Öznenin kendi yerini belirlediği, özgürlüğünü, temel tasarısını ya da varlığının anlamını ortaya koyduğu metafizik ve aynı zamanda somut koşulları (tarihsellik, toplum, çevre, olaylar, vb.) belirten terim (felsefedeki bu anlamı varoluşluk tarafından yaygınlaştırılmıştır).
Kierkegaard’dan sonra varoluşluğu etkileyen Heidegger’e göre konum, Dasein’m (buradalık), dünya da olmaklık olması ve dünyanın da onun için bir anlam taşıması bakımından bir temel ve ayırt edici özelliğidir. Böylece Dasein, var oluşunu varlıkbilimsel (ontolojik) bir sorun olarak duyar; çünkü insanoğlu, Dasein olması bakımından, kendi özel varlığı, yaşamında bir soru olarak ortaya konmuş olan varlıktır. Bu açıdan konum, Dasein’m atılmışlığı (Gevvorfenheit) demektir. Dasein, olgusallık dünyasına “atılmıştır” (geworfen), yani bu olgusallık, onun için bir sorun olarak kendim ortaya koymaktadır. Demek ki, varolmak, konumda bulunmaktır; varoluşunu sorguya çekmektir, dünya içinde varoluşunu yönlendirme ve belirlemedir. Heidegger, “ne olduğu ve ne olması gerektiği, Dasein’ a (buradalık) konum duygusuyla açıklanmıştır,” diyor. Jaspers de bu anlamda, “dünya bir nesne değildir; biz her zaman ondayız, ama o, bizim için hiçbir zaman bir nesne değildir,” diye yazmıştı. Yani, Jaspers dünyanın anlamlar taşıdığım, bir anlamı olduğunu söylemek istemektedir.
Konumun Sınırları
Sartre’a göre konum, konumda olma olgusu değildir, ama kendi için varlığın konumda bulunduğu koşullardır. “Her hakikat ve her eylem, bir çevreyi içerir,” der Sartre. Demek ki, Sartre’a göre tarihsel konumlar çeşitlilik gösterir, ama değişmeyen, “insanoğlunun dünyada olmasıdır, orada çalışmasıdır, ötekilerin arasında olmasıdır ve dünyada ölümlü olmasıdır”. Bu konumun sınırları, hem nesnel hem de özneldir: Nesneldir, çünkü bunlara her yerde raslanz; özneldir, çünkü bunlar yaşanan şeylerdir ve insan onları yaşamazsa, yani kendi varoluşunda kendini onlara oranla belirlemezse hiçbir şey değillerdir. Bundan ötürü, özgürlüğüme ilişkin her tasarı, konumun bu sınırlarını aşma, geriletme, olumsuzlama ya da bu konuma uyma denemesidir. Gene bu anlamda her özgürlük tasarısı, belli bir konuma oranla bir “bağlanma”dır; ama aynı zamanda bu konumun bir “yok edilmesidir”; çünkü, tasarı, kendini konuma oranla ortaya koyarak, bu konumla olan oranını dönüşüme uğratmaya, anlamını değiştirmeye yönelmektedir. Özgürlüğümün bu bağlanımı, benim tüm sorumluluğumu da içerir.
Merleu-Ponty’nin Konum Anlayışı
Bunun tam tersine Merleau-Ponty için “konum düşüncesi, bağlanmalarımızın kökeninde mutlak özgürlüğü dışta bırakan bir şeydir. Bir şimdiyi kabul ederek, geçmişimi yeniden elde eder ve dönüşüme uğratırım; onun anlamını değiştiririm, ondan kurtulurum ve sıyrılırım. Ama bunu bir başka yere bağlanarak yaparım. Bundan ötürü, yaşamımıza ilişkin olarak yaptığımız bir seçim mutlaka bir başka veri üstüne temellenir. Biz dünyamızı seçeriz ve dünya bizi seçer. Bundan ötürü gerekircilik (belirlenim) de, mutlak seçim de yoktur hiçbir zaman; ben, hiçbir zaman şey ve arı bilinç değilimdir” [Phenomenologie de la perception [Algının Fenomenolojisi]). Demek ki Merleau-Ponty, konumu, bir kendinde varlık, bir şey, özgürlüğün ya da tasarının olumsuzlaması gereken bir olgusallık olarak görmüyor; ama bu özgürlüğün dile gelebilmesinin bir aracı olarak görüyor. Bununla birlikte, varoluşçular için konum, özgürlüğün öteki kutbudur ve o olmazsa özgürlük de olmayacaktır.
Bir insanın içinde yaşadığı, yatıp kalktığı ev, vb. yer.
Son Yorumlar