Hareket etmesi gereken noktaları ipliklerle kuklacının parmaklarına bağlanarak oynatılan ya da elle hareket ettiren, tahta, karton, pişmiş toprak gibi hafif maddelerden yapılmış bebekler ve bu bebeklerle oynatılan oyun.
Kuklanın Kökeni
Tiyatro gibi kukla da dinsel kökenlidir. Mısırldar hiçbir oyuncu Tanrı rolünü üstlenmeye cesaret edemediği için, Tanrı rollerini, iplerle hareket ettirdikleri tahta kuklalara verirlerdi. Bu kuklaların, tapmak önlerinde oynanan oyunlarda sergilendiği sanılmaktadır. 1904’te Antinoe’de küçük bir şatoda bulunan kuklalar, bu varsayımları doğrulamaktadır: Mısırlılar, kuklaları biliyorlardı ve büyük bir olasılıkla bunlardan yalnızca dinsel oyunlarda yararlanmışlardı. Öte yanda, Yunanistan’da ipli kuklalar kullanılırdı; oyunların konulan bilinmemekle birlikte gösterilerin tiyatrolarda, hatta Dionysos Tapmağı’nda yapıldığı kesindir.
Roma’ya Yunanistan’dan geçen kuklalar, halkın ügisini çekti ve kukla oynatma sanatının uyandırdığı hayranlıkla ilgi tutkuya dönüştü. Latin farslarında rol alan kişilerin de daha çok gens’in (Roma’da aynı atadan gelen aileler grubu) eğlencesi olan bu küçük bebeklerden kaynaklandığı sanılır. Kukla aynı sırada Asya’da zengin bir dönem yaşadı. Kuklaların Hindistan’ da doğduğu ve ilk olarak burada dinsel oyunlarda Tanrı ile Şeytan rolünde oynatıldıkları, daha sonra da Hint destanlarının köy köy dolaşılarak anlatılmasına aracı oldukları bilinir. Hindistan’da Cava adasma geçen kuklalar burada yetkinleşerek Ramayana ’nın sahnelendiği özel bir oyun türü olan Vayang’ı yaratmışlardı. Vayang’Aa alttan bir çubukla tutulan ve hareketin bambularla sağlandığı yaldızlı tahta kuklalar kullanılır. Kuklacı, kuklalarım harekete geçirerek destanı anlatır.
Çin’de önceleri büyü kökenli olan kuklalar, sonradan destanların, ardından da komecilerin kişilerini yansıtmaya başladılar. Kuklacı dikkati çekmek için koyu mavi bir çuvala girer, omuzlarına yerleştirdiği bir çerçeveyi, sahne yerine kullanarak kuklaları oynatırdı. Özellikle, halka yönelik olan bu gösteri daha düzenli bir tiyatroya ancak saray çevresinde dönüştü. Benzer Çin tiplerinden kaynaklanan Japon kuklalarıyla destanlar sahnelenmiştir. Bir koro metni okurken siyahlar giyinmiş kuklan,gong ve üç telli gitar eşliğinde kuklalarını oynatırdı. Diyalogların ortaya çıkmasıyla koro ortadan kalktı ve XVI. yy’da kadın ozan Ono-Nootsu’nun oyunlanyla savaşçı erdemi yerini duyguya bıraktı. Bütün ülkede kukla tiyatroları açıldı, kukla oyunları yazılmaya başlandı; Takemoto Gidayu gibi (XVIII. yy. başı) kuklacılar, becerileriyle ün kazandılar. Günümüzde, Kyoto ve Osaka’da, halk bu tür gösterileri hâlâ ilgiyle izlemektedir.
Avrupa’da Kukla
Roma İmparatorluğu’nun çöküş döneminde tiyatro sıradan bir gösteriye dönüştü. Kuklalarla Sophokles, Aiskhylos,Aristophanes, Plautus yorumlandı ve kent kent dolaşılarak günün anlayışına uygun biçimde bunların yapıtları yeniden canlandırıldı. Bütün Ortaçağ boyunca antik komedi,kuklalar aracılığıyla yaşatıldı. Saz ozanları destanları süslemek için kuklalar kullanmaya başladılar; Charlemagne ve yiğitlikleri bu tiyatronun en sık işlenen konusu oldu. Artık halk destanlan sahnelepmeye başlamıştı. Almanya’daki hanlarda Goethe’nin Faust’u yorumlandı. Düzene pek aldırmayan ve halktan çıkma oyun kahramanlan destanlan kendi yorumlarına göre aydınlattılar ve yavaş yavaş gösterinin odak noktasını oluşturdular. İngiliz kuklasında Hunch, Rus kuklasında Petruşka, Alman kuklasında Harswurst, başlangıçta halkın gerçek düşüncelerini yansıtan tipler olarak belirdiler.
Ama dinsel temalar, IX. yy’dan başlayarak kukla sahnelerinde yer almaya başladı. Son derece dokunaklı öğelerin en yoğun güldürü öğeleriyle birleştiği bu tür halk oyunlarının yanı sıra, XVII. yy’dan başlayarak önce İtalya’da, ardından Almanya ve Fransa’ da, halk fantezilerini ve güldürülerini bir yana bırakarak, operaları sunan ve beceriyle teknik olanaklara ağırlık veren.özenle hazırlanmış bir tiyatro doğdu. Bu tür SaJzburg’da Mozart’ın Sihirli Flüt ’üyle (Zauberflöte) başladı ve 1900’de Theâtredes Bonshommes Guillaume’un otomatlarıyla tekniğin doruk noktasma ulaştı. XX. yy’da İspanya’da Lorca ve Manuel de Falla’nın oyunları, Fransa’da Gaston Baty’nin “Pupazzi”si (Kuklalar), vb’yle halk kuklası yenilendi.
Türklerde Kukla
Türklerde kuklanın Orta Asya’ya kadar uzanan bir geçmişi vardır. Daha sonra buradan Türk göçüyle birlikte Anadolu’ya getirilmiştir. Orta Asya’ da elle oynatılan kukla kol korçak olarak adlandırılırdı. İplerle oynatılan kuklayaysa çadır hayal adı verilirdi. Selçıık Türklerinde de oynatıldığı bilinen kukla, XVII. yy’a kadar kabarçuk, suret, korçak, lubet gibi adlarla da anıldı. XVII. yy’dan sonra kukla sözcüğü kullanılmaya başlandı. OsmanlIlarda kukla, şenliklerde araba kuklası (arabanın içine giren kuklacının uzun sopalarla oynattığı kukla türü) ve içine bir ya da iki insanın girerek hareketlendirdiği dev kukla da halkı eğlendirirdi. Bu kukla türlerine eskiminyatürlerde Taşlanmaktadır. Araba kuklası, günümüzde Anadolu’ da bazı köylerde de görülmektedir. El kuklası’ysa XIX. yy’da tuluat tiyatrosunun yanı sıra gelişmiştir. XX. yy’da ortaya çıkan sinema, televizyon, vb. eğlence araçları yaygınlık kazandıktan sonra, öbür geleneksel seyirlik oyun örnekleri gibi, kukla da hemen hemen ortadan kalkmıştır.
Son Yorumlar