PARLAMENTER MONARŞİ
Parlamenter rejim, bütün XVIII. yy. boyunca giderek yerleşti. Hükümetin ve Parlamento çoğunluğunun başkanı olan Başbakanlık makamı kendiliğinden ortaya çıktı. İktidara Whiglerin (liberaller) gelmesi bu siyasal evrime uygun ortamı yarattı; Torylerse (muhafazakârlar) kralın nüfuzuna baş eğmeye daha yatkındılar. Gene bu dönemde baba-oğul iki Pitt, hükümetin başında siyasal yaşama damgalarını vurdular. Köklü toplumsal ve iktisadi değişikliklerin ardından, ülke teknik uygarlığın önderliğine ulaştı; kuzeyde ve batıdaki bir “kara” Büyük Britanya’ya karşı, güneyde ve doğuda bir “yeşil” Büyük Britanya oluştu. Tarımda, açık kırsal alanları çitlerle çevrili büyük topraklara dönüştüren hareket, ilçe topraklarından yararlanan yoksul köylülerin buralardan sürülmesine yol açtı .Tarımda bilimsel yöntemler uygulanmaya başlandı: Nadasın yerini gübre kullanımı ve yemlik bitkilerin ekimi aldı. Küçük toprak sahiplerinin köylerden göç etmesiyle kentler kalabalıklaştı; böylece, yeni doğmakta olan sanayiye, özellikle dokumacılığa iş gücü sağlanmış oldu. Makineler geliştirildi (dokuma makinesi, 1785; Watt’ın buhar kazam, 1767-1783; kokla dökme demir yapımı). Özellikle yeni doğan sömürge imparatorluğundaki gelir kaynaklarının işletilmesine dayanan deniz ticareti, büyük kârlar sağladı; bu arada İngiltere Bankası kuruldu ve İngiltere’nin dünyadaki etki gücü yaygınlaştı. Fransız desteği “Yeni Dünya”daki on üç eyaletin anayurttan ayrılmalarına olanak verdiyse (1783 Versailles anlaşması) de, Devrim ve İmparatorluk savaşları İngiltere’nin üstünlüğünün sağlanmasına yaradı. Büyük Britanya, Devrim’e ve Napolyon’a karşı bütün ittifaklara katıldı. Denizde zafer kazanarak kıta ablukasına göğüs gerdi. Denizlerdeki ve sömürgelerdeki durumunu, Paris ve Viyana anlaşmalarıyla (1814-1815) güçlendirdi.
Demokrasi, Serbest Ticaret, Sömürgecilik (1815-1914).
Bu dönemde bir altın çağ olarak nitelenen Victoria çağı yaşandı Demokratik evrimde seçim reformları dikkati çekti; Avam kamarasında toprak sahibi soylular, burjuvalar karşısında geriledi; önce muhafazakâr başbakan Disraeli’nin, ardından da liberal başbakan Gladstone’un çabalarıyla seçmenlerin sayısı giderek genişletildi. İrlandalı Katolik köylülerin topraklarının İngiliz büyük toprak sahiplerine (ianaiords) aktarıldığı İrlanda’ysa sürekli kargaşa içinde olan bir bölgeydi ve bu soruna hiçbir çözüm getirilemedi. S
anayi gelişmesi, serbest ticaret rejiminin benimsenmesine yol açtı; İngiliz tarımı ticaretteki büyük gelişmenin zararını çekti: Ucuz fiyatla besin maddesi ve hammadde dışalımı yapılması. Büyük sanayi ve black country’lerin (kara topraklar) kalabalıklaşması yüzünden toplumsal sorunlar doğdu: İşçiler, 1871’den 1875’e kadar sendikalarda (tradeunions) örgütlendiler ve önemli toplumsal yasaların çıkarılmasını sağladılar (1906-1908). 1900’de işçi Partisi (Labour Party) kuruldu.
Bu arada sömürgecilik hareketi sürdürüldü (Pencap, Natal, Yeni Zelanda, Birmanya) ve kraliçe Victoria döneminde (1837-1901) doruk noktasına ulaştı; hattâ Victoria, Hindistan kraliçesi olarak taç giydi. Afrika’da Fransızlarla rekabete girişildi. Çok geçmeden beyaz ırktan sömürgelere iç işlerinde özerklik tanındı. Kanada (1867), Avustralya (1901), Güney Afrika Birliği (1910) birer dominyon haline geldiler. 1901’de Victoria ölünce, Edward VII kral oldu. 1910’da da tahta George V geçti. Ama, 1815- 1915 yılları her bakımdan, İngiltere İmparatorluğu’nun altın çağı oldu; Victoria da bu çağın simgesi haline geldi.
Bir Dünya Savaşından Diğerine
Zafer kazanıldığı halde, Birinci Dünya savaşı ve onu izleyen bunalım, İngiltere’nin iktisadını olumsuz yönde ı etkiledi ve İngiltere’nin çöküşünde ilk adım oldu. Ülke sanayisinin üstünlüğü artık tarihe karışmıştı (yeni üretim teknikleri, rekabet); bundan, ticari ve parasal güçlükler doğdu. İşsizlik arttı; işçi istekleri ve grevler çoğaldı. Siyasal sorunlar ve oy hakkının herkese tanınması (1918) sonunda iktidar, İşçi Partisi ile Muhafazakâr Parti arasında hızla el değiştirmeye başladı. 1929’daki büyük bunalım sırasında siyasal ve iktisadi güçlükler büsbütün artınca, bir ulusal birlik hükümeti kurulması gerekti (Baldwin, MacDonald). Serbest ticaret rejiminden vazgeçildi; dışalımda kısıtlamaya gidildi. Ôttawa konferansında (1932) İngiltere, Dominyonlar ve Hindistan arasında ticarete ayrıcalık tanındı. İngiltere’nin dış siyaseti, Fransa’nın üstünlük sağlamasından korkarak, Almanya’yı destekleyip kıtada dengeyi koruma ilkesine dayanıyordu. Ama Almanya tehlikesi büyüdükçe Fransa’yla yakınlaşma yoluna gidildi.
1936’da kral olan ama aynı yıl krallıktan çekilen Edward VIII’in yerine kardeşi George VI geçti. 1921’de özgür ülke olarak tanınan İrlanda, 1937’de bağımsızlığa kavuşarak (yalnız adanın kuzey bölümünü oluşturan Ulster [günümüzde Kuzey Irlanda] dışında) Manda cumhuriyetine (Eire) dönüştü. Öte yandan, Hint ulusalcılığı karşısında ingilizler sürekli ödün vermek zorunda kaldılar; ama bu ödünler sömürgedeki muhalefeti yatıştırmaya yetmedi; muhalifler, Nehru’nun önderliğinde 1937 seçimlerini kazandılar. Mısır da, 1936’da bağımsızlığını elde etti. Ülkenin dünyadaki nüfuzunu korumaya çalıştığı bu dönemin en önemli temsilcisi. Winston Churchill’dir.
İngiltere Yakın Dönem
İkinci Dünya savaşı (İngiltere’nin Alman baskısına karşı direnişi, son zaferin kazanılması açısından büyük önem taşır) ve daha sonra çağdaş dünyanın evrimi, İngiltere’nin iktisadında ağır sorunlar yarattı; Dışsatımda düşüşler görüldü; bütçe açık vermeye başladı. 1945’te Clement Attlee’nin İşçi Partisi hükümeti, kısa sürede toplumcu bir program gerçekleştirdi. 1952’de George VI öıunce, yerine kızı Elizabeth II kraliçe oldu.
Ödünsüz bir kemerleri sıkma siyasetine karşın, iktisadi güçlükler nedeniyle 1949’da ve 1967’de sterlinin değeri düşürüldü. Sömürge imparatorluğu darmadağın oldu; sömürge ya da mandaların çoğu bağımsızlıklarına kavuştular (aralarından bazıları Commonwealth’e katıldı, bazıları katılmadı).
Bu arada en çok iki nokta üstüne duruldu: Avrupa’yla bütünleşme ve Kuzey Manda sorunu. A.E.T’na girişi 1963’te ve 1967 yıllarında general de Gaulle tarafından engellenenen İngiltere, 22 Ocak 1972’de Edward Heath’in başbakanlığı sırasında bu topluluğa katılma protokolünü imzaladı. Ama Manda sorunu 1967’den sonra tam bir darboğaza girdi. Buradaki kalabalık Katolik azınlık, yurttaşlık haklarında eşitlik isterken, terörist şiddet eylemlerine başvuran (IRA’nın terör etkinlikleri) ayrılıkçılar, Manda’ya bağlanmak için savaşmayı günümüze (1993) kadar sürdürdüler.
Toplumsal ve iktisadi karışıklıklar nedeniyle 1974 Şubatında yapılan erken seçimlerde, Harold Wilson’un İşçi Partisi, iktidarı kıl payı ele geçirdi. Wilson bunalım içinde bir ülkede “sol” reformlara kalkıştı. Ne var ki zaten yüksek olan işsizlik oranı daha da arttı; dalgalanmaya bırakılmış olan sterlinin değeri sürekli düştü; Ortak Pazar’la bütünleşmede güçlüklerle karşılaşıldı; 1974 Ekiminde yapılan yeni seçimler, İşçi Partisi’ni güçlendirdi. Bu ikinci yenilgiden sonra Heath, Muhafazakâr Parti’nin yönetiminden ayrılarak, yerini Margaret Thatçher’a bıraktı. İngiltere’nin Ortak Pazar’a girmesi sorunu 1975’teki halkoylamasından olumlu sonuç alınmasıyla kesin çözüme bağlandı. 1975 sonlarında ve 1976 başlarında iktisadi bunalım ve sterlinin değer kaybı öylesine arttı ki, Wilson istifasını vermek zorunda kaldı. İşçi Partisi onun yerine Callaghan’ı getirdi. Ama yeni bir grev dalgası, iktisadı felce uğrattı. 1979 Mayısında yapılan seçimlerde muhafazakârların zaferi ve Ingilizlerin iktisatta liberalizmi seçen başbakanları Margaret Thatcher’a gösterdikleri güven yeni bir umut kapısı açtı.
1 Nisan 1982’de Arjantin bir buçuk yüzyıldan beri üstünde hak iddia ettiği Falkland adalarını işgal etti. Bunun üstüne İngiltere, adaları yeniden ele geçirmek için asker gönderdi: 14 Haziranda Falkland adaları geri alındı.
9 Haziran 1983’te M. Thatcher seçimlerde başarı sağladı (650 milletvekilinden 397’sini Muhafazakâr Parti elde etti) ve İşçi Partisi’nde, bu yenilgi üzerine başkanlığa Neil Kinnock getirildi. Margaret Thatcher’ın uygulamaya başladığı sıkı para siyaseti ve faiz oranlarının yükseltilmesi, birçok işyerinin kapanmasına, işsizlik oranının % 11’i aşmasına ve madendeki işçilerinin grevine (1984’ten 1985’e kadar sürdü) yol açtıysa da, siyasetini ödün vermeden yürüten Thatcher, 1986’da iktisadi durumun biraz düzelmesinden yararlanarak erken seçim kararı aldı ve 11 Haziran 1987’de yapılan seçimleri de kazanmayı başardı. Ne var ki, 1990’da konut başına ve yaşama düzeyine göre 18 yaşın üstündeki herkesten alınacak yeni bir vergi koyması (poll tax: “Baş vergisi”), büyük gösterilere, hattâ ayaklanma boyutunda çatışmalara yol açtı (polisler ile göstericiler arasındaki çatışmalarda 132 kişi yaralandı). Bunun üzerine istifa eden Margaret Thatcher’ın yerine Muhafazakâr Parti başkanlığına ve başbakanlığa getirilen eski maliye bakanı John Maior, Körfez bunalımı sırasında A.B.D’yi koşulsuz destekleyip (İngiltere Körfez savaşına 35.000 asker, 170 tank, 72 uçak, 16 savaş gemisi gönderdi), bu arada poll tax’i kaldırarak (Mart 1991), daha ılımlı bir vergi koydu. 1991 Aralığında, Maastricht toplantısında, İngiltere’nin AET’de tek para kullanılması sürecine katılmamasını kabul ettirip, 1992 Nisanındaki seçimlerde büyük bir başarı kazandı: Muhafazakâr Parti, 336 milletvekili çıkardı.
Son Yorumlar