Madde, Duyularla algılanabilen ve mekanik bir kütleye sahip olan şey; öğe.
Felsefe Sorunu
Yukarda genel bir tanımım verdiğimiz madde sözcüğünün felsefede karışıklıklara yol açan çeşitli anlamları vardır. Aristoteles ve skolastikler için madde, biçim (form) edinebilen belirlenmemiş bir öğedir. Oluş ve değişmenin, olumsallığın ve bireyleşme ilkesinin alanıdır. Modern düşünürler içinse madde, biçimden çok, kendiliğindendik, bireysellik ve özgürlük taşıyan tine (zihin) karşıt bir gerçekliktir. Bazı düşünürler maddeyi, süreksiz ve cisimlerden ya da parçacıklardan oluşan bir şey olarak; bazıları da, sürekli ve yalnızca hareketin etkisinde çeşitlenmiş bir gerçeklik olarak düşünürler. Madde ayrıca, incelik ve zerafete karşıt olan ağırlık ve tine karşıt eğilimler ortaya koyan tene (beden) benzetilerek etik (ahlaksal) açıdan küçümsenir. Ama tinin nesnesi ve eylemin koşulu olması açısından da yüceltilir.
Felsefenin bu konuda ortaya koyduğu sorun şudur; Düşünceye direnen bir gerçeklik olduğu için madde diye bir şey vardır. Bu gerçekliğin asıl doğası ve özü nedir? Bu soruya, birbirine karşıt iki yanıt verilmiştir: Mekanizm, maddeyi, yalnızca geometrik ve mekanik özelliklere indirger; bundan ötürü, bütün olayların (fenomenler) ve maddesel varlıkların harekete indirgenebileceğini ileri sürer. Başka felsefecilere göre (bunlar dinamizmi savunurlar) madde, harekete indirgenemeyen belli ilkeleri, özgün bir kendiliğindenliği ve etkinliği içinde taşır.
Fizik Yada Matematik
Mekanizm, daha Eskiçağ’da, Demokritos ve Epikuros tarafından savunuldu. Bu felsefecilere göre tin de dahil olmak üzere bütün varolanlar, değişmeyen öncesiz-sonrasız ve bölünmez maddesel parçacıkların, yani atomların bireşimiyle ve hareketiyle açıklanabilir. Modern çağlarda descartesçılar da bir başka açıdan mekanizmi savundular. Descartes şöyle yazıyordu: “Maddenin ya da cismin doğası, katı, ağır ve renkli olmasında değil, uzunluk, genişlik ve derinlik bakımından yer kaplayan bir töz olmasındadır.” Demek ki, bu tözün özü, tamı tamına geometrik, sürekli ve sonsuza kadar bölünebilir olmasıdır ve maddesel dünyanın bütün olayları bu maddede gerçekleşen hareketler dizisine indirgenebilir.
Dünyada gerçek olan şeyin, bilincin bir ürünü ya da duyum ve eylem olduğunu düşünen felsefecilerin ve bilginlerin anlayışıysa tamı tamma farklıdır. Bundan ötürü onlara göre madde, bir gerçeklik ya da ona benzer bir şey değildir. Sözgelimi, Eskiçağ’da stoacılar böyle düşünüyorlardı. Tüm evrenin ya da onu oluşturan ilkelerin, canlı şeyler olduğunu ve dünyanın, ruhu Tanrı olan bir canlı varlığa benzetilebileceğini söylüyorlardı. Leibniz’ in töze ilişkin kuramı da bu savın bir başka örneğidir. Bu felsefeciye göre, bütün cisimler bölünmeyen, yani yer kaplaması olmayan birimlerden oluşmuştur; bunlar, düşünce birimleridir, yani monadlardır. Her monad, temelde etkinlik, kuvvet ve tindir. Bundan ötürü, tinsel töz gibi maddesel töz de etkinlik ve eylemden geri kalmaz. Ama madde, düşüncenin tam anlamıyla tinsel olmasına karşı çıkan ve alt dereceden olan bir tinsel yan taşır. Yukarda açıkladığımız iki öğreti arasındaki bu karşıtlık, günümüzde, metafizik düzeyden bilimsel düzeye aktarılmıştır. Bundan ötürü, maddeyi, tam anlamıyla hareketsiz ya da bunun tersine enerji taşıyan bir şey olarak düşünüp düşünmemek gerektiğine karar verme işi, bilim adamlarına düşmektedir.
Zeka Ve Madde
Canlı varlık maddedir ve madde içinde yaşar. İnsanoğlunun zekâsmın temel belirimlerinden birisiyse, maddeyi, hayvandan çok daha iyi bir biçimde kullanması, ondan yararlanması; giysiler, besinler elde etmesi ve ayrıca maddenin temel yapışım öğrenmek için onu incelemesidir. Maddenin yapısına ilişkin görüşler, uzun süre bulanıklıktan kurtulamamıştı. Ancak XVIII. yy’dan sonra bu görüşler aydınlanmaya başladı. Tarihöncesi insanoğlu, maddeyi, nasıl bulduysa öyle ele alıp yararlı kılıyordu. Maddeyi biçimlendirmeyi, taşlar kesip cilalamayı, ateş yakmayı, aletler yapmayı yavaş yavaş öğrendi. Madenlerin bulunmasından önce de yüzyıllar geçti; altın, kalay, bakır bulundu, tunç yapıldı ve demir bulundu. İnsanoğlu, kullandığı gerecin her birini ağırlığı açısından düşünmeye başladı; biçimi ne olursa olsun maddeyi, ağırlığı olan bir şey olarak düşünüyordu ve nesnelerin ağırlıkları, değiş tokuşlarda kullanılan başlıca nicelik temeli oldu.
Çeşitli maddesel nesneleri sınıflamaya ilk girişenlerin Eski Yunanlılar olduğu söylenebilir. Bu sınıflamayı, maddenin durumunu (katı, sıvı ya da gaz olması) göz önünde tutarak yapıyorlardı. Pek apaçık olmayan bazı özellikleri de bu sınıflamanın temeli olarak ele alıyorlardı. Sözgelimi, Aristoteles’e göre, dört temel öğe vardı: Toprak; su; hava; ateş.
Daha sonra, maddesel olayların yöntemsel bir biçimde anlaşılmasına yönelen simya,Batı’da olduğu gibi Doğu’ da da her yerde gelişmeye başladı. Bu çabalarda, felsefe ile gözlem yakından birbirine bağlıydı, ama felsefe gene de ağır basıyordu.
Simyadan Bağıllığa
Ama simyacıların, maddenin bilinmesinde önemli bir rol oynadıklarım yadsımamak gerekir. Simyacılar, daha sonra deneysel denen bilimlerin çekirdeğini oluşturan ilk çözümleme ve bireşim denemelerini gerçekleştirdiler. Böylece çeşitli cisimlerin fiziksel ve kimyasal özellikleri bulundu ve sınıflandırıldı. Böyle, Galilei, Bacon, Descartes ve Lavoisier bu değerli kalıtı devraldılar, ama yeni yöntemler de ortaya koydular. Felsefenin soyut düşüncelerini bir yana bırakarak, gözleme ve deneye ağırlık verdiler. Böylece, günümüzde tanıdığımız bilim adamı ortaya çıktı. Bu bilim adamı, olayları irdeliyor, birçok deneyi inceliyor, karşılaştırıyor ve sonunda, genel yasalar ortaya koyuyor ya da bir kuramdan yola çıkarak yaptığı gözlemlemelerle, bu kuramı doğruluyor ya da yanlışlıyordu. Böylece, XVIII. yy’da enerji kavramı, yavaş yavaş ortaya çıktı. Enerji, başlangıçta, ısı olarak (“kalori taşıyan sıvı”), daha sonra mekanik iş olarak ve en sonunda ısı ya da iş haline dönüşebilen potansiyel enerji olarak düşünüldü. İki yüzyıl boyunca, madde ve enerji kavramları, evrensel bir ilke, yani zaman içinde korunum ilkesi temel alınarak, ama birbirinden ayrı olarak ele alındı. Einstein ve XX. yy. fizikçileri, bu anlayışı kökten değiştirdiler. Onlara göre, madde ve enerji aynı şeydir ve gerçek dünyanın özünü oluşturur. Doğru olan yalnızca bütünsel enerjinin korunumudur ve maddenin bir m kütlesi, mc2 (c ışık hızını belirtir) enerjinin eşdeğerlisidir. Madde ile enerji arasında karşılıklı dönüşüm olanaklıdır. Bu kuramın birçok açıklaması vardır. Sözgelimi, bir enerji yüklü ışm (ışık ışınımları, elektromagnetik ışımalar, vb.) maddesel taneciklerden ya da fotonlardan oluşur (Broglie, 1924); atom çekirdeğinde, kütle yitimine yol açan tepkiler gerçekleştiğinde, enerji yayılımı (atom bombası, nükleer reaktör) da gerçekleşir.
Atomun Yapısı
Maddenin temel taneciklerden oluştuğunu ilk olarak Demokritos’un ileri sürdüğü söylenebilir. Ama bu görüş, ancak yirmi dört yüzyıl sonra yemden ele alınmış ve doğrulanmıştır. Maddenin kurucu öğesi, bir çekirdekten ve çevrede yer alan elektronlardan oluşan atomdur. Çekirdek de nükleonlardan, nötronlardan ve protonlardan oluşmuştur. Nükleonlar, birliklerini sağlayan güçlerin etkisi altındadır. Çekirdeklerin birçok parçaya ayrılması ya da nükleonların yeni bir çekirdek halinde kaynaşması, kütle değişimlerine, enerjinin ortaya çıkmasına ve taneciklerin doğmasına yol açar. Varlıklarını belli kısa süreler içinde koruyan tanecikler, maddenin kuruluşuna, tıpkı elektronlar ve nükleonlar gibi katkıda bulunurlar. Hepsi kendine özgü özellikler taşıyan bu taneciklerden onlarcası bilinmekte ve daha güçlü tanecik hızlandıncüarı kullanıldıkça, bunların yenileri de bulunmaktadır.
Bu tanecikler, atomun belli bir kurucusunun çeşitli belirimleri midir? Fizikçilerin çözmeye çalıştıkları birçok sorudan biri de işte budur.
Billurdan Yıldıza
KATI DURUM, en iyi düzenlenmiş durumdur. Katı bir cisim, sağlam ve tutarlıdır; belli bir biçim edinmiştir. Atomlar da birbirine sağlam bir biçimde bağlanmışlardır; ama atomlar, ısı fazlalaştıkça artan titreşim hareketlerine de konu olurlar. Billurlar, katı cisimlerin en iyi örnekleridir ve bunlarda atomların birbirine göre olan durumları çok düzenlidir. Bir bülurun sıcaklığı yükseltilirse, titreşim hareketi de artar ve belli bir ısı derecesi üstünde atomlar, birbirlerine göre yer değiştirebilirler. Böylece madde, katı durumdan sıvı duruma geçebilir. Biçim-yoksunu (amorf) durumun da bir sıvı durum (sözgelimi, camın durumu) olduğunu söyleyelim. Ama bu durumda cismin yapışkanlığı çok yüksektir ve bundan ötürü cisim, katı gibi görünür.
SIVI DURUM, katı durumla gaz durumu arasında yer alır. Atomlar ya da moleküller, bu durumda, birbirlerine oranla hareket edebilirler ama Van der Waals kuvvetleri diye adlandırılan etkiler, bunları birbirine yakm durumda tutar. Sıvı, içinde bulunduğu kabın biçimini alır ve yüzeyi yataydır. Ama sıvı helyum II gibi sıvıların yüzeyi dümdüz değildir. Katı cisimlere yakm yüzeysel gerilimden ötürü bu sıvılar, içinde bulundukları kabın çeperleri boyunca yükselir ve dışarıya dökülürler. Gezegenimiz üstünde iki sıvı, çok büyük miktarda bulunur. Bunlar, su (yeryüzü kabuğunun 3/4’ünü kapsar) ve petroldür. İki element de doğal olarak sıvı halindedir: Cıva ve brom. Bütün öteki sıvılar insanoğlu tarafından yapılmışlardır. GAZ DURUMU, kolayca tanınan bir durumdur. Yeterince yüksek bir sıcaklıkta, herhangi bir cisim ancak gaz halinde var olabilir.
Van der Waals güçleri her zaman geçerlidir,ama ısının etkisi, moleküllerin birbirinden sürekli olarak uzaklaşmasına yol açar. Bundan ötürü gazlar bükülgendir, sıkıştırılabilir ve katı ya da sıvı cisimlerden daha az yoğundurlar. Moleküller, birbirleriyle ya da karşılarına çıkan engelle saniyede milyarlarca kere çarpışırlar. Bu öğelerin bir çeper üstündeki darbesi, basınç dediğimiz şeydir. Çok geniş bir alandaysa, gaz durumunda kütlenin basıncı da çok azdır.
PLAZMALAR, maddenin dördüncü durumudur. Plazma, bir gazı çok yüksek ısıya getirerek (3 000°C’ın üstünde) elde edüen elektriklenmiş taneciklerin (pozitif iyonlar ve elektronlar) oluşturduğu bir kütledir. Plazma, evrenin kurucu bir öğesidir; yıldızlar, plazmalardan kurulmuştur. Güneş’in yüzeyini oluşturan plazmanın ısısı 6 000°C’tır; bazı yıldızlarmkiyse 60 000°C’a ulaşır. Bu ısıda nükleer tepkimelerfreaksiyonlar) gerçekleşir. Laboratuvarlarda bu sıcaklıkların elde edilmesi için çalışılmaktadır, ama burada ortaya çıkan güçlük, plazmayı belli bir hacim içinde tutmaktır.
Canlı Madde
Canlı maddenin en önemli elementleri oksijen, karbon, hidrojen, azot, kalsiyum, kükürt ve fosfordur. Canlı maddeyi oluşturan kimyasal öğeler iki çeşittir: Mineral maddeler ve organik maddeler.
MİNERAL MADDELER, su (en bol öğe budur ve insan bedeninde % 63 oranında bulunur) ve mineral tuzlardır. Bu sonuncular, eriyik halinde iyonlaşmış olarak (klorür anyonlar, sülfatlar, karbonatlar, nitratlar, sodyum katyonlar, potasyum, kalsiyum, magnezyum) ya da iskeleti ve kabukları oluşturmak için erimez halde (özellikle karbonatlar, silis ve türevleri) bulunurlar.
ORGANİK MADDELER, dört grupta toplanır: Protitler; nükleik asitler; lipitler; glüsitler.
Protitler, şu elementlerden oluşur: Karbon; oksijen; hidrojen; azot; kükürt. Bunlar arasında, aminoasitleri, peptitleri (küçük polimerler) ve proteinleri (büyük polimerler) saymak gerekir. Proteinler, hücre ağırlığının % 50-80’ini oluştururlar ve holoproteinlerle heteroproteinlere ayrılırlar. Bu sonuncuların molekülünde protein kökenli olmayan bir grup bulunur. Nükleik asitler, karbondan, hidrojenden, oksijenden ve fosfordan kurulmuşlar ve nükleotitlerin zincirlenmesiyle oluşmuşlardır. Hücre ağırlığının % 10-20’sini oluştururlar. Bunlar dezoksiribonükleik asitler (D.N.A.) ve ribonükleik asitlerdir (R.N.A.). Sonuncular hücre bireşimine katılımları açısından haberci ya da elçi R.N.A, taşıyıcı R.N.A ve ribozom R.N.A olarak sınıflandırılırlar.
Lipitler, karbondan, hidrojenden, oksijenden, azottan ve fosfordan kurulmuşlardır ve hücre ağırlığının % 15’ini oluştururlar. Basit lipitler (gli- seritler, kolesteritler) ile karmaşık lipitler ya da heterolipitler (fosfolipitler, sfengolipitler, sülfatitler) birbirinden ayırt edilir. Organik maddelerin dördüncü bölümü, karbondan, hidrojenden ve oksijenden oluşan glüsitler’dir ya da şekerlerdir. Hücre ağırlığının, aşağı yukarı % 10’unu oluştururlar. Ozlar ya da şekerler, indirgenliklerine göre aldozlar ve ketozlar olarak ayrılırlar; oz moleküllerinin zincirlenmesiyse diholozitleri ve ozitleri ortaya çıkarır. Organik maddelerin bu dört temel kurucu öğesinin yanısıra birçok madde daha vardır: Boyayıcı maddeler (karotenoyitler, antosiyanlar); vitamin etkenleri; aminoasitlerden (üre, kreatin) türeyen koenzimatik etkenler: vb.
Son Yorumlar