Konusu doğal mağaraları ve yeraltı galerilerini incelemek olan bilim dalı.
XVIII. yy’dan bu yana birçok mağarada araştırma gezisi yapıldıysa da, Fransız Edouard Martel’in, Gard’da 11 km’lik yeraltı ırmak ağı olan Bramabiau’yu aşmayı denediği ve başardığı tarih olan 1888 yılı mağarabilimin başlangıcı olarak kabul edilir. Edouard Martel, daha sonra, 1913’e kadar Fransa’yı ve dünyayı dolaştı, Armand düdeni ya da Padirac uçurumu gibi pek çok önemli yeri ortaya çıkardı.
Moulis’deki (Ariege, Fransa) Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi (C.N.R.S.) laboratuvarı gibi yeraltı laboratuarları, mağara ortamına ilişkin bilimsel yaklaşımlar sağladı. Michel Siffre’in çalışmaları da mağaraların biyolojik araştırmalardaki önemini gösterdi ve çok sayıda önemli uygulamaların doğmasına yol açtı.
Mağarabilimsel Araştırma Gezisi
Spor ya da araştırmaya yönelik mağarabilim, iyi bir bedensel çalışma ve ileri bir teknik uzmanlık gerektirir. Büyük araştırma gezilerinde kullanılan gereçler de oldukça önemlidir ve bunların geliştirilmesi başka alanlarda kullanılan aygıtların iyileştirilmesine olanak vermiştir. Mağara gibi karanlık bir ortamda tehlikesiz olarak yer değiştirmek isteniyorsa, ilk olarak aydınlatmanın sağlanması gerekir. Madencilerin zırhlı başlıklarından esinlenilerek yapılan alın kesimi lambalı ve zırhlı başlıklar (pilli ya da asetilendi), ellerin serbest kalmasını sağlar.
Mağarabilimcilerin, içinde dolaştıkları mağaralar ve dar yollar, çok nemli olduğundan, kesinlikle tek parçalı, nem ve su geçirmeyen bir tulum giymeleri gereklidir. Tulumun dirsekleri ve dizleri ek parçalarla desteklenir çünkü alçak ve dar olan galeriler ancak sürünerek geçilebilir. Uçurumlara yönelik araştırma gezileri, az çok düşey ve çoğunlukla dışa çıkıntılı duvarlar boyunca inmeyi gerektirir. Bu nedenle, hem dağcılık teknikleri çok iyi bilinmeli, hem de tırmanma gereçleri (naylon ipler vidalı halkalar, üzengiler ve tırmanma çekici, vb.) bulundurulmalıdır. Yolu açan ilk grubun geçmesinden sonra düşey kesimler, dikmeleri çelik halatlardan, parmaklıkları da düralümin çubuklardan oluşan merdivenlerle donatılabilir. Yatay galerilerde ilerleme, yeraltı ırmakları ya da göller tarafından engellenir; bu durumda, havayla şişirilen bir kayık çok yararlıdır. Galeriler çoğunlukla doğal su yolları aracılığıyla birbirlerine bağlandıklarından, ayrıca dalgıç donanımı da gereklidir.
Yeraltı Dünyası
Mağaralar ve yeraltı galerileri ağı özellikle kireçtaşlı ve dolomitli kütlelerde gelişir. Bu tortul kayaçlar, sarp kenarlı çorak yaylalar.oluşturan karbonatlardır. Söz konusu engebe tipi Dolomit Alpleri’nde (Yugoslavya) çok yaygındır ve söz konusu bölgelerden birinin adıyla (Karst) anılır. Yağmur suları, yaylaları aşan çatlaklardan kireçtaşı kütlesi içine sızma eğilimi gösterir. Yağmur suları, çok sayıda yeraltı ırmağını besler.
Yeraltında üç tip boşluğa raslanır: Galeriler; kuyular; salonlar. Galeriler, çapları genellikle değişmeyen ve eski ırmak ağlarını karşılayan yatay yollardır; genellikle, kireçtaşı kütlelerinin tabaka eklenti yerleri boyunca uzanırlar.
Kuyular, suların sızması ve galerilerin tabanının çökmesiyle oluşmuş düşey yollardır.
Salonlarsa, çoğunlukla birçok galeri ya da kuyunun kesiştiği yerde bulunan geniş boşluklardır; boyutları çok büyük olabilir: Sözgelimi, Fransa’da, Pierre-Saint-Martin’deki Verna uçurumunda 230 m boyunda, 180 m eninde ve 150 m yüksekliğinde salon vardır. Salonlarda çoğunlukla sarkıtlara, dikitlere ve küçük sütunlara raslanır. Çeşitli biçim ve boyutlardaki kireçtaşı yumruları duvarları süsler: Galerilerin ve salonların tabanları çoğunlukla, çalkantılı ve bikarbonat yönünden zengin sularda oluşan “mağara incileri”yle örtülüdür.
Su bilim
Mağaralarda araştırma gezilerinin yapılması, karstlı yaylaların altındaki su dolamınım yeraltından inceleme ve yeni su rezervlerini ortaya çıkarma olanağı verir. Etkin galerilerin kesin topografya rölöveleri. suları yükseklerdeyken ele geçirerek hidroelektrik santralları besleme ya da alçak kesimlerdeki bölgeleri sulama olanağı sağlar.Sanayide ve evlerde su tüketimi giderek hızlanan bir artış gösterdiğinden, yeraltı suları önemli bir su deposu oluşturmaktadır..Ne var ki, kireçtaşları içinde akan sular kumların içinde akan suların tersine az filtre- lenmiştir ve kullanılmadan önce bakteri içerip içermedikleri konusunda dikkatli bir inceleme yapmak gerekir.
Yeraltında Yaşam
Eski insanlara göre mağaralar ölülerin yurduydu. Canlı varlıkların tam anlamıyla karanlıkta yaşayabilmeleri olanaksız görülüyordu. Mağaralarda yaşayan ilk tür (üyelerinin gözleri yoktu), 1689’da, olağanüstü ilgi çekici bir olgu olarak ortaya çıkarüdı. Mağaralarda, araştırma gezilerinin yapılması ve yeraltı laboratuvarlarmm kurulması sonucunda (sözgelimi, bitkisel klorofilin bireşimi için ışık zorunlu olsa bile) yaşamın var olduğu ortaya çıkarıldı. Böylece, Caumartin’in 1957’de giriştiği araştırmalar, bir mağara hayvan topluluğunun varlığını ortaya koydu.
Yeraltı ortamında yaşayabilmek için hayvan ve bitki toplulukları çok katı bedensel koşullara uyarlanmak zorunda kalmışlardır. Karanlık ve az sıcaklık değişikliği (en çok 1°C) en belirgin etkendir. Nemlilik oranı hep çok yüksektir ve doyma noktası yakındır. Hava akımı (güçlü rüzgârların estiği bazı yerler dışında) oldukça hafiftir. Mağaralarda iki biyolojik ortam vardır: Su yaşamı çevresi ve kara yaşamı çevresi. Suda yaşayan mağara hayvanları kesinlikle bu ortama özgü olmayabilir; bu türlere göllerin karanlık diplerinde de raslanır. Dağılımları çoğunlukla geneldir, yani bütün dünyaya yayılmışlardır; bu olgu söz konusu hayvanların gölde ya da denizde yaşayan bir ortak atadan türediklerini gösterir.
Mağara hayvanlarının karada yaşayan biçimlerine bu ortamın dışmda da Taslanabilir. Söz konusu hayvanlar mağaralarda ve galerilerde yaşarlar, ama seçtikleri yaşama çevresi, insanların ulaşamayacağı yarıklar ve çatlaklar ağından oluşur. Gölde yaşayan bazı türler gibi, suda yaşayan mağara hayvanları, karada da yaşayabilirler, karaya çıkabilirler ve başka bir ırmağa gidebilirler. Aynı biçimde, karada yaşayan bazı türler de günlerce su içinde yaşayabilirler; bu yetileri, söz konusu türlerin,devirli olarak su altında kalan çatlaklar ağında yaşamalarına olanak verir. Mağara hayvanları, çoğunlukla, iklim değişikliği sonucu havayı soluyarak yaşamaya uyarlanamayan biçimlerdir. Mağara ortamı, söz konusu türler için, giderek uyarlanmayı başardıkları bir sığmak olmuştur; mağara hayvanları çoğunlukla yaşayan fosillerdir ya da türlerinin son kalıntılarıdır.
Mağara Hayvan Topluluğunun Anatomisi
Mağaralarda yaşayan hayvanlar, böyle bir ortama uyabilmek için çeşitli nitelikler kazanmak zorunda kalmışlardır. Mağara hayvanları, yeryüzünde yaşayan akrabalarıyla karşılaştırılırsa, anatomi açısından pek çok farklılık gösterdikleri ortaya çıkar. Bazı öbeklerin boyu çok daha uzun (kınkanatlılar), bazılarınınsa çok daha kısadır (kabuklular). Genel olarak yeraltı yaşamına uyarlanma, büyüme düzensizlikleriyle kendini gösterir. Mağara hayvanlarının bedeni çoğunlukla daha narindir; bacaklar uzun ve incedir. Uçan kanatlı böceklerde kanatlar yok olur (Aptera). Mağara hayvanlarının derisi çoğunlukla renksiz olduğundan, bu durum hayvana alışılmamış, yarı saydam bir görünüş kazandırır. Gözler çoğunlukla küçüktür, hatta yoktur.
Fizkolofik Uyarmalar
Bu anatomi özelliklerine fizyolojik uyarlanmalar da eklenir. Fizyolojik uyarlamaların en önemlisi, hayvanlara uzun süre aç kalma olanağı veren ve böylece uzun süre yaşamalarını sağlayan çok yavaş bir metabolizmadır; aynı biçimde, embriyoların gelişmesi de çok yavaştır. Renksizleşme, gözlerin ve kanatların küçülmesi bir hormon dengesi bozukluğunun sonucudur. Tiroyidin etkinliğini ışık uyarır; mağaraların karanlık olması tiroyit büyüme hormonunda yavaşlamaya yol açar. Başkalaşım geçiren bazı türler, kurtçuk biçimlerinde bulunurlar ve bu yolla ürerler. Mağaralarda yaşayan hayvan topluluğu çeşitli öbeklere ayrılır. Bunlar şöyle sıralanabilir; Kara kurbağaları, su kurbağaları ya da semenderler gibi raslantısal olarak mağaralarda yaşayan hayvanlar (bunlar mağaraların nemli girişlerinde gelişirler); mağara yaşamını seven hayvanlar ya da troglofiller (dışarıda yaşarlar ama yeraltında yaşamanın ayrıcalıklarından da yararlanırlar [yarasalar]). Bu uçan memelilerin beden sıcaklıkları değişkendir: Kış uykusuna yattıklarında beden sıcaklıkları düşer. Zarlı kanatlar, yarasanın buharlaşma yüzeyinin çok büyümesine neden olur. Bu yüzden, kış uykusuna yatılacak yer, sıcaklık, nem ve havalanma koşullarına göre seçilir. Değişmeyen sıcaklıkları ve çok önemli olmaları nedeniyle mağaralar yarasaların kış uykusuna yatmaları için çok elverişli yerlerdir.
Yarasaların dışkısıyla beslenen böcekler, Güney Amerika ve Asya’daki birçok kuş da troglofildir.
Gerçek mağara hayvanları, yeraltı yaşamına çok iyi uyarlanmışlardır. Bunlar yeraltında yaşarlar ve ürerler. Bu öbekte yer alan omurgalıların temsilcisi semenderlerdir. Mağara semenderi Avrupa’daki mağaralarda yaşar; bu hayvan mağara yaşam biçiminin bütün özelliklerini taşır ve başkalaşma geçirmeden su kurtçuğu yaşamından, kurtçuk özelliklerini de korumak koşuluyla, karasal biçimine geçer: Pembe solungaçları başının arkasında yer alır. Bir akvaryum içinde ışıkta tutulursa kurtçuk renklenir, ardından başkalaşım geçirerek havayla solunum yapan bir erişkine dönüşür. Mağara hayvan topluluğu iki- yaşayışlılarla sınırlı kalmaz; aralarında çok sayıda balık da vardır. Omurgasız mağara hayvanlan arasında, “kurtlar”, salyangozlar sayılabilir; omurgasız mağara hayvanlarının çoğu eklembacaklılar öbeğine girer: Örümcekler; kör ve çoğunlukla kanatsız böcekler: kabuklular.
Mağara Bitki Topluluğu
Gelişmiş bitkilerin, klorofil bireşimini gerçekleştirebilmeleri için ışığa gereksinimleri vardır; bu nedenle gelişmiş bitkilere yalnızca mağaraların girişlerinde raslanır. Son zamanlarda, daha içerlerde ve karanlık yerlerde, bol miktarda çok küçük bitkiler bulunmuştur: Suyosunları: mantarlar; bakteriler.
Son Yorumlar