Türk ressamı Fikret Mualla Hayatı ve Sanatı, Türk ressamı (İstanbul, 1903- Reillane, Fransa, 1967).
Avrupa devletlerinin Ösmanlılardan alacaklarını düzenleyen Düyûnu Umumiye’nin ikinci müdürü Mehmet Ekrem Muallâ Bey ile Emine Nevber Hanım’ın oğlu olan Fikret Muallâ’mn (soyadı Saygı), çocukluğunda futbol tutkusu nedeniyle ayak bileğini kırması ile Birinci Dünya savaşı yıllarında çok sevdiği annesini yitirmesi, kişiliği üstünde, sonradan bütün yaşamı boyunca sürecek olumsuz etkiler yarattı. Çocukluğu, bakımını üstlenen teyzesinin yanında geçti, lise öğrenimini tamamlamaya fırsat kalmadan, mühendislik öğrenimi için Almanya’ya gönderildi: Babası, ne pahasına olursa olsun oğlunun dil öğrenmesini istiyordu; oysa Fikret Muallâ, evinden atıldığı kanısındaydı. İşsizliğin yaygınlaştığı, anarşinin kol gezdiği, 1920 yıllarının savaştan yenik çıkmış Almanya’ sında, babasının gönderdiği parayla geçimini rahatça sürdürmesine karşın, gözü, mühendislik mesleğinde değil, ressamlıkta olduğundan, sanat dünyasının başıboş görüntüsü, sınır tanımayan özgürlüğünün büyüsüne kapıldı ve dayısından kendisine geçmiş olan sanat yeteneğini, bu özgür ortamda değerlendirip, düzenli bir öğrenim yerine, kendini içgüdülerinin yönlendirici etkisine bıraktı. İsviçre ve İtalya’ya giderek müzeleri dolaştı, büyük yapıtları, ünlü ustaları yakından tamdı (Almanya’da bir ara resim öğretmenliği yaptığı ve bir Mısırlı prensten para yardımı gördüğü söylenir). Daha önce Saint-Joseph ve Galatasaray liselerinde öğrendiği fransızcayla Almanya’da yeterince anlaşamıyor, sık sık içiyor ve kavga çıkarıyordu. 1928’de Berlin’ de bedenini alkolden temizlemek için hastaneye yatırıldı. Daha sonra Almanya’dan Fransa’ya geçti. Orada, kendisi gibi şansını denemekte olan Hâle Asafı tanıdı.
İstanbul’a dönüşünde Ayvalık’a resim öğretmeni olarak atanan Fikret Muallâ, bu görevinden, kısa bir süre sonra “elektriği olmayan bir şehirde resim hocasına da ihtiyaç olmayacağı” gerekçesiyle ayrıldı. Toplumla iletişim kurabilmek için, hastaneden “akıllı” raporu alması gerekiyordu. Bu raporu aldı ama, yeni bir işe atanması gene gerçekleşemedi. Akademi onu, bir ressamdan çok “desinatör” ya da “grafikçi” sayıyordu. Çevresinde ressam sayılmamasının, resimlerini ilk kez bir kitapçı dükkânında sergilediği halde bir tekini bile satamamasının yıktığı sanatçı, o dönemde gazete ve dergilere çok sayıda desen çizerek bu yolla, sanat ve yayın çevresinden Fikret Adil, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Abidin Dino, Suat Derviş gibi dostlar ve yakın arkadaşlar edindi. Onların yardımıyla bir ara, Galatasaray Lisesi’nde resim öğretmeni oldu; ama, bu işin adamı olmadığı için, görevi çok kısa sürdü.
Babasının 1938’de ölmesi, Fikret Muallâ’nm yaşamında yeni bir dönemin başlamasına yol açtı. Eline geçen önemli sayılabilecek mirası değerlendirerek, 15 Ocak 1939’da Paris’e gitmek için Türkiye’den temelli ayrıldı (ayrılmasından kısa süre önce, New York Uluslararası Fuarında Türk pavyonunu düzenlemekle görevlendirilen Abidin Dino’nun Fikret Muallâ’ya ısmarladığı panolar, sanatçının Türkiye dönemiyle ilgili başlıca çalışmasıdır).
Paris’teki ilk yılları, İkinci Dünya savaşının acılı dönemine rastlayan Fikret Muallâ, Montparnasse kahvelerinin bohem havasına kısa sürede uyum sağladı; sanat gücüyle de ilgi uyandırmakta gecikmedi. Bu arada büyük kavgalar çıkarıyor, çevresindekilere çatıyor, polisle sık sık başı derde giriyordu; ayrıca, sürekli olarak izlendiği kanısındaydı. 1954’te Paris’te ilk kişisel sergisini, Dina Vierny’de açtı. Birkaç şişe şarap karşılığı elden çıkardığı resimlerin, büyük paralarla satıldığını öğrenince olay çıkardı; aldatıldığına, sömürüldüğüne inanıyordu. Bir yıl sonra ikinci sergisini açınca, Paris’in sanat çevrelerine kendini kabul ettirdi. Önce sanayici Lhermine, daha sonra onu hastaneye yatırıp iyi bir bakım görmesini sağlayan ve Nice yakınlarında denizden 80 kilometre kadar içerde Reillane kasabasındaki evine yerleştiren “koruyucu meleği” Madame Angles sanatçıya “sahip çıktılar”. Güneyin havası iyi gelen ve kısa sürede kendini toparlayan Fikret Muallâ, bu kez de, yaşının ilerlemiş olmasından kaynaklanan başka hastalıklarla boğuşmak zorunda kaldı. 1967’de eski sinir bunalımları yeniden başladığı için, önce bir hastaneye, daha sonra bir dinlenme evine yatırıldı ve orada öldü. Ölümünden altı yıl sonra kemikleri yurda getirilip Karacaahmet Mezarlığında kendisi için ayrılan yere gömüldü. Paris’te açık artırmaya çıkarılan resimlerinin bir bölümü devletçe satın alınarak Ankara Resim ve Heykel Müzesinde adını taşıyan salona kondu.
Fikret Mualla Sanatı
Fikret Muallâ’nın Paris dönemini içe-ren ve çoğunluğu renkli fon kâğıtları üstüne çizilmiş resimleri, sokak yaşamını, eğlence yerlerini, meyhaneleri konu alır. Bu resimler ilk bakışta, Batılı değer birikimleri üstüne kurulu modern bir estetiğin uzantıları gibi görünürlerse de temelinde, özgür ve yaratıcı, kendi başına buyruk, içgüdülerini ön planda tutan, gördüklerinin dışına taşmayan bir eğilimi düşündürürler. Fikret Muallâ’nın çağdaşı ressamların izledikleri yollar, bağlandıkları seçenekler, sanatı için ölçü olmamıştır; özgünlüğü de bu noktadan kaynaklanır. Doğrudan doğruya iç dünyası ile dış gözleminin birleştiği, birinin ötekini tamamladığı resimleri, herhangi bir ön düşünceyi ya da taslağı gerektirmeksizin o andaki gözlem ve duygularının dışa yansıyan renkli, değişken ve birbirine bağlı görüntüleri olarak, izleyiciyi kavrayıp sürükler, onu yabancı ama sıcak bir dünyanın içine çeker. Fikret Muallâ kendini resim yapmaya zorunlu hissettiği için resim yapmış, resim yapmak onun için,
yaşamak kadar doğal bir gereksinme olmuştur. Yöntemlerin,formüllerin ve yaygınlaşmış eğilimlerin dışında kalmasıysa, hesaplı bir amacın ve önceden çizilmiş bir planın sonucu değildir. Paris’te değil, bir başka yerde de olsa, resim çizmeden, boyalarla içli dışlı olmadan yaşamını sürdüremezdi. Yaşamının trajik örgüsü ile resminin doğal biçimlenişi arasında doğal bir geçiş söz konusu olan sanatçı, yaşadığını çizmiş, yaşadığını görmüştür. Paris okuluna bağlı bir Türk ressamı olarak, çevresinde yankı uyandırmış olmasının asıl nedenini de bu noktada aramak gerekir.
Son Yorumlar