Doğanın grafik ya da resimsel olarak gösterimi [peyzaj da denir). Gerçekliğin kopyası ya da hayal ürünü olarak manzara Batı resminde, sanatın ilk “büyüsel” işlevinden kurtulduğu (Lascaux ve Altamira mağaralarındaki duvar resimleri) ve Eski çağ’a özgü süsleme amacından uzaklaşılğı (Paestum ve Pompei’deki resimler) bir dönemde estetik bir tür biçiminde gelişme gösterdi ve Ortaçağ’ da Hıristiyanlığa özgü simgesel biçimlere karşı kendini, duyulabilir dünyanın giderek daha dolaysız anlatımı olarak kabul ettirmeye çalıştı. Doğal güzellik duygusu yavaş yavaş önem kazanmaya başladı. XIV. yy’da Ambrogio Lorenzetti’nin fresklerindeki kimi ayrıntılarda açıkça kendini belli eden (Tarlalardaki İşler: İyi Yönetim’ den ayrıntı, 1338-1340 dolaylarında) ve S. Martini’nin Condottiere Guidoriccio da Fogliano (1328) adlı freskinin özünü belirleyen gerçekçilik kaygısı Ortaçağ’daki skolastik düşünceye karşı direnen hemen hemen tek resim öğesidir.
Van Eyck
Aristokratların geleneksel uğraşı olan av birçok sanatçıya konu oldu; Limbourg kardeşler (Berry Dükünün Dua Kitapları, 1409-1416), Pisanello (Aziz Eustachius), Paolo Uccello (Ormanda Av) gibi sanatçılar bu sayede kırsal yaşama ve ormana duydukları ilgiyi belli ederek Ortaçağ’ın simgesel geleneğini bir yana itebildiler. Yavaş yavaş eskiyle bağlarım koparan yeni bir dönem başlıyordu: 1432’de Van Eyck Mistik Kuzu adlı yapıtında Cennet bahçesinden bir görüntüye yer verdi; burada ilk olarak görüntü, içinde yaşadığımızdan pek farklı olmayan bir dünyanın ışıkları altmda ufuk çizgisine kadar uzanıp gidiyordu.
Bellini Ve Bruegel
Pollaiolo, Aziz Sebastianus’un Din Uğruna Şehit Olması (1475) adlı kompozisyonda doğaya karşı duyduğu yoğun merakı gözler önüne serdi; öte yandan Piero Della Francesca’nm fonları ve ışık etkileri yapıtlarının belirgin özelliğini oluşturdu. Ama Van Eyck’in etkileri Floransa’da değil de Venedik’te kendini gösterdi: Giorgione ve Tiziano’nun ustası olan Giovanni Bellini, Flaman üslubundan yararlanmakla birlikte, nesneleri ve varlıkları gerçek bir gün ışığıyla aydınlattı (Çayırda Bakire). Bellini’nin Dürer (Val d’Arco’dan Görünüş) üstünde en azından Mantegna’mnki kadar derin bir etkisi oldu.Bellini’den sonra da İtalyan resminde, Tiziano’dan geçerek Giorgione’ den Veronese’ye kadar çok güzel doğa görüntülerine (özellikle arka planlarda) yer verilmiştir. Bununla birlikte, XVII. yy’ın ortalarına kadar Avrupa’da manzaraya doğalcı bir anlatım kazandıran, büyük sanatçı Pieter Bruegel olmuştur. Ondan önce Hugo van der Goes’in manzaralı kompozisyonları (Portinari Üçkanatlısı’mn sağ kanadı, 1476), Hieronymus Bosch’un arka planlarda yer verdiği garip ve çılgınca görüntüler(Epiphaneia Üçkanatlısı, 1510’a doğru) de kuşkusuz gerçekçilikten yoksun değildi; ama bu ürünlerde, gerçeklik duygusunun doğrudan doğruya ve tümüyle anlatımına olanak tanımayan bir uzam kavramından henüz uzaklaşılamamıştı. Bruegel’in çağdaşı olan İtalyan ressamı Niccolo dell’Abate (Orpheus ve Eurydike’li Manzara) resimlerinde özentici bir ideali dile getirdi; bunun kökenindeyse Leonardo da Vinci’nin düşsel ve uzaklardaki kayalıklara olan ilgisi (Kayalıklar Bakiresi) yatıyordu. Floransa resminin en büyük ustaları arasında yalnızca Leonardo da Vinci, bir ressam için manzaranın taşıyacağı önem üstünde durdu.
Rubens
1600’e doğru Avrupa’da özentici doğrultudaki manzara resmi geleneği sona erdi. Yirmi dört yıl sonra Flaman ressamı Rubens çok güzel manzaralar gerçekleştirdi (sözgelimi, Philemon ve Baukis’li Fırtına Peyzajı, 1624-1625 dolaylarında), ama bu yapıtları yurttaşı Bruegel’inkilerin doğalcılığından olduğu kadar Anversli Gillis Van Coninxloo (1544-1607), Paulus Bril (1554-1626), joost De Momper (1564-1635) gibi ışık etkilerinden yararlanan manzara ressamlarının çekiciliğinden de uzaktır.
Hollanda Resmine Özgü Işık
XVII. yy’da yaşamış en iyi HollandalI manzara ressamlarının sanatı, Constable’nı da doğayı tuvale yansıtma söz konusu olduğunda temel olarak kabul ettiği “ışık ve gölgenin hiçbir zaman hareketsiz olmadığım hatırlama” ilkesini çok iyi açıklamaktadır ve Hollanda resmindeki gerçekçi görüşün (Bruegel’in doğalcılığını etkileyen görüşten tümüyle farklıdır) XIX. yy. manzara ressamlarım büyük ölçüde etkilemesi hiç de raslantısal değildir. Hollanda’da doğan, ışığın en kaçıcı nılanslarım tabloya aktarma biçimi, gerektirdiği teknik ustalığın yam sıra gerçeği dolambaçsız yoldan yakalama isteğini ve her şeyden önce ileride “sanat için sanat” ilkesinin kuramsal buyruklarına daha o tarihte uyma arzusunu yansıtır.
Hercules Seghers (Rhenen ’den Bakış), Rembrandt (Şatolu Manzara, 1643), Jacob van Ruysdael (Çalılık, 1647’ye doğru; Fırtına) gibi çok değişik mizaçlardaki ressamların gerçekleştirmiş oldukları belli sayıda önemli manzara resimlerindeki esin çeşitliliği Hollanda doğalcılığının sınırlarını aşar.
Son Yorumlar