Kadiriyye Tarikatı Nedir? Kurucusu Kimdir? Kadiriyye Tarikatı İslâm dünyasındaki en yaygın tarikatlardan biri, belki de birincisi.
Kadiriye tarikatının kurucusu Abdülkadir Geylani’dir. 1077 yılında Bağdat’ın bir köyü olan Geylan’da doğdu. Dört büyük kutuptan biri kabul edilen Abdülkadir Geylani, “Allah Doğanı;, “Zorda kalanlara en büyük yardımcı” gibi isimlerle de anılır. İlk tahsilini köyünde yaptıktan sonra Bağdat’a gitti. Uzun yıllar orada kaldı, ilim tahsili ve riyazatla meşgul oldu. Bir iddiaya göre de Ebu Hanife’nin türbedarlığını yaptı. Kendisinin mürşidi, aynı zamanda Hanbeli mezhebinin büyüklerinden Ebu Said Mübarek bin Ali Mahzumi’dir.
Yaşadığı çağ, Bağdat’ın tasavvuf, ilim ve kültür merkezi olduğu bir dönemdi. Vaazları ve sohbetleriyle, taraftarlarının kendisine atfettiği kerametleriyle, şiir ve eserleriyle böyle bir dönemde bile Bağdat’ta ve tüm İslâm dünyasında çok büyük bir şöhret yapmıştı.
Sadik Vicdani’nin, “Tomar-ı Turuku Aliyeder Kadiriye Silsilenamesi” kitabında onun Bağdat ve Kehr harabelerinde 25 yıl halvet ve mücahede içinde yaşadığı, dünya alakalarını terkettiği, son 40 günlük halvetinde hiçbir şey yemediği anlatılır.
Kadiriye tarikatı İslâm dünyasımn hemen her tarafında yaygın bir tarikattır. Kurucusu Abdülkadir Geylani de Hakkında en çok eser yazılan, konuşulan, saygı duyulan tasavvuf büyüklerindendir.
Kadiriye tarikatında zikir esastır. Oturarak, ayakta, sallanarak ve dönerek yapılır.
Kadiriyye Tarikatının Yayılması
“Abdülkadir’in koyduğu tarikat adab ve erkanının tümü bir sistem vücuda getirmeye kafi idi ve şeyhten hırka alan mürit, bununla, iradesini ona teslim ettiğini bildirmiş oluyordu. Bu şahıslar, Abdülkadir’e izafetle Kadiri oluyorlar ve başkalarına, onun adına hırka ihsan edebiliyorlardı; bununla onlar müride Abdülkadir’i şeyh ve peygamberden sonra gelen dini reis telakki etmek mecburiyetinde olduğunu göstermek istiyorlardı. Daha onun sağlığında birçok kimsenin, onun tasavvufi sistemi lehinde, propaganda yaptıkları anlaşılıyor. Abdülkadir’e intisap edenlerin hepsine cennet vaat edilmiş olduğundan, tarikat halk arasında yayıldı; hatta bugün bile, Afrika’da yeni taraftarlar kazanmak bu tarikatın misyonerlerine güç gelmemektedir.
Abdülkadir’in oğullarının tarikatın yayılmasında hisseleri olması muhtemeldir. Abdülkadir’in sağlığında, oğullarından birkaçının Fas’ta, Mısır’da, Arabistan’da, Türkistan’da ve Hindistan’da onun akidelerini yaymış olduklarına dair iddiaları vardır.
Kadiriye, başlangıçtan itibaren, Abdülkadir’in, ibadet ve ayinleri olan bir sistemin kurucusu ve keramet sahibi birisi telakki edilişine göre, muhtelif istikametlerde inkişaf etmiş olmalıdır. Onu keramet sahibi telakki etmeye dayanan temayül, Abdülkadir’in ilahlaştırılmasına tekabül etmektedir ve fiiliyatta müfritler ona umumiyetle, Allah’tan sonra, yaradılışın ikinci gözü ile bakmakta idiler; halbuki mutedillerin düşüncesine göre, kendisine bu vasıf ancak zamanında verilmiştir. Abdülkadir’i faaliyet ve hakimiyet icra eden bir halife sayan lbn Arabi’nin kanaati de bu merkezde idi. Abdülkadir’in kanaati de bu merkezde idi. Abdülkadir’in hayatta icra ettiği faaliyeti (tasarruf) kabrinde de devam ettirdiğini kabul eden bir görüş vardır ve lbn Teymiye onu, kendi yaşadığı devirde halka görünen ve hakikatte şeytanın tecellisinden başka bir şey olmayan veliler arasında zikrediyor.
Tarihi ve coğrafi eserler, dini binalardan bahsederken, muhtelif tarikatlar arasında bir tefrik yapmadıklarından, Irak dışında herhangi bir memlekete bir Kadiri zaviyesinin veya hankâhının ilk defa hangi tarihte tesis edilmiş olduğu hakkında kati bir şey söylenemez. Rivayete göre, tarikat Fas’a, Abdülkadir’in oğulları İbrahim ile Abdülaziz’in ahfadı tarafından, sokulmuştur; Abdülkadir’in oğulları Ispanya’ya geçmişler ve Gırnata’nın düşmesinden (897 = 1492) bir az önce onların ahfadı Fas’a sığınmışlar.
Tarikat Anadolu’ya ve İstanbul’a Kadiri hankâh adı ile maruf olan Tophane hankâhının kurucusu imam’il-Rumi tarafından sokulmuştur. Pir Sanı unvanını taşıyan bu zatın (ölm. 1041 = 1631) bu mıntıkalarda 40 kadar tekke kurduğu bilinmektedir.
Kadiriyye Tarikatı Örgüt Yapısı
Bağdattaki Abdülkadir türbesinin muhafızına bağlı saymaktadırlar. Bununla beraber, bu şahsın otoritesi, bilhassa Mezopotamya ve Hindistan’da tanınır. Hindistan muntazaman hediyeler göndermektedir ki, bunlar bu müessesenin belli başlı gelirini teşkil etmektedir. Mekke zaviyeleri, mukaddemleri tayin hakkını haiz olan tarikat şeyhine tâbidir. Mısır kolu, aynı zamanda tarikat şeyhi olan Seyyid el Bekri’ye bağlıdır; Afrika’da her mukaddem kendi halefini seçer; halefini seçmeden öldüğü takdirde, ihvanlar bir hazrede seçim tertip ederler. Sonra seçim neticesi tarikatın Bağdat’taki reisinin tasdikine arzedilir. Bugüne kadar, tasdikin reddedildiği olmamıştır. Tarikatın Kuzey Afrika’daki teşkilâtında umumiyetle her cemaatin muhtar idare sistemi hâkim vaziyettedir; yani muhtelif zaviyeler birbirinden müstakilair ve Bağdat’taki merkez ile olan alâkaları çok gevşektir. Bir zaviyenin şeyhliğinde, her yerde, tevarüs usulü caridir. Şekiller ve Törenler Türk kadirilerinin alâmeti, yeşil bir şerit (rozet) olup, Ismail-i Rumi tarafından kabul edilmiştir. Mürit namzeti, bir sene sonunda, arakiya, yani çuha bir külah getirir; müritliğe kabul edildiği takdirde, şeyh bu külahın etrafına, ortasında mühr-i Süleyman bulunan 18 dilimlik bir gül sarar. Bu külaha tarikat mensuplan taç derler. Mısır kadirilerinin sarık ve bayrakları beyazdı. Tarikat mensuplarının çoğu balıkçı olup, âyinlerinde uzun sırıklar üzerinde muhtelif renkte ağlar taşırlardı. Hindistan’da her yıl Abdülkadir’in şerefine bir bayram yapılır ve Cezayir ile Fas’ın bir çok yerlerinden kalkıp, şeyhin hücrelerini ve zaviyelerini ziyarete (tavafa) gidilir.
…olması muhtemel bulunan muhtelif âyin risaleleri Mısır’da, Türkiye’de ve Hindistan’da neşredilmiştir. Halvete çekilmek isteyen kimse, gündüz oruç tutmaya, gece de uyumayıp, ibadet etmeye davet edilirdi. Halvet 40 gün sürer. Eğer inzivaya çekilen kimseye bir hayal görünür de: “Hayır, bilakis sen Allah’tasın” diye cevap vermesi lâzımdır. Eğer bu bir yanılmadan başka bir şey değil ise, kaybolacaktır; kaybolmaz da, olduğu yerde, ısrar ile durursa bu hakiki bir tecellidir. 40 gün içinde yiyeceğin derece derece azaltılması ve son 3 gün içinde tamamen kesilmesi lâzımdır. Sonra, yavaş yavaş, mutad yemek usulüne dönülebilir.
Cezayir’in Fransızlar tarafından işgali sırasında, emperyalistlere karşı açılan savaşın idaresine memur edilen Kadiriye’nin reisi Muhyiddin bu vazifeyi oğlu Abdülkadir’e verdiği zaman, Kadirilerin ilk defa siyasi bir rol oynadıkları görüldü.”
Abdülkadir Geylani’nin Görüşleri
Allah cisim değildir. Duygularla anlaşılan cevher değildir. Mekansızdır. ölümsüz diridir. Ezelidir, varlığının başlangıcı yoktur. Ebedidir, varlığının sonu yoktur. İzzet ve azameti nihayetsizdir. Her şeyi varlıkta tutan O’dur. İlmi eşyayı kaplamıştır. Yaratılmışları ve işlerini O yarattı. O’nun ertelediğini öne alacak, öne aldığını erteleycek kimse yoktur. Hareket ve hareketsizlik O’nun dilemesiyledir. Vehimlerin tasavvurundan ve zihinlerin takdirinden münezzeh ve mukaddestir. İnsanlara benzetilemez. Yaratılanların nefeslerinin sayısını bilir. Bütün yaratılanlar O’na muhtaçtır. Acele etmez. Unutması, gevşekliği ve dalgınlığı yoktur. Güldürür ve sevindirir. Sever ve beğenmez. Acır, bağışlar, ihsan eder, mani olur.”
Kadiri tarikatının kurucusu Abdülkadir Geylani, “Nefislerini olgunlaştırmak isteyenlerin uymaları gereken” 10 kuralı şöyle açıklıyor:
“Mücahede, muhasebe ve ulü’lazm sahibi olanlar kendilerinde tecrübe eyledikleri şu on hasletle yüksek makamlara ulaştılar:
İster şaka, ister ciddi olarak yalandan sakınmak. Zira yalan söylemekten sakınmayı dil adet edince, Allahü Teâlâ, bununla kulun sadrını genişletir. İlmini saflaştırır. O kimse sanki yalanı bilmez olur. Başkasından yalan duyunca, kendi kendine onu ayıplar. O’na yalan söylememesi için dua etmek sevaptır.
Belli ve açık bir özrü olmadığı ve verdiği sözü yerine getirmeye gücü yettiği halde, sözünde durmamaktan kaçınmak. Çünkü sözünde durmamak, yalan sınıfındandır. Kul, verdiği sözden dönmekten sakınıp, sözünü tuttuğunda, cömertlik kapısı, haya penceresi açılır, sadıklar tarafından sevilip, Allahtt Teâlâ’nın katında derecesi yüksek olur.
Mahlukattan birine lânet ve insanlara eziyet etmekten sakınmak. Zira lânet ve ezadan sakınmak iyilerin ve sadıkların ahlâkındandır. Böyle olan kimse Allahü Teâlâ’nın muhafazasında bulunup, sonu güzel olur ve Allahü Teâlâ’nın katında yüksek derecelere kavuşur. Allahü Teâlâ onu helak olmaktan korur. İnsanlar tarafından gelecek beladan onu saklar. Onu kullarına rahmet ve zatına yakın olmakla şereflendirir.
Kendisine zulmedilse de, insanlardan birine beddua etmekten sakınmak. Gerek söz, gerek hareket ile karşılıkla bulunmayıp, Allahü Teâlâ için sabır etmek, katlanmaktır. Çünkü bu haslet, sahibini yüksek derecelere kavuşturur. Bu hasletin sahibi dünya ve ahirette yüksek makamlara, şerefli derecelere kavuşur. Yakın veya uzak insanlar tarafından sevilir.
Ehl-i kıbleden bir kimseyi şirk, küfür ve nifak ile asla suçlamamak. Çünkü bu hal, rahmete yakındır. Yüksek derecelere kavuşturur.
Kalpten veya dıştan bir günah işlememek, haramdan korunmak ve bütün uzuvları günahtan alıkoymak. Zira bu hal, ahiret iyiliklerinden hazırlanacak sevap ile beraber dünyada kalp ve azalar için en güzel amellerdendir. Allahü Teâlâ hepimize bu güzel haslet ile amel etmemizi ihsan buyursun ve gönüllerimizden şehvetlerimizi çıkarsın.
Az ve çok kendine lâzım olan yiyeceğini insanlara yüklemekten sakınmak. Gerek ona muhtaç olan, gerekse olmayan insanların hepsine yük olmaktan sakınmak. Çünkü ibadet edenlerin şeref ve izzetinin tamam olması ve takvâ sahiplerinin üstünlüğü bu haldedir.
İnsanlara tama etmeyip, insanların elinde bulunan şeyin onlarda olmasını istememek. Çünkü en büyük izzet ve halis zenginlik, azim mülk, yüksek iftikar, doğru yakin, faydalı tevekkül bu haldedir. Bu kapı Allahü Teâlâ’ya güvenme kapılarından bir kapıdır. Ve ancak bu hal ile vera’a kavuşulur. İbadet bununla olgun olur. Bu hal, kendini Allahü Teâlâ’ya verenlerin halidir.
Tevazu. Tevazu ile, yani alçak gönüllü olmakla, sahibinin derecesi yüksek, şerefi sağlam, kadrü kıymeti âli, Allahü Teâlâ ve insanlar yanında izzet ve yüksekliği tam olgun olur. Dünya ve ahiret işlerinden dilediğini yapar. Bu haslet, taatin, yani iyiliklerin tümümün esası ve üstünüdür. Bu haslet sebebi ile kul, sıkıntılı ve geniş zamanda Allahü Teâlâ’dan razı olan salihlerin yanlarında bulnur. Bu haslet takvayı olgunlaştırır. Tevazu, insanın rastladığı herkesi kendinden üstün görmesi, o kimsenin Allahü Teâlâ katında benden hayırlı, derecesi benden yüksek olabilir demesidir.
Karşılaştığı kimse küçük ise, Allahü Teâlâ’ya asi olmadı, bense isyan ettim, şüphesiz o benden iyidir demelidir. Karşılaştığı yaşlı ise, benden önce ve daha çok ibadet etmiştir, benden iyidir demelidir. Âlimle karşılaşırsa, benim erişemediğim makama erişti, benim kavuşamadığım şeye kavuştu, benim bilmediğimi bildi, yaptıklarını ilim ile yaptı, bu da benden iyidir demelidir. Rastladığı cahil ise, Allahü Teâlâ’ya cahil olduğu için isyan etti, ben ise bile bile isyan ediyorum; onun sonunun ne olacağını ve benim akibetimin nasıl olacağını bilmiyorum demelidir. Kâfirle karşılaşırsa, bir gün Müslüman olur da, sonu hayırlı amel üzere olur, benim ise kötülük, küfür yapıp, fena amelle gitmem olabilir demelidir.
Bir kimse bu şekilde tevazu üzere bulunursa, Allahü Teâlâ onu sıkıntılardan kurtarır. Allah için nasihat edenler derecesine kavuşturur. Yezdân ve Rahman’ın dostlarından olur.
îster doğru, ister yalan, ister kasten, ister yanlışlıkla Allahü Teâlâ’ya and vermemeli, yemin etmemelidir. Dilini yemin etmemeye alıştırmalıdır. Kul, yemin etmemeyi, nefsinde adet edindiğinde, Allahü Teâlâ ona bir kapı açar. Bunun ışığından yemin etmemenin kalbindeki faydası, derecesindeki üstünlüğü, azm, kast ve görüşünde kuvveti, arkadaşlar yanında medhi, komşuları yanında keramet ve iyiliği bilinir. İnsanlar arasında heybetli ve muhterem olur.
Son Yorumlar