Alman asıllı A.B.D’li felsefeci ve toplumbilimci Marcuse (Berlin, 1898 – Starnberg, 1979).
Martin Heidegger’in öğrencisi olan Herbert Marcuse 1932’de Hegel’in Varlıkbilimi ve Tarihsellik Kuramı adlı doktora tezini verdi. Sonraki yapıtlarında ortaya çıkacak konular daha bu çalışmada yer alıyordu. Marcuse 1934’te nazilerin iktidara gelmesiyle Almanya’dan ayrılarak A.B.D’ne gitti, Boston’da Brandeis’te ve Kaliforniya’da San Diego’da ders verdi.
Üçlü Etki
Marcuse’nin çeşitlilik gösteren ve pek sistemli olmayan düşüncesinde, Hegel’in, Marx’ın ve Freud’un etkisi görülür. Heidegger’in varoluşçuluğundan yola çıkan bu felsefeci, hem modern insanın günlük yaşamında, hem de baskı yaptığı için yabancılaştıncı bir güç olan toplum yaşamında “haslık” (otantik olup olmama) sorununu ele alır. 1939’da yazılan Reason and Revolution (Akıl ve Devrim) o sırada doruk noktasına ulaşan faşizmin kuramsal açıdan sorguya çekilmesidir. Bu yapıtta, bir yandan kültürün, öte yandan bu kültürün üreticisi olarak aydının yeniden tanımlandığı görülür. Gene aynı kitapta, eleştirici düşüncenin ya da daha doğrusu, belli bir fikir üretme tarzının, yani diyalektik düşünceye ulaşan bir üretimin örneğini vermek ve bu üretimi savunmak söz konusudur.
Tekboyutlu İnsan
Freud’un, bireyin içinde yaşadığı toplumla ilişkileri konusunda sorunlar ortaya attığı yazılarından (özellikle Das Unbehagen in der Kultur [Uygarlığın Huzursuzluğu]) yola çıkan Marcuse, çağdaş toplumu ele alan bir çözümleme modeli ortaya koyar. Soyut bakış açüarmdan uzak olan bu kuram, canlı bir toplumsal pratiğe, toplumsal kurumlarm gerekli dönüşüm geçirmesinden sonra gerçekleşebilecek bir “ütopya”ya ulaşır. Marcuse’nin düşüncesinin bu yanı, Wilhelm Reich’m düşüncesine çok yakındır. Nitekim Marcuse Aşk ve Uygarlık ’ta (Eros and Civilization, 1955) Freud’un kavramlarını eleştirerek inceler ve tedavi düzeyinde değil de kuramsal düzeyde, bu kavramların felsefi ve toplumbilimsel anlamım saptamaya yönelir. İnsanın içgüdüsel gereksinimlerinin özgürce doyurulması, yani mutluluğun uygar toplumla bağdaşmadığım ileri süren Freud’un savı, Marcuse tarafından eleştirilir. Marcuse, içgüdüsel yaşamı baskı altına almayan bir toplumda, bireyin doyuma ulaşabileceğini ileri sürer. Tekboyutlu İnsan’daysa (One Dimensional Man, 1964) insanları ve eleştirici düşüncelerini ortadan kaldıran sınırsız bir ilerleme ve büyüme çarkına kapılmış tekniğin ve bilimin kötü etkilerini (özellikde) açıklar. Kapitalist toplum, kitle haberleşme araçlarım da kullanarak, çalışanları yabancılaştırmaktadır. Eleştirici düşüncenin ortadan kalkmasından sonra toplum, “tekboyutlu” ve kapalı bir alandan başka şey değildir.
Son Yorumlar