Birçok germen lehçesiyle yazılmış Anglosakson şiirinde İngiliz edebiyatının bütün oluşturucu öğelerinin ilk niteliklerine raslamr: Beowulf Sağası’nın melankolisi; İngiliz halk ozanlarının Riddles devindeki hüzünlü hava ve söz oyunları; keşiş Caedmon’un Yaratılış üstüne yazdığı şiirin tumturaklılığı. Düşünce olarak İngiliz olan bu öze, Normandiya’nın alınmasıyla eklenen fransızca sözcükler, bir zenginlik ve üslup inceliği getirdi. Bu da özellikle Layamon’da ve John Gower’de görüldü. William Langland’ın The Vision of Piers Plowman’ı (1362) ve Fransız edebiyatındaki mysterèlerle (dinsel oyunlar) eşdeğerli olan moral plays, Chaucer’da da rastlanan Anglosakson gerçekçiliğinin en belirgin özellikleridir.
Thomas More’un yayımladığı Ütopya (1516), XVI. yy’ın başlarında ortalığı kasıp kavuran dinsel ve toplumsal bunalımı açıklayıcı nitelikte oldu. More, Petrarca’nm sonesini İngiliz edebiyatına sokan Thomas Wyatt (1503-1542) ve nazımla yazılan tiyatro oyunlarıyla şiirde büyük ölçüde kullanılacak olan uyaksız on heceli dizenin yaratıcısı Surrey kontu Henry Howard’la (1518-1547) birlikte İngiliz Rönesansı’nın habercisi oldu.
Elizabeth Dönemi
İngiltere’de Rönesans gerçekte sanat ve edebiyat koruyucusu Elizabeth I (1558-1603) döneminde başladı. Shakespeare’in yaratıcılığının etkisi altındaki Elizabeth dönemi, trajedi, dram ve komedi, türleriyle üslupların tam bir bireşimini oluşturdu. Bu bireşim daha açık bir deyişle İngiliz düşüncesinin özündeki iki eğitimin, gerçekçilik ile fantezinin bireşimi oldu. Bu dönemin etkisi her çağda duyuldu ve Amerikan edebiyatına kadar uzandı. John Donne ile metafizikçi ozanlar George Herbert, Henry Vaughan ve Richard Crashaw’un Elizabeth dönemi düşüncesini sürdürdükleri dikkate alınacak olursa, bu düşüncenin, kraliçenin ölümünden sonra yarım yüzyıl kadar daha sürdüğü ve Andrew Marwell’le (1612-1678) sona erdiği söylenebilir. Yapıtlarındaki Püritenlikle dikkati çeken Andrew Marwell, başta Robert Herrick (1591-1676) olmak üzere saray ozanlarının ürettikleri hafif şüre karşı çıktılar. Püritenliğin son büyük savunucusuysa John Miltön oldu. Ayrıca, 1660’tan 1669’a kadar tutmuş olduğu günlüğüyle tanınan Samuel Pepys de bu dönem yazarları arasında yer aldı.
İngiliz edebiyatı parlak Elizabeth döneminden sonra XVII. yy’ın ikinci yarısında gözlem ve eleştiriye yöneldi; deneme türü de ayrıcalıklı bir alan oldu: Köktenci deneyimciliği öğütleyen Hobbes’un Leviathan’ı; Sir Thomas Browne’un (1605-1682) dinsel düşünceleri; Locke’un An Essay Concerning Human Understanding’i (İnsan Anlayışı Üstüne Deneme).
Bu eleştirel akıma felsefi roman (insanlığı alaycı bir bakış açısıyla ele alan İrlandalı jonathan Swift’in Gulliver’in Yolculukları [Gulliver’s Travels] adlı yapıtı), gerçekçi roman (Daniel Defoe tarafından yazılmış olan Robinson Crusoe) ile Henry Fielding’in yapıtları da eklendi.
XVIIIyy. aynı zamanda, Samuel Richardson’la (1689-1761) psikolojik romanın doğuşunun da habercisi oldu. Klasisizm akımıysa, İngiltere’de Alexander Pope ve Samuel Johnson (1709-1784) gibi iki büyük yandaş buldu. David Hume deneyimcilik alanında, Lawrence Sterne’se oynak ve sık sık konu dışına kaçan yazılarıyla üslup konusunda yenilik getirdiler. 1762’de, Mac Pherson tarafından bulunan Ossian türü baladlar, romantizm öncesi dönemin (Young, Gray, Cowper ve Thomson dönemi) doğuşunu belirledi. Bu dönemde, akıl yerine duyguya, düşünsel incelemeler yerine inancın içten anlatımına öncelik verildi.
Yapay, çok işlenen ve bazen sürükleyici bir tür olan kara roman,bir bölümüyle XIX. yy’a bağlanır, ama olayların zamandışılığı, egzotikliği ve toplumsal dayanaklardan yoksun olmasıyla da bu yüzyıla özgü edebiyat anlayışından ayrılır. Aynı biçimde, Walter Scott’un tarihsel romanı, XVIII. yy’a İlişkindir. Aydın gizemci William Blake ve lirik ozan Robert Burns, golcü ozanlarla (Wordsworth, Southey ve Coleridge) başlayan ve Byron, Shelley, Keats gibi başkaldırı yazarlarla süren İngiliz romantizminin öncüleridir.
Victoria Dönemi
XIX. yy’da, bir yandan gerçekçi ve eleştirel, öte yandan da idealist ve fanteziye dayalı iki akım, bir arada varlıklarım sürdürdüler, ayrılıklar gösterdiler ve gülmece anlayışı içinde, genellikle konformizme, özellikle de Victoria dönemi üslubuna ağır eleştiriler getirerek iç içe geçtiler. Gülmece, düş ve düşünsel yaklaşımlar Thomas De Quincey’in yapıtlarında ince bir biçime büründü.
İdealist akım, bir yandan John Ruskin’in (1819-1900) estetizminde, öte yandan da katışıksız güzellik adına hem makineleşmeyi, hem de Victoria dönemini eleştiren önraffaellocu yazarlarda belirginleşti. Ender olanın araştırılması, düş ve lirizm Robert Browning’in yapıtlarının ve karısı Elizabeth Barrett Browning’in sonelerinin değerini ortaya çıkardı. İdealist akımın özelliğini,ya “estetik” bir zamanın yüceltilmesi (Cariyle [1795- 1881]) ya da gerçek’ten uyuşturucu (De Quincey), düş (Carroll’ın Alice Harikalar Ülkesinde adlı yapıtı), züppelik ve alaycı bir anlatımla (Oscar Wilde) kopmuş kapalı bir uzamın işlenmesi oluşturdu.
Öte.yandan, yaşadıkları döneme karşı çıkan ama suçladıkları bir gerçekliğe de tanıklık etmek isteyen çok sayıda yazar gerçekçi akıma bağlandılar. Bunların en dikkati çekenlerinden biri de, yergiyi betimlemelerin gerçekliği ve halk romanının sevimliliğiyle bağdaştırmasını bilen Charles Dickens’dı: Pickwick Papers (1837); David Copperfield (1849). Dickens, Thackeray’in (1811-1863) Vanity Fair, a Novel Without a Hero (1848) ve The Snob Papers’da (1848) aksayan yanlarıyla ince biçimde alay ettiği bencil ve zengin bir toplum içindeki basit, sömürülen insanların yaşamını dile getirdi. Aynı ölçüde kesin ve alaycı,ama daha kötümser olan bir düşünce biçimi de Meredith’te (1828-1909) ve Samuel Butler’de (1835-1902) görüldü. Çağlarından ayrı düşünülmesi gereken Emily Bronte ile Thomas Hardy (1840-1928) yazgıcı anlayışlarıyla Elizabeth dönemi trajedi yazarlarına yakınlaştılar. Genellikle egzotik bir çerçeve içinde gelişen serüven romanı da özellikle Stevenson, Rudyard Kipling, Joseph Conrad gibi usta yazarlar tarafından işlendi.
XX. yy’da, geleneksel biçimlere bağlanma, belli bir gelişmenin oluşmasını engelledi. Hiçbir yeni akım da (sözgelimi, Almanya’da anlatımcılık, Fransa’da gerçeküstücülük) geleneksel biçimlere bağlanmayı desteklemiyordu. Yaratmanın bireyci niteliği, genellikle edebiyat çalışmasının ileriye dönük gelişmesine zarar verirken, İrlandalı James joyce’un Ulysses (1922) adlı yapıtının büyük bir başarı kazanmasına yol açtı. Bu romanda, yepyeni bir düz yazı anlayışı içinde gerçekçi, idealist ve fanteziye yönelik akımlar kaynaşıyordu.
Joyce, dönemindeki öbür yazarlardan ayrı bir yer tutuyordu ve edebiyat araştırmaları, ince biçimciliği The Waves’ da (Dalgalar, 1931) doruk noktasına çıkan Virgina Woolf’unkilere (1882-1941) göre çok ilerdeydi. Anlatılarının biçimi açısından klasik bir yazar olan ama şiddetli bir başkaldırı anlayışıyla dikkati çeken D. H. Lawrence (Lady Chatterley’in Sevgilisi [Lady Chatterley’s Lover, 1928] ile skandal yarattı) da çağdaşları arasında ayrı bir yere sahipti.
Bu arada, İngiliz gülmece anlayışını yaklaşık yarım yüzyıl boyunca temsil eden, G. B. Shaw ile G.K. Chesterton (1874-1936) da geleneksel biçimlere bağlı kaldılar. Kurgu bilim yazarı H. G. Wells, toplumcu inançları gereği gerçekçi romana yöneldi. The Forsyte Saga’nın (Forsyte Ailesinin Destanı) yazarı olan Galsworthy, toplumsal eleştirileriyle dikkati çekti. Aldous Huxley’se Batı maddeciliğini reddetti. İmge ve simgelerle dolu gizemci ve düşsel şiirin temsilcisiyse T.S. Eliot oldu. Dylan Thomas (1914-1953) şiirlerinde gerçeküstücü öğelere yer verirken, sırasıyla eksiltmeli ve tumturaklı anlatıma yöneldi. Aynı yaklaşıma, Stephen Spender’de ve Louis Mac Neice’de de rastlandı. Sherlock Holmes’m yaratıcısı Conan Doyle’un (1859-1930) başlattığı polis romanı, daha sonra Edgar Wallace ve özellikle Agatha Christie (1891-1976) ile sürdürüldü. Graham Greene (doğ. 1904) bu yaygın türün kalıplarını psikolojik romanlarında kullandı: Angry Young Men (“Kızgın Genç Adamlar”) adıyla tanınan topluluğun üyeleri John Osborne (doğ. 1929), Wain (doğ. 1925), Amis (doğ. 1924) İngiliz konformizmine ve kaçış edebiyatına karşı çıkarak, gündelik gerçekliğin tanığı olmak istediler. Bu tutumlarıyla da İngiliz sinemasının yenilenmesine ön ayak oldular. Harold Pinter da (doğ. 1930), gündelik yaşamın boş ve tek düze yanlarını ele alarak, bu öğeleri saçmalık olgusunu işleyen oyunlarında kullandı.
Son Yorumlar