İnsan Hakları Alanındaki Gelişmeler Nelerdir? Yirminci yüzyılda insan haklan alanında en önemli gelişme, bireyin ulusal hukuk öznesi olmasının yanında, yavaş yavaş uluslararası hukuk öznesi durumuna gelmeye başlamasıdır.
İkinci Dünya Savaşınından sonra çıkan acı sonuç, insanın değerini, insanlar ve uluslar arasındaki eşitliği reddeden ideolojinin, yeniden ortaya çıkmaması için, insan haklarına saygılı bir sistemin kurulması zorunlu görülmüştür. Bu yaklaşım, Birleşmiş Milletlerin doğuşunda da etkili olmuştur.
İkinci Dünya Savaşından sonra, 1945 yılında Birleşmiş Milletler Antlaşmasını imzalayan devletler, insanlığa ve insan haklarına yapılagelen saldırıların önlenmesi amacı ile tüm halk ve ulusların benimseyeceği kuralların saptanması için yeni bir çaba içine girmişlerdir. Bunun sonucu olarak 10 Aralık 1948 de Birleşmiş Milletler Genel kurulu tarafından İnsan Hakları Evrensel Bildirisi kabul edilmiştir. Bu bildiri, dünya toplumunun özlemini yansıtır. Böyle olmakla birlikte, Birleşmiş Milletlerce, Bildiride yer alan tüm özgürlük ve hakları uygulamaya koyacak, bunları gerçekleştirecek bir düzen kurulabilmiş değildir.
Özellikle, İkinci Dünya Savaşının Avrupa’da oluşturduğu siyasal, ekonomik ve toplumsal yıkıntı, yeni bir Avrupa’nın kurulması düşüncesinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Avrupa’da kurulacak birliğin, yeni dikta rejimlerin çıkmasını, Avrupa’nın bir savaşın çıkmasını önleyeceği inancı devlet adamları arasında yerleşmiştir. Bu düşüncede, Avrupa’nın ilk siyasal kuruluşu olan Avrupa Konseyinin statüsü, 10 devlet tarafından 5.05.1949 da Londra’da imzalanmış ve 3 Ağustos 1949 da yürürlüğe girmiştir. Konsey statüsünün Türkiye tarafından onaylanmasına ilişkin 5446 sayılı Yasa, 12 Aralık 1949 da kabul edilmiş ve Türkiye Avrupa Konseyine 8 Ağustos 1949 da katılmıştır.
Avrupa Konseyinin amaçları arasında yer alan ilkelerin en önemlisi kuşkusuz, «insan haklarının ve temel özgürlüklerin geliştirilmesi ve korunmasıdır. Konsey, Statüsünün 3. maddesinde her üye devletin hukukun üstünlüğü ilkesini ve kendi yetki alanı içinde bulunan herkesin insan haklarından ve temel özgürlüklerden yararlanma ilkesini kabul ettiği açıkça belirtilmiştir. Statü bununla da yetinmeyerek, 8. maddesinde insan haklarına ve temel özgürlüklere uymayan, bunları ciddi bir biçimde çiğneyen üye devletlerin Konseyden çıkarılması yolunu öngörerek, insan haklarına saygılı olmayı bir yaptırıma bağlamıştır.
Avrupa Konseyi, kuruluşu ile birlikte, İnsan Haklan Sözleşmesinin hazırlanmasını kendine zorunlu kılmıştır. İnsan Hakları Sözleşmesi, esinlendiği İnsan Hakları Evrensel Bildirisinden daha dar kapsamlıdır, fakat uluslararası hukuka katkısı büyük olan, uluslararası hukukta yeni gelişmelere yol açan bir sözleşmedir. Türkiye’nin de taraf olduğu bu Sözleşme, 4 Kasım 1950 de imza edilmiş, 3 Eylül 1953 de yürürlüğe girmiş ve 18 Mayıs 1954 de Türkiye tarafından onaylanmıştır; iç hukukumuzun bir parçası olmuştur.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, hukuk yapımı bakımından uluslararası bir antlaşmadır. Bu sözleşmeyi imza eden devletler baz; yükümlülükler altına girmişlerdir. Bu Antlaşmanın özelliği, bireylere bazı haklar tanımasıdır. Sözleşme, bireye, haklarını ihlal eden devlete karşı, İnsan Hakları Komisyonuna başvurma yolunu vermiştir. İç hukuk yönünden Devletin, insan haklarını ihlalinden dolayı mahkeme önüne davalı olarak çıkarılması, hukukun üstünlüğü ilkesinin egemen olduğu demokratik ülkelerde yadırganan bir durum değildir. Buna karşın, insan haklarını çiğnemesinden dolayı devletin uluslararası yargının önüne çıkarılması politik nedenlerle benimsenmemiş, uluslararası adalet, ulusal adalete benzetilmemiştir. Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi bu kuraldan ayrılmış ve hükumetler, kendi yetki alanları içinde bulunan bireylerin hak ve özgürlüklerinin, sözleşmeye uygun olarak korunmasından sorumlu tutulmuştur.
Bu sözleşme ile, bölgesel nitelikte, insan haklarının etkili bir biçimde korunması için bir düzen kurulması ve üyelerin bazı yükümlülükler altına sokulması ile yetinilmemiş, bireyin uluslararası hukuktan doğan bazı haklarının olduğu da kabul edilmiştir. Böylece, insan haklarının korunması, ulusal düzeyden, uluslararası düzeye geçmiş ve birey uluslararası hukukta hak sahibi olmuştur. Burada önemli noktalardan biri, sözleşmenin, insan haklarının korunmasına ilişkin ulusal sistemin yerini almak için değil, buna ek bir uluslararası güvence olarak düşünülmüş olmasıdır.
Son Yorumlar