Osmanlı İmparatorluğu’nda Abdülhamit II’ye karşı, Meşrutiyet yönetimi için savaşım veren ve Abdülhamit’i tahttan indirerek, 1913-1918 yılları arasında devlet yönetiminin sorumluluğunu doğrudan üstlenen siyasal kuruluş.
İttihat ve Terakki Cemiyeti, önce 1889’da İstanbul’da Askeri Tıbbiye’ de, tıbbiye öğrencilerinden İshak Sükuti, Mehmet Reşit, Abdullah Cevdet, İbrahim Temo ve Hüseyinzade Ali tarafından İttihat-ı Osmani Cemiyeti adıyla kuruldu.
İbrahim Temo bir İtalya gezisi sırasında İtalyan mason localarının etkisi altında kalmış, İttihat-ı Osmani Cemiyeti de gizli bir dernek olarak, İtalyan mason locaları ve İtalyan Carbonari derneği örnek alınarak kurulmuştu. Uzun süre bir varlık gösteremeyen cemiyet, 1895’te Avrupa’daki jöntürklerle ilişki kurarak, Paris’te bulunan Ahmet Rıza Bey’in etkisiyle adını Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak değiştirdi. Cemiyetin artan etkinlikleri üstüne Abdülhamit II yönetimi baskısını artırınca, örgüt üyelerinden birçok kişi yurt dışına kaçtı. 1895-1897 yılları arasında ciddi bir örgütlenme çalışmasına başlayan cemiyet, 39 maddelik bir yönetmelik hazırlayarak İstanbul’dan başka, taşrada da örgütlenmeye girişti. 1897’de Cenevre ve Kahire şubeleri açıldı, 1899’da Rumeli’de Tiran, Köstence, Dobruca, Şumnu, Plevne, Sofya, Vidin, İşkodra gibi birçok kentte örgütlenildi. İzmir’de Hizmet, Saadet ve Ahenk, İstanbul’da Şûrayı Ümmet, Meşveret, Cenevre’de Osmanlı İçtihat, Kahire’de Kanun-u Esasi, Hak gibi gazete ve dergilerde cemiyetin görüş ve düşünceleri yayımlandı. 1896’da bir askeri darbe hazırlandıysa da başarılı olunamadı, girişimde bulunanlar tutuklanarak uzak bölgelere sürüldüler. 1897’de Harbiye’de etkinlik gösteren 78 cemiyet üyesi Trablusgarp’a sürüldü.
1897’de Osmanlı-Yunan savaşındaki başarıdan güç kazanan Abdülhamit II’nin Jöntürklerle anlaşması ve Avrupa’ya kaçmış olan pek çok Jöntürkün İstanbul’a dönmesi üstüne cemiyette başlayan çözülme 1899’a kadar sürdü. 1899’daysa İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nda, Abdülhamit II aleyhindeki hareketleri desteklemeye başladığından, İttihat ve Terakki Cemiyeti yeniden güçlenme ve derlenip toparlanma olanağım buldu. İngiltere’nin desteğinin yanı sıra, cemiyetin toparlanmasındaki önemli dış etkenlerden biri de Makedonya sorunuydu. Osmanlı İmparatorluğundan ayrılarak bağımsızlığına kavuşan Sırp, Yunan ve Bulgar devletleri, bu bölgeye de egemen olabilmek için, XIX. yy’ın sonlarında ve XX. yy’ın başlarında, hem kendi aralarında, hem de Osmanlı İmparatorluğu’yla mücadeleye giriştiler, Osmanlı ordularıyla Sırp, Bulgar ve Yunan çeteleri arasında şiddetli savaşlar başladı. Bu sürekli savaş durumu nedeniyle, Abdülhamit II, bölgeye Harp Okulu’nu ve Harp Akademisi’ni bitirmiş, çağdaş savaş yöntemlerini bilen genç ve değerli subaylarını göndermek zorunda kaldı. Osmanlı ordusunun bu değerli subayları arasında Abdülhamit II yönetiminin Osmanlı İmparatorluğu’nu dağılmaktan kurtaramayacağı görüşü, dolayısıyla Abdülhamit II aleyhindeki düşünceler yayılmaya başladı. Bunun sonucunda, Abdülhamit II’ye karşı mücadele eden siyasal ve gizli örgütler, söz konusu bölgede, özellikle ile Selanik’te gelişme ve güçlenme olanağı buldular. Gerçekten de, Selanik’te iktisadi bakımdan güçlü olan çevreler, Abdülhamit II’nin yerine yeni bir yönetim istiyorlar, Müslüman toprak ağaları ile asker ve sivil bürokrasi de Abdülhamit II’ye karşı birleşme yoluna gidiyordu. Öteki Osmanlı illerinde ve İstanbul’da gelişme olanağı bulamayan İttihat ve Terakki Cemiyeti de, Makedonya’daki bu siyasal ve iktisadi koşullar altında hızla gelişti. Öte yandan, 1906’da Şam’da kurulan Vatan ve Hürriyet Cemiyeti, Mustafa Kemal’in bütün çabalarına karşın Suriye ve Lübnan’da gelişememişti. Mustafa Kemal gizlice Selanik’e giderek Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin bir şubesini açtı. Bu arada gene Selanik’te Mithat Şükrü (Bleda), Bursalı Mehmet Tahir, Naki (Yücekök), Talat Bey, Rahmi Bey, Yüzbaşı Ömer Naci, Kâzım Nami (Duru), İsmail Canbulat, Hakkı Baha, Edib Servet (Tör) adlı on arkadaş Osmanlı Hürriyet Cemiyeti adlı siyasal bir dernek kurdular. (1906).
Örgütlenmesi mason localarının örgütlenme yönteminden esinlenen bu derneğe girmek isteyen aday, gözleri bağlı olarak silah ve Kur’an üstüne el basıp yemin ediyor, cemiyete ihanet ederse öldürülmeyi önceden kabul ediyordu (bu gelenek daha sonra 1907’de İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından da benimsenecektir). Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti arasında başlayan yakınlaşma sonucu Eylül 1907’de iki cemiyet, anayasayı yeniden yürürlüğe koymak amacıyla İttihat ve Terakki Cemiyeti adı altında birleştiler. Yeni cemiyetin, biri Paris’ te, öteki Selanik’te iki genel merkezi, iki yönetmeliği, iki mâliyesi olacaktı; cemiyetler birbirlerini ikna yoluyla etkileyebileceklerdi.
1907’den sonra, özellikle Makedonya’da, cemiyet ile Abdülhamit II yönetimi arasındaki ilişkiler gittikçe sertleşti. İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1908 Mayısında Çarlık Rusyası konsolosluğu dışında, Makedonya’daki bütün yabancı devlet konsolosluklarına birer yazı göndererek, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin özgürlük savaşımına yardım etmelerini istedi ve istibdadı yıkacak olanın da İttihat ve Terakki Cemiyeti olduğunu belirtti. Bu arada Abdülhamit II’nin adamlarına karşı suikastlar düzenlenmeye başlandı. Selanik Merkez Komutanı Nazım Bey yaralandı (bu olayda akrabası ve cemiyet üyesi Enver Bey’in de rolü vardı), Temmuz 1908’de kolağası Niyazi Bey asker ve sivillerden oluşan bir kuvvetle dağa çıkarak Abdülhamit yönetimine karşı başkaldırdı. Abdülhamit II’nin Niyazi Bey’in ayaklanmasını bastırmakla görevlendirdiği 18. Nizamiye Fırkası komutanı Arnavut Şemsi Paşa, Manastırda cemiyet üyelerinden Atıf Bey adlı bir subay tarafından vurularak öldürüldü. Bunu Manastır mıntıka komutanı Osman Hidayet Paşa’nın vurulması izledi. Aynı yıl içinde Şemsi Paşa’nın yerine atanan Müşir Tatar Osman Paşa, Niyazi Bey ile Eyüb Sabri Bey kuvvetleri tarafından zorla dağa kaçırıldı. Artık Abdülhamit II’nin olayları önleyecek gücü kalmamış gibiydi. 23 Temmuz 1908’de İttihat ve Terakki Cemiyeti, Manastır’da Meşrutiyet’i ilan etti. Abdülhamit II bu ilanı kabul etmek zorunda kaldı; ertesi gün 24 Temmuz 1908’de Meşrutiyet, İstanbul’da da ilan edildi.
Meşrutiyet’in ikinci kez ilan edilmesinde en etkili siyasal kuruluş İttihat ve Terakki Cemiyeti oldu. Bununla birlikte, İttihat ve Terakki Cemiyeti, Meşrutiyet’in ilanından sonra hemen iktidara gelmedi. Osmanlı hükümetleri, genellikle Abdülhamit II’nin paşaları tarafından kuruldu. İttihat ve Terakki Cemiyeti, yalnızca bir-iki üyesini kabinelere sokabildi, bunun dışında kabineleri dışardan denetlemekle yetindi. Binbaşı Cemal Bey (Paşa), Hakkı Bey, Necip Bey, Talât Bey (Paşa), Rahmi Bey ve Cavit Bey’den oluşan bir İttihat ve Terakki Cemiyeti heyeti İstanbul’a gelerek hem kabineyle hem de padişahla görüşüp, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Meşrutiyet’i güvenlik altına almaya çalıştı.
Kasım-Aralık 1908’de Osmanlı İmparatorluğu’nda İkinci Meşrutiyet’in ilk seçimleri yapıldı. Bu seçimlerde İttihat ve Terakki Cemiyeti 288 sandalye elde ederek Meclis-i Meb’usan’da çoğunluğu kazandı. Seçimlerden sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti bu çoğunluğa dayanarak bir önerge verip güvensizliğini bildirdi ve Kâmil Paşa hükümetini devirdi; kendisine daha yakın olan Hüseyin Hilmi Paşa kabinesini iş başına getirdi. Bu hareketle, İttihat ve Terakki Cemiyeti kendini kesin iktidara götürecek ilk adımı atmış oldu. Ancak mutlak iktidara doğru yürümeye başladığı bu günlerde, Meclis dışında İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne karşı olanların dinci kolu tarafından bir muhalefet başlamıştı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne karşı olanların dinci kesimi, İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti ile Volkan gazetesi ve bu gazetenin başyazarı Derviş Vahdeti’nin çevresine toplandı. Dinci muhalefetin kışkırtmalarına öteki etkenler de katılınca 31 Mart Olayı patlak verdi (13 Nisan 1909). Ayaklanma, bazı askeri birliklerin de katılmasıyla, hızla yayıldı. Ayaklanmayı başlatanlar, şeriatın tam uygulanmasını, ayaklanma nedeniyle kovuşturmaya uğramamalarını, hükümetin istifasını, bazı komutanların değişmesini, başta Ahmet Rıza olmak üzere kimi ittihatçıların istifasını istiyorlardı. İstanbul tam bir dehşet ve kargaşa içine düşmüştü. Mahmut Şevket Paşa’nın komutanı, kolağası Mustafa Kemal’in kurmay başkanı olduğu Hareket Ordusu Selanik’ten İstanbul’a gelerek, ayaklanmayı bastırdı. Abdülhamit II, tahttan indirilerek, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin isteklerine boyun eğen şehzade Reşat Efendi, Mehmet V adıyla tahta geçirildi.
31 Mart Olayı’nın bastırılmasına, Abdülhamit II’nin tahttan indirilmesine karşın, İttihat ve Terakki Cemiyeti gene de doğrudan iktidara gelemedi. Meclis’te çoğunluğu elinde bulundurmasına, Cavit Bey, Talât Bey gibi bazı üyelerini hükümetlere sokabilmesine, zaman zaman da hükümetleri devirebilmesine karşın, 31 Mart Olayı’ndan 1913’e kadar geçen süre, İttihat ve Terakki Cemiyeti için, hükümetleri denetim altında bulundurduğu, ama kendisinin doğrudan iktidar olmadığı bir dönemdir. Bu dönemde İttihat ve Terakki Cemiyeti, bir yandan subayların siyasetle ilgilenmelerini önlemeye çalıştı, öte yandan kendine yasal bir siyasal kuruluş kimliği kazandırmaya uğraştı.
Eylül-Ekim 1909’da Selanik’te toplanan İttihat ve Terakki Cemiyeti kongresi, yönetmeliğini, üye kabul koşullarını, örgütlenmeyi yeniden belirlemeye çalıştı. 1909-1913 yılları arası, sıkıyönetim komutanı Mahmut Şevket Paşa’nın her alanda ağırlığını duyurduğu dönem oldu ve Osmanlı hükümetlerinin başında Tevfik Paşa, Hüseyin Hilmi Paşa, İbrahim Paşa, Sait Paşa, Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Kâmil Paşa gibi devlet adamları bulundu. Bu dönem aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun kesin dağılma ve yıkılma sürecinin son dönemiydi: Arnavutluk’ta, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, Güney Suriye’de, Havran’da, Hicaz’da ve Yemen’de Osmanlı yönetimine karşı başgösteren ayaklanmalar ancak çok büyük zorluklarla bastırılabildi. Bu ayaklanmalar ayrıca İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Osmanlı toplumunda uygulamaya çalıştığı liberal kapitalist temelde “İttihat-ı Anasır” (çeşitli din ve ırktan Osmanlıların birlik olması) siyasetinin de olanaksız olduğunu açık olarak ortaya koydu. Söz konusu ayaklanmaların bastırılmasını izleyen Trablusgarp ve Balkan savaşlarında Osmanh İmparatorluğu yenilgiye uğradı. Bu durum, gerek İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin, gerekse Osmanlı İmparatorluğu’nun iç ve dış siyasette olduğu kadar, askeri bakımdan da ne derece hazırlıksız ve yetersiz olduğunu ortaya koydu.
İçte ve dışta uğranan başarısızlıklar üzerine, İttihat ve Terakki Cemiyeti de giderek toplumun güvenini yitirmeye başladı, yıprandığını anlayınca da meclisleri feshederek seçime karar verdi. 1912 yılında yapılan seçimler İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin baskısı altında geçti ve Meclis-i Meb’usan’a ancak 6 muhalif milletvekili seçilebildi. Görünüşteki bu büyük başarıya karşın İttihat ve Terakki Cemiyeti gene doğrudan iktidara gelemedi, seçim sonrasında kurulan hükümetlere yalnızca bazı üyelerini sokabildi. İttihat ve Terakki Cemiyeti doğrudan iktidar olabilme amacıyla 23 Ocak 1913’te Bab-ı Âli baskınım düzenleyerek muhaliflerini tutuklattı ya da onları Avrupa’ya kaçmak zorunda bıraktı. İstifa eden Kâmil Paşa kabinesi yerine Mahmut Şevket Paşa kabinesi kuruldu. 11 Haziran 1913’te sadrazam Mahmut Şevket Paşa öldürülünce, İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi olan ve bir ara genel sekreterlikte de bulunan Sait Halim Paşa sadrazam oldu. Dahiliye nazırlığına da Talât Bey (Paşa) getirildi. Sait Halim Paşa kabinesiyle birlikte, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin doğrudan iktidar olduğu dönem başladı (1913-1918). 1908’den sonra sadrazam olanların tersine Sait Halim Paşa, İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesiydi ve cemiyette etkin olarak görev yapmıştı. 1912’de de cemiyetin genel sekreterliğine getirilmişti.
Sait Halim Paşa kabinesiyle başlayan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin doğrudan iktidar dönemi, 1918 sonlarına kadar sürdü. Bu dönemin en önemli olayları Edirne’nin 22 Temmuz 1913’te geri alınması, Avrupa’da Birinci Dünya savaşının çıkması ve Osmanlı İmparatorluğu’nun 2 Ağustos 1914’te İstanbul’da Almanya ile bir ittifak anlaşması imzalamasıdır. Bu sırada Enver Paşa, sadrazam Sait Halim Paşa ve birkaç ileri gelen ittihatçının bilgisi içinde, Göben ve Breslau adlı iki Alman savaş gemisi Çanakkale boğazından geçerek İstanbul önlerine geldi. Bir süre sonra Alman savaş gemileri Karadeniz’e açılarak Çarlık Rusyası limanlarım topa tuttu. Kasım 1914’te Çarlık Rusyacı, ardından da İngiltere ve Fransa, Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan ettiler. Osmanlı Devleti de onlara savaş ilan ettiğini açıkladı. Başta Enver Paşa olmak üzere İttihat ve Terakki Cemiyeti ileri gelenleri. Birinci Dünya savaşında Osmanlı Devleti’ni ve Osmanlı ordularını Alman çıkarları doğrultusunda yönettiler. Sait Halim Paşa, 1912’de İttihat ve Terakki Cemiyeti genel sekreteri olmasına ve 1913’ten 1917’ye kadar sadrazamlık yapmasına karşın, hiçbir zaman İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne ve ileri gelenlerine kendini kabul ettiremedi. Nitekim, Sait Halim Paşa 4 Şubat 1917’de istifa etmek zorunda bırakıldı ve yerine İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin gerçek önderlerinden Talât Paşa sadrazam oldu.
Talât Paşa başkanlığındaki kabineler savaşın yönlendirilmesinde ve ülkenin yönetiminde bir başarı elde edemediler. 1918 sonbaharında savaşın kesin olarak yitirildiği anlaşılınca, Ekim 1918’de Talât Paşa istifa etti. Bu arada bazı mületvekilleri de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden ayrıldılar. 1-2 Kasım 1918 gecesi Talât Paşa, Enver Paşa, Cemal Paşa ve birçok sorumlu ittihatçı yurt dışında kaçtı. 5 Kasım 1918’de toplanan İttihat ve Terakki Cemiyeti genel kongresi cemiyetin kapanmasına, İttihat ve Terakki’nin tarihe karıştığına karar verdi. Gene aynı kongre Teceddüt Fırkası (Yenilik Partisi) adı altında yeni bir parti kurulmasını da kararlaştırdı. Mondros Mütarekesi’nden sonra, Osmanlı topraklarında kalan İttihat ve Terakki Cemiyeti üyelerinden çoğu Anadolu’ya geçtiler, bölgesel Müdafaa-i Hukuk (hakların savunulması) cemiyetlerinin kurulmasında ve daha sonra da Kurtuluş Savaşı saflarında olumlu ve yararlı çalışmalar yaptılar. Ama bu arada bazı ittihatçılar, Mustafa Kemal’e 1926’da İzmir’de bir suikast düzenledilerse de başarılı olamadılar. Bu suikast nedeniyle, olayla ilgileri görülen Cavit Bey ile Dr. Nâzım idam edildiler. Gene cemiyet ileri gelenlerinden Kara Kemal intihar etti. Böylece İttihat ve Terakki Cemiyeti bir siyasal kuruluş olarak kesinlikle tarihe karıştı.
Son Yorumlar