Fizik alanında, sonlu enerji miktarlarının belirtilmesinde kullanılan ve Latince quantum (ne kadar?) sözcüğünün çoğulu quanta’dan kaynaklanan terim.
Kuvanta Kuramının Kökeni
XIX. yy. sonuna doğru fizikçiler, ışınımla iletilen enerji ve bu enerjinin maddesel cisimlerle karşılıklı ilişkisi üstünde durdular. Kirchhoff, belirli bir sıcaklık için, eşsıcaklıklı kapalı bir hacim içinde yayınlanan ışınımın tayf bileşiminin kara cisminkiyle aynı olduğunu gösterdi. Stefan ve Wien, sıcaklık, ışınımın şiddeti ve frekansı arasmda bağıntılar belirlemeyi başardılar. Ama olayın genel yasasını belirtmek için ışınımların yayınlanma biçimiyle ilgili bir varsayım oluşturmak gerekiyordu. Thomson, bu yayınlanmanın atomların içerdiği elektronların titreşimlerinden ileri geldiğini öne sürdü ve bu enerji alışverişlerinin sürekli biçimde yapıldığım kabul ederek, uzun dalga boyları için deneyle çok iyi uyuşan, ama kısa dalga boyları için (yani yüksek frekanslı ışınımlar için) yanlış sonuçlar veren, matematiksel bir anlatım buldu. 1900’de, elektromagnetik kuramın doğruluğundan hiç kimsenin kuşku duymadığı sıralarda, Planck, ışınım enerjisinin, ancak titreşimli bir elektron tarafından kesikli bir biçimde yayınlanabileceğini ve buna bağlı olarak, ışınımın enerji kümeleri, yani kuvantalar taşıdığını düşündü. Planck, deneysel sonuçlarla son derece iyi uyuşan bir ışınım yasası buldu. Ama Planck’ın varsayımı ışığın dalga kuramına ters düşüyordu. Bu nedenle Planck bu kuramı tümüyle bir yana atmayıp kendi varsayımıyla bağdaştırmayı denedi. Daha sonra da şöyle bir açıklama yaptı: “Biz ister istemez, bu ışık kuvantalarının hiç değilse oluştukları anda, gerçek bir varlıkları olduğunu kabul etmek zorundayız.”
Kuvanta Kuramı
Kuvanta kuramına göre, enerji iletimi sürekli bir biçimde gerçekleşmez; ama kuvanta adı verilen sınırlı enerji miktarlarını, yani enerji taneciklerini işin içine katar. Işınım bu enerji tanelerini taşır ve her tanenin içerdiği enerji, bu ışınımın f frekansıyla orantılıdır; enerji kuvantası E = hf değerindedir, aksiyon (etki) kuvantumu ya da Planck değişmezi olarak adlandırılan h değişmezi, fizikte önemli bir rol oynar; bu değişmez çok çeşitli gözlemler ve deneylerden hareketle saptanmıştır ve sonuçlar kuramın geçerliğini kesin bir biçimde doğrular. H değişmezinin değeri, h = 6,6252.IO-34 j. sn. olur.
Sözgelimi i = 0,5 um dalga boyundaki bir ışık için(frekansı f = 6.1014Hz), enerji kuvantasınm değeri E = 6,6252.10_34x6.1014 =4.10-19j olur.
Kuvanta kuramı da, bağıllık kuramı gibi fizikle ilgili kavramlarda karışıklığa yol açtı. Mutlak gerekirciliği yok eden bu kuram, bizim ölçeğimizdeki olayların betimlenmesine uyan sürekli uzam ve zaman çerçevesinin yalın olayların belirlenmesine uygun düşmediğini göstermektedir. Bu kuramdaki gelişmeler ve sonuçlar, çağdaş fizikteki ilerlemelerin temelini oluşturur.
Sonuçlar
FOTOELEKTRİK YAYINIM. 1905’te Einstein, dalga kuramıyla bağdaşmayan fotoelektrik yayınımın yasalarım buldu. Işık ışınları boşluk içine yerleştirilen alkali metallere çarptıklarında, bu metaller elektron yayınlarlar. Frekans belirli bir f0 sınırının altında kaldıkça hiçbir elektron yayımı olmaz; daha büyük f frekansları için, yayınlanan elektronların enerjisi, (f-f„) ile orantılıdır ve orantı değişmezi, kesin olarak Planc değişmezine eşittir. Böylece Einstein, ışığın, enerjisi hf’ye eşit olan ışık kuvantalarından, yani foton- lardan oluştuğunu kabul etti; bir foton bir metale çarptığı zaman, hf enerjisi hf o ‘dan büyükse, bir elektron koparır, enerjinin hfo bölümü, kesin olarak, elektronu metalden ayırmaya yarar; öbür h (f-fD) bölümüyse kinetik enerji haline dönüşür ve elektron belirli bir hız kazanır.
AKSİYON (ETKİ) KUVANTUMU. Kuvanta kuramı, ilk biçimiyle sınırlı olarak atom elektronlarının titreşimlerine uygulanıyordu. Ama Planck, h değişmezinin bir zaman’la çarpılmış bir enerji {)ou\e x saniye)boyutunda olduğunu belirledi. Bu mekanik büyüklük bir aksiyon olarak adlandırılır. Titreşen bir sistemde enerjinin hf kuvan tasıyla değişmesi demek, aksiyonun, değeri h olan kuvantayla değişmesi demektir. Kuramın aksiyon kuvantumu adı verilen bu yeni biçimi, daha genel kapsamlıdır ve cisimlerin kütlesel ısılarının sıcaklıkla değişimlerinin açıklanabilmesini sağlar.
BOHR ATOMU. Çizgi tayflarının, özellikle hidrojen tayfının, deneysel verilerini açıklamak için, klasik mekaniğin yeterli olmadığını kabul etmek gerekiyordu. 1913’te, Niels Bohr, Planck’ın çalışmalarına dayanarak, çevresinde elektronların dolaştığı bir çekirdekten oluşan bir atom modeli önerdi. Bohr, belirli sayıda, hesaplanabilen,kararlı yörüngelerin varlığını ve bu yörüngeler için aksiyonun belli bir kuvanta sayısına denk düştüğünü kabul etti. Bu yörüngeler üstündeki elektronlar ışm yayınlamaz. Elektron ancak belli bir enerjiye denk düşen bir yörüngeden daha düşük enerjili bir başka enerji yörüngesine geçtiği zaman, enerjisi, iki yörüngenin enerji farkına eşit olan bir ışınım yayınlar. Sommerfeld ve onu izleyenlerin tam olarak belirledikleri Bohr varsayımı, optik tayfların kesin bir biçimde açıklanmasını sağladı. Bu varsayım özellikle, atomun,her elektron yörüngesini dört kuvanta sayısıyla belirleyen değerlerle, çok kesin olarak betimlenmesini sağladı: Asal, ikincü, magnetik ve spin (dönüş) kuvanta sayılan.
KUVANTA MEKANİĞİ. Bohr varsayımlarının uygulanmasında, 1920’den başlayarak bazı zorluklar ortaya çıktı. Gerçekten de, başından beri, kuvanta varsayımıyla, Nevvton mekaniğinin bir denkleminden hareketle yürütülen enerji hesaplan arasında çelişki vardı. İşte bu nedenle, Kopenhag okulunun bir başka fizikçisi olan Heisenberg, bizim uzay ve zaman çerçevemizin, özellikle de süreklilik kavramımızın tek başına ele alman bir taneciğin durumunu tam anlamıyla betimlemeye yetmediğini göstermeyi başardı.
Sözgelimi, yörüngeyle ilgili olarak,parçacıkların ancak birbirinden farklı, art arda konumları biliniyor ve hiçbir şey bu yörüngenin sürekliliğini gerçekleştiren ara konumların varolup olmadığını kamtlayamıyordu; enerjininse sıçramalarla sınırlı olarak değiştiği zaten biliniyordu. Heisenberg, bu durumların belli bir değeri aşan bir belirlilikle ölçülemeyeceğini gösterdi. Bir parçacığın doğru konumunun bulunması istendiğinde enerjisinin bilinmesinden vazgeçilmelidir; bunun tersi de geçerlidir; 1924’te, Broglie dalga mekaniği üstündeki tezini yayımlayarak, hareketli parçacıklar mekaniğinin temelim attı; Broglie çalışmasında, parçacıklar kuramıyla ışığın titreşim kuramının ustaca bireşimim gerçekleştirip, sonuçlarım hareketli her taneciğe uyguladı. 1925’ten başlayarak, Heisenberg,kuvanta kuramıyla, titreşim fiziğinin birbirine sıkı sıkıya bağlı bulunduğu kuvanta mekaniğinin temellerim attı. İstatistik matematik kuramlarıyla bağıllık kuramına dayanan,Schrödinger tarafından geliştirilen kuvanta mekaniği özellikle nükleer fizik alanında büyük gelişmelere yol açtı.
internete yazarsan çıka sen kaçıncı sınıfsın bu arada