Şeylerin gerçekliğini idealara ya da bunları düşünen öznenin bilincine (bu, bireysel özne ya da genellikle zihin [tin] olabilir) indirgeyen öğretilerin tümü.
İdealizm, her evrim ve üerlemenin kaynağını ruhsal gerçekliğin oluşturduğunu da ileri sürer. Bu görüşe göre, dünyayı yöneten şey idealardır.
İdealizm, özel bir öğreti olmaktan çok, bir büyük düşünce akımı olduğu için temel özelliklerini, ona karşı çıkan öğretilerle karşılaştırarak açıklamak gerekir.
İdealizm Deneyimciliğe Karşıdır
Edebiyat dilindeki en yaygın anlamına göre idealizm, deneyimciliğin ve duyumculuğun karşıtıdır ve akla, zihne (tine) ya da ruha, duyuların ve deneyimin üstünde yer vermeye yönelen bütün sistemleri belirtir (Victor Cousin’in tanımı).
Bu anlam hiç kuşkusuz, duyusal dünya ile akılla kavranabilir dünyayı, yani idealar dünyasını birbirinden ayırt eden Eflatun’dan kaynaklanır. Eflatun’a göre insan ruhu, güç bir çilecilikten geçerek ve hem düşünmeye hem de aşka dayanan çifte bir diyalektikle idealar dünyasını görecek duruma gelebilir. Eflatun, Devlet ‘in yedinci kitabındaki ünlü mağara mitosunda ve Phaidros’da bunu, etkileyici imgeler halinde somut bir biçimde açıklamıştır. Ama, burada söz konusu olan, katışıksız bir idealizm değil, bir idealar gerçekçliğidir. Buna yakın bir anlamda, Plotinos’un, Descartes’ın, Malebranche’ın ya da Leibniz’in idealist felsefeciler oldukları söylenebüir. Ama idealizm, bambaşka bir anlamda da deneyimciliğin karşıtıdır. Gerçekten de idealizm, bilginin bütün etkin ilkelerinin önsel olarak zihinde bulunduğunu, deneyiminse bize bilginin maddesini (içeriğini) verdiğini söyleyerek deneyimciliğe karşı çıkar. Bu, Kant’ın transandantal idealizmidir. Kant’a göre zaman da uzam da, şeylerin nesnel özellikleri değil, duyarlığımızın önsel biçimleridirler ve gerçek dünyayı algılamamız bunlar sayesinde olanaklıdır. Nedensellik, birlik, bütünsellik, zorunluk, vb’yse dışımızdaki idealar değildirler; bunlar, nesneleri düşünmemizi sağlayan ve dünyaya ilişkin nesnel deneyimin evrensel çerçevelerini kuran anlayış gücümüzün kategorileridir. Buna karşılık Kant, idealar dünyasını araştırmamızı yasaklamıştır. Ona göre, bu dünyanın var olduğunu söyleyebiliriz (Kant gerçekçi olarak kalmaktadır) ve idealara, “düzenleyici” bir rol verebiliriz ancak.
İdealizm Gerçekçiliğe Karşıdır
Gerçekçilik, dış dünyanın, insanoğlunun bu dünya konusundaki bilincinden bağımsız olarak nesnel bir varlığı olduğunu ileri sürer. İnsan zihni ortadan kalksa da, evrenin var olmayı gene de sürdüreceğini söyler. Oysa yeni anlamıyla idealizmin, bütün varlığı düşünceye indirgemek, yani şeylerin, tasarımlarımız dışında hiçbir varlıkları olmadığım ileri sürmek demek olduğunu söyleyebiliriz. Bundan ötürü, Kant’ın.izleyicüeri, onun “kendinde şey” öğretisinin özünde bulu-nan gerçekçilik kalıntılarıyla çeşitli biçimlerde savaştüar.
Nitekim Fichte, tini (zihni) her tür bilginin ilkesi olarak görüyor ve tin teriminden, öznel tini, bir mutlak olarak düşünülen ahlaksal özneyi anlıyordu. Böylece ben ’den, bilginin nesnesini, doğayı ve Tanrı’yı çıkarsamak gerekiyordu. Ben hem etkin ilke, hem de bir ürün olarak ortaya çıkmış bir şeydir. Bu görüşe öznel idealizm denir. Bu aşırı düşünceler, başlangıçta Fichte’nin izleyicisi olan Schelling’in sert tepkilerine yol açtı. Schelling, bilgideki iki karşıt öğeyi, yani nesneyle özneyi, olgular dünyasıyla idealar dünyasını birbiriyle karşılaştırır ve bunların görünüşteki karşıtlıklarının gerisinde derin bir birlik olduğunu ileri sürer. Ona göre, insanlık gibi doğa da yasalara (bunlar, temelde düşünsel gerçeklerdir, idealardır) boyun eğer. Ama doğa bunu bilmeyerek, insanlıksa bilerek yapar. Schelling dış dünyanın varlığım yadsımaz, ama dış dünyanın, bizim tarafımızdan kavranmaz bir şey olduğunu ve yok sa yüsa da yaşamımızda bir değişiklik olmayacağını düşünür. Hegel onun sistemini, nesnel idealizm olarak adlandırmıştır.
Hegel, eflatuncu ideanın iki karşıt yönünden yola çıkarak öznel idealizmle nesnel idealizmi uzlaştırmaya yönelir. Gerçekten de bu idea, bir yandan gerçeklik ve özdür; öte yandan idealdir, örnektir. Varolan ile varolması gereken arasındaki karşıtlığı ortadan kaldırırsak, oluş (değişme) kavramına ulaşırız ve bu kavram, Hegel sisteminin ilk somut kavramıdır. Öte yandan Kant, duyusal deneyimi aştığım iddia eden akim içine düştüğü çelişkilerin tam bir dizelgesini çıkardığına inanmıştır. Oysa Hegel, çelişkinin her yerde, tinde olduğu gibi şeylerde de bulunduğunu ve her tür hareketin kaynağı olduğunu ileri sürer. Oluşun ve çelişkinin bu iki temel gerçekliğinden yola çıkarak, bir mutlak idealizm ortaya koyar.
İdealizm Maddeciliğe Karşıdır
İdealizm, varlıkbilimsel düzeyde maddeciliğe karşıttır. Gerçekten de, maddecilik, her zaman bir gerçekçiliktir ve maddenin, dünyanın, her tür düşünceden bağımsız olarak var olduğunu ileri sürer; ama yaşamın, duyarlığın ve bilinçli düşüncenin, hareket halindeki maddenin gelişimi dolayısıyla ve nedenlerin karmaşık etkisiyle gittikçe daha zengin bireşimler ortaya koyan uzun bir evrim sonunda art arda nasıl ortaya çıktığım açıklamaya çalışarak daha da ileri gider.
Demek ki, maddeciliğe göre düşünce, jenetik ve kronolojik bakımdan türemiş ve ikincil bir gerçekliktir. Evreni düşünce sayesinde kavramamıza karşın bu böyledir. Oysa, bunun tersine idealizm, evrim görüşünden mutlaka kaçınmamakla birlikte (Hegel’de evrimin çok önemli bir yeri vardır), ister tanrısal ya da insansal, ister kişi dışı ya da somut olsun, tini ilk gerçeklik olarak kabul eder.
Son Yorumlar