü Etrüskler konusunda hiçbir şey tam anlamıyla kesin değildir; eldeki belgelerin azlığı nedeniyle en çelişkili varsayımlar ileri sürülebilmekte, hattâ akla yakın bulunabilmektedir.
Bu karışıklık adlarıyla başlar: Yunanlıların, Lydia’lı bir göçmen topluluğunu İtalya’ya götüren kral Tyrsenos’un adından dolayı bu halkı Thyrsenoi ya da Thyrrhenoi diye adlandırdıkları, Romalıların da aynı adı bozarak Etruri, Tusci ya da Etrusci haline getirdikleri düşünülmektedir. Oysa, Etrüsklerin kendilerine, bazı uzmanlara göre ilk başkanlannın adı olan, bazı uzmanlara göreyse “insanlar” anlamına gelen Rasena adım verdikleri sanılır.
Gizemli Bir Halk Etrüskler
Daha Klasik Çağ’da Yunanhlar ve Romalılar için bile bilimsel bir tartışma konusu olan Etrüsklerin nereden geldikleri sorusuna henüz açıklık kazandınlamamıştır. Tarihçi Herodotos’a göre, Etrüskler Doğu’da bir yerden (Lydia ya da Kafkasya’ dan) gelmişlerdir. Roma imparatorluğu döneminde en yaygın biçimde benimsenen bu görüş, günümüzde de pek çok tarihçi tarafından paylaşılmaktadır. Ama tarihçi Halikamassoslu Dionysios, Etrüsklerin yerli bir halk olduğunu, Titus Livius, Plinius ve îustinus’un desteklediği, Rasena üe Raetia Alpleri’nde yaşayan küçük kavimlere verüen Raeti adı arasındaki benzerliğe dayanan üçüncü bir kuramsa, Etrüsklerin İtalya’nın kuzeyinden geldiklerini üeri sürmüşlerdir. Günümüze kadar hiçbir tarihçi, bu varsayımları doğrulamayı da, çürütmeyi de başaramamıştır.
Etrüsklerin dilleri de aynı ölçüde gizemlidir. Yaklaşık yüzelli yıl boyunca yapılan kazılar sırasında, 9 000 kadar yazıt bulunmuş ve incelenmiş (en önemlileri Zagreb mumyasının şeritlerinde, Capua tuğlasında, Perugia sütununda ve Fornello vazosunda görülen ölü yazıtlarıdır), alfabeleri de kesin olarak saptanmıştır. Bu alfabe aşağı yukarı Batı Yunan alfabesindeki, yani Limni, Midilli adalarında bulunan dikmetaşlardaki, Cumae’deki (Napoli yakını) Kaide kolonisinin mezar anıtlarının üstündeki yazılarla aynıdır ve sağdan sola doğru çizilmiş yirmi altı işaretten oluşursa da, yunancayla olan bütün benzerlik bu noktada biter; çünkü çözülen sözcükler, bilinen hiçbir eski dile benzemez (yakın dönemde kazılara hız verilmesinin, bu konuya bir açıklık getireceği umut edilmektedir). Etrüsk uygarlığı coğrafya bakımından Arno ile Tiber ırmakları arasında gelişmiş, ama en parlak döneminde (İ.Ö. V. yy.), kuzeye doğru, Po ovasına kadar yayılmıştır. Etrüskler hiçbir zaman gerçek bir devlet kuramamışlardır: Başlıca kentleri (Tarquinia, Vulci, Vetulonia, Cerveteri, Arezzo, Chiusi, Volterra, Cortona, Perugia, Orvieto, Veii, Fiesole), aralarında çok gevşek siyasal bağlar bulunan bir tür federasyon oluşturuyor, zaman zaman birbirleriyle savaşıyorlardı; ayrıca bir dış düşman karşısında da birbirlerine hiçbir zaman yardım etmezlerdi (Romalılar ülkelerim işgal etmeye başladıklarında da, birleşemediler).
Ama ortak bir oligarşileri ve ortak bir dinleri vardı. Bu dinin yapısında, Eski Yunan-Roma mitolojisiyle pek çok ortak yan bulunuyor, tepede tanrısal bir üçlü (Tinia [Jüpiter]; Uni [Juno]; Menerva [Minerva]) yer alıyordu. Tanrılara gizli ve adı anılmayan tanrısal güçlerin yardım ettiklerine inanılıyordu.
Bir yerleşme biriminin kent sayılması için, en azından üç kapısı ve tanrısal üçlüye adanmış üç tapmağı olması gerekirdi.
Etrüsk Sanatı
Etrüsk sanatı çok yakın tarihlerde ortaya çıkarılmış (eski tarihçiler bu sanatı ya hiç tanımıyorlar ya da Roma sanatının ilk yapıtlarıyla karıştırıyorlardı), ilk kazılar (çoğunlukla değerli eşyaların tam bir yağmalanması halindeydi) sonucunda, bu sanatın niteliğinin aydınlatılması ancak XVIII. yy.lsonunda gerçekleştirilmiştir. Etrüsklerin kaba tuğla ve ağaçtan yapılmış mimarlık ürünleri, kentleri, tapınak ve yapıları bütünüyle yok olmuş, geriye yalnızca belirsiz temeller ve yığma (pek az yontularak, harç kullanmadan üst üste yığılan büyük taş blokları) duvar parçaları kalmıştır. Volterra, Fiesole, Cosa, Santa Severa, Cortona ve Vetulonia’da sur kalıntılarına raslamr. Çok önemli duvar kalıntılarının bulunduğu Volterra’da, temelindeki üç baş heykelinin tanrısal üçlüyü anımsattığı, yarım daire biçiminde bir kemere destek olan çok kalın dikmeli bir kapı (Porta dell’Ar- co) da yer alır. Perugia ve Civitacas- tellana’daysa, daha az korunmuş ya da daha yakın bir tarihte onarım görmüş benzer kemerler vardır. Ayrıca, Graviscae kuyusunun kemeri ile Morzabotto’daki (Bologna), günümüze kadar ulaşan tek kent yolunu da belirtmek gerekir.
Etrüsk Mezarları
Ölünün yaşamının olağanüstü bir sanat zenginliğiyle yüceltildiği gerçek birer konut olan Etrüsk mezarları, günü müze kadar korunmuştur. Etruria’nın güney bölgelerinde, mezarlar doğrudan doğruya tüf ler içine oyulmuştur; kuzeydeki taştan tümülüslerse, kubbe ve kemerin (bunları İtalya’da ilk kullananlar, İ.Ö. VI. ve V. yy’larda Etrüskler olmuştur) çok iyi bilindiğini ortaya koyar. Bu mezarlar oldukça büyük boyutlardadır; Çapları 40-50 m arasında değişir; tümülüsün yüksekliği bazen 40 m’yi bulur. İçteki yerleşme, dönemlere ve sitelere göre değişiklik gösterir; bazen koridorlarla (Cerveteri’deki Regolini- Galassi mezarında beş koridor) ortadaki bir salondan odalara yönelinir;
bazen de mezar, birbirini izleyen küçük odalardan oluşur, ilk yüzyıllarda, ölüler yakılıp daha sonra gömülmüş, ama yakma ve gömme işi çoğu zaman birlikte yapılmıştır. Ölü külü kaplan (uma) çok belirgin özellikler taşır. Kapak çoğunlukla ölünün baş ya da büstünü temsil eder; kulplara kol biçimi verilmiştir. Lahitler yontma taştan, doğal ya da çokrenkli seramiktendir (Vulci’de Francesco mezarı); Cerveteri’deki hayranlık verici “eşler” ları dinde, ellerini görünmeyen konuklara uzatmış, gülümseyen bir çift görülür. Mezar-evlerintümü, pencereleri, kapıları, mobilyaları taklit eden al- çak-kabartmalarla ya da fresklerle süslüdür. Fresk tekniği (Cerveteri’de Campana mezarı [İ.Ö. VII. yy.]; tümü Tarquinia’da bulunan Leopar [İ.Ö. VI. yy.], dell’Orca ve Boğa [İ.Ö. 540J, Kuş [İ.Ö. 530], Av ve Balık avı [İ.Ö. 510] mezarları ile Triclinium’un ola- anüstü mezarı [İ.Ö. 470]), öncelikle itkisel boyaların (beyaz; siyah; kırmızı ve sarı), daha sonra da mineral boyaların (mavi; yeşil; pembe; kahverengi; mor) kullanıldığını ortaya koyar. Konular, İ.Ö. V7I. – İ.Ö. IV. yy’lar arasında gün geçtikçe farklılaşmış, önceleri en neşeli görünümüyle gerçek yaşam tabloları (şölenler, danslar, oyunlar), daha sonra mitolojiden alman sahneler ya da Hades’in ülkesi olan ölüler krallığından görüntüler ağır basmıştır.
Mezarlarda, her türden eşyaya da ras- lanır: Vazolar (kulplu çanaklar, maşrapalar, askos’lar); Etrüskler mermeri tanımadıklarından, taş, alçı, tüf, volkanik topraktan, özellikle de tunçtan yapılmış heykeller. Mücevherler çok ince bir zevki, değerli maddelere (altın, gümüş, fildişi) duyulan çok belirgin bir ilgiyi ve Etrüsklerin kuşkusuz Doğu’yla bağlantılarından öğrenmiş olacakları çok ileri bir tekniği (mine, telkâri, vb.) ortaya koyar.
ETRÜSK SANATININ DEĞİŞİK DÖNEMLERİ
Mezarlarda bulunan eşyalardan ve Romalılar aracılığıyla günümüze ulaşan ender parçalardan (özellikle heykeller) yola çıkan sanat tarihçileri, Etrüsk sanatını çok kesin çizgilerle belirlenmiş dönemlere ayırmayı denemişlerdir: Kupa ve vazolar üstünde yer alan ve genellikle şeritlerden, çizgilerden, iç içe geçmeli biçimlerden oluşan desenlerden, vazoların biçimlerine kadar Euboia (Eğriboz) kaynaklı olduğu sanılan geometrik dönem (yaklaşık olarak İ.Ö. IX.-VIII. yüzyıllar arası); İ.Ö. VII. yy’dan İ.Ö. VI. yy’a kadar Etruria’mn güneyindeki Yunan kolonileriyle komşulukla aynı zamana raslayan doğululaşma dönemi (bu dönem Etrüsk sanatının doruğa ulaştığı, figüre önem verilen bir dönemdir; başlıca yapıtları arasında, Vetulonia takılan, Veii heykelleri [Vulca adlı birine mal edilir] sayılabilir; pişmiş toprağı ustalıkla işleyen Etrüsk sanatçıları, Yunan sanatının da etkisiyle, pek ince sayılamayacak bir malzemeye çok büyük bir saygınlık kazandırmışlardır; Hermes, özellikle Veii Apo7/on’u[Giulia Villası Ulusal Müzesi, Roma], son derece özgün yapıtlardır); Yunan etkisinin azalmaya başlayarak (aşağı yukarı İ.Ö. 5501, daha geniş bir anlatımla ve dramatik etki arayışıyla belirlenen helenistik dönem (İ.Ö. 450’ye |doğru Capitolium’daki Dişi Kurt’un [Roma’nın simgesi olmuştur] ve ünlü Arezzo Ejderhası’nm [Floransa Arkeoloji Müzesi] yapıldığı dönem); Etrüsk uygarlığının, korkunç komşusu Roma’nın günden güne büyüyen gücü nedeniyle gerilemeye başlayarak Etrüsklerin yavaş yavaş Roma toplumu içinde eridikleri Roma dönemi (Etrüsk heykel sanatının en kusursuz yapıtları arasında yer alan tunçtan portreler bu dönemde yapılmıştır; söz konusu portrelerdeki, anlatım gücü ve hacimlerdeki yalınlık, yüzyıllarca gözden düşmeyecek, kısıtlı malzemeyle gerçekleştirilmiş kusursuz bir bütünlüğe erişmiştir).
Son Yorumlar