Türk yazan, çevirmeni ve yayımcısı (İstanbul, 1912). Saint-Benoît Fransız Lisesi’ni (1934) ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini (1937) bitirdikten sonra, Paris’te hukuk doktorası yapan (1939) Vedat Günyol, yurda dönüşünde bir süre Haydarpaşa Lisesi’nde Fransızca öğretmeni ve Hukuk Fakültesinde asistan olarak çalıştı. Daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosunda (1942-1948) ve İslâm Ansiklopedisi Yazı Kurulunda (1949-1959) görev yaptı; 1952-1953 yıllarında Kolombia Üniversitesinde edebiyat derslerini izledi. 1959-1962 yılları arasında Yabancı Diller Okulu’nda Fransızca okutmanı, 1963- 1972 yılları arasında da Atatürk Erkek Lisesi’nde Fransızca öğretmeni olarak çalıştı ve 1972’de emekliye ayrıldı. 12 Mart döneminde siyasal bir suçlamadan ötürü yakın çalışma arkadaşları Sabahattin Eyüboğlu. Azra Erhat’la birlikte yargılandı ve aklandı.
“Yeni Ufuklar” Ve “Çan Yayınları”
Edebiyat dünyasında, adını, Yücel dergisindeki roman tanıtma yazılarıyla duyuran (1938-1939) Vedat Günyol, 1952 yılında Orhan Burian’la birlikte Ufuklar dergisini kurdu. Orhan Burian’ın ölümünden (1953) sonra yayınını Yani Ufuklar adıyla sürdürdüğü derginin, kapanmasına kadar, sürekli yöneticiliğini yaptı (1953-1976). Bu dergide, tanınmış yazarların yanı sıra genç yazarların da ürünlerine yer veren Vedat Günyol, çağdaş insancılık (hümanizma) anlayışı, düşünce özgürlüğü ve laik tutumuyla, Yeni Ufukları birkaç yazar kuşağı yetiştiren bir okul durumuna getirdi. Ayrıca, 1959’da Çan Yayınları’nı kurarak, 1977 yılma kadar yerli ve yabancı yazarlardan bir çok telif ve çeviri yapıt yayımladı. Gölgeden Işığa adlı yapıtıyla 1988’de Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü’nü aldı.
Vedat Günyol’un Yazarlığı ve Çevirmenliği
Vedat Günyol’un eleştiri ve deneme alanlarında kendine özgü bir yeri vardır; gerçekten de, bu iki tür, Vedat Günyol’un yazarlık yaşamında birbirinden kesin sınırlarla ayrılmayan, daha doğrusu birbirini bütünleyen, iç içe geçmiş “yazı yaklaşımları” olarak değerlendirilebilir. Bir başka deyişle, Vedat Günyol, eleştiriyi bir deneme havasında, denemeyi de genel bir eleştiri doğrultusunda işler. Başta edebiyat alanına giren sorunlar olmak üzere, toplumsal yaşam içinde insanı ilgilendiren hemen her konuya eğilen Vedat Günyol’un yaklaşımının en belirgin özelliği, önce kendini ya da kendi düşüncesini gene kendine özgü bir anlatımla eleştirmesi ve genellemelere ancak bu yoldan geçerek ulaşmasıdır.
Eleştiri ve denemelerinde geniş anlamıyla “bağnazlığa” karşı savaşım vermiş olan Vedat Günyol, ortak çalışma arkadaşları Sabahatin Eyüboğlu ve Azra Erhat ile birlikte, Cumhuriyet döneminin Batı’ya dönük olmakla birlikte, Doğu’nun değerlerini de göz ardı etmeyen, laik, halkçı, hümanist aydın örneklerindendir. Edebiyat yapıtlarına insan ürünü olduğu için sevgiyle yaklaşan ve yapıtlardaki insancıl değerleri bu gelenek içinde ele almayı ilke edinen Vedat Günyol, tek başına ya da ortak çalışmayla gerçekleştirdiği çevirilerinde de, belirli bir seçmecilik anlayışıyla, insan sevgisini konu edinen, insan sevgisini işleyen ya da daha doğrusu insancılık anlayışına ağırlık veren yazarların yapıtlarına öncelik tanımıştır. Ayrıca, bütün çevirilerinde, tıpkı eleştiri ve denemelerinde olduğu gibi, yalın ve açık bir anlatım kurmaya çalışarak, “Türkçe söylemek” kaygısını benimsemiştir. Rabelais, Babeuf. Rousseau, Camus, Sartre, Valéry, Saint-Exupéry, vb. yazarlardan yaptığı çeviriler de bunun kanıtıdır.
Vedat Günyol’un Başlıca Eserleri
Eleştiri ve deneme: Dile Gelseler (1966); Yeni Türkiye Ardında (1966); Devlet İnsan mı? (1974); Bu Cennet Bu Cehennem (1975); Çalakalem (1977); Orman Işırsa (1979); Daldan Dala (1982); Bilinç Yolunda (1985); Gölgeden Işığa (1988); Giderayak Yaşarken (1989); Yine de Yaşarken (1990); Yaza Yaza Yaşarken (1991).
Anı: Uzak Yakın Amlar I (1991).
Vedat Günyolu’un Daldan Dala Adlı Yapıtının “Roman İkonusunda” Başlıklı Yazısından Bir Seçme Parça
“Roman, Türk dünyasının, on dokuzuncu yüzyıla gelinceye kadar yabancı olduğu bir yazın türüdür. Destanı, öyküsü, masalı, şiiriyle insanın iç ve dış dünyasına; acısı tatlısıyla, sevinci sızısıyla eğilen Türk sanat dünyası; toplum gerçeklerini bir bütün halinde yansıtan, adına roman dediğimiz, toplum yaşamının aynası, tarihi olan anlatı yoluna Batı ile yüz yüze, dirsek dirseğe geldikten sonra girmiştir. Bu alanda, Ahmet Mit-hat Efendi’lerin, sonra sonra Hüseyin Rahmi’lerin, Halit Ziya’ların, Mehmet Rauflann, Namık Kemal’lerin öykün- meye dayanan çabaları yanında, Fransızcadan yapılan roman çevirilerinin etkin katkılarını hesaba katmak gerekir. Roman nedir aslında? Belçikalı yazar Charles Plisnier, romancı için “görünmeyen şeylerin tarihçisi” der. Öyle bir tarihçi ki, savaş, saray, siyasa tarihçilerinin görmediği, göremediği şeyleri dile getirir. Adı sanatçıdır bu tarihçinin. Önsezisi ile bilime ışık tutan, insan gerçeğini, dünya gerçeğini ruhunda ciğerinde yakalayan, sıradan insanın göremeyeceği şeyleri görür sanatçı, bu açıdan bakarsak diyebiliriz ki, roman, dünya gerçeğini, doğası ve insan toplumuyla yansıtan bir tarihtir; hiçbir toplumsal incelemenin yansıtamayacağı boyutta, kapsamda.”
Son Yorumlar