Mutlak olarak ya da belli bir bağlama ilişkin olarak var olmayan şey. İkinci anlamda hiçlik, belli bir bağlam, bir çerçeve içindeki bir şeyin yokluğudur. Bu çerçeve varlığını sürdürür ve hiçliği belirler. “Bayıldım ve hiçliğe dalıp gittim,” dediğimiz zaman, bilincin hiçliği (yokluğu) söz konusudur burada ve bu hiçlik, bilincin daha önceki ve daha sonraki varlığıyla çerçevelenmiştir. Bu durumda, dünya ve bedenim üstünde yürüttüğüm bir yargıyı da sürdürmekteyimdir. Mutlak anlamda hiçlik, her şeyin yokluğudur, varlığın çelişiğidir. Sözgelimi, Hıristiyan tanrıbilimcilere göre Tanrı, evreni ex nihilo, yani hiçlikten (yokluktan) yaratmıştır. Bergson, bu anlamın, herhangi bir geçerliği olamayacağını ileri sürmüştü. Bu felsefeciye göre hiçlik düşüncesi, dünya düşüncesinden hareket edilerek elde edilebilir ancak. Bu anlamda hiçlik, var olan her şeyin olumsuzlanmasıdır, ortadan kaldırılmasıdır ve bundan ötürü de ikincil, yapay ve düzmece bir düşüncedir. “Her şeyin ortadan kalkması düşüncesi, daire dörtgen düşüncesi kadar saçmadır.” Demek ki tikel ve belirli bir içeriğe ilişkin olarak bir anlam taşıyabilen olumsuzlama (hiçleme), kavranabilecek bütün içeriklere ilişkin olarak ileri sürüldüğünde hiçbir anlam taşımaz. Olumsuzlama, varlığı ön koşul olarak gerektirir ve bundan ötürü ona uygulanamaz. Var-olmayan, kavranamayan bir şeydir ve ancak, dilin bir aldatışı sayesinde onu düşündüğümüze inanırız. Tutarlı bir söylemle dile getirilemeyen varolmayanın var olması olanaksızdır; var olmayan, yoktur.
Bundan ötürü, evrendeki her şeyin, atomlardan ve boşluktan yapılmış olduğunu ileri süren Demokritos ve Epikuros, boşluğun hiçlik olduğunu söyledikleri zaman, mutlak hiçliği değil, göreli hiçliği belirtmek istemekteydiler. Boşluk, atomlara oranla (atomlara göre) vardır ancak, ama evrenbilim bakımından gerekli bir kavramdır. Nitekim Aristoteles’te de, gizli olarak var olan her şey, yani henüz var olmayan ama var olabilecek olan her şey, varlıktan çıkmaya hazır olan bir yokluktur. Hegel, Wissenschaft der Logik’inin (Mantığın Bilimi) başında varlık düşüncesinin hiçlik düşüncesine gönderdiğini ve bu ikisinin bireşiminden oluş’un ortaya çıktığını söylediği zaman, hegelci diyalektiğin de aynı doğrultuyu benimsediğini görürüz.
Ne var ki, bazı çağdaş felsefeciler, mutlak hiçlik düşüncesine yeniden önem kazandırdılar. Varoluşsa! sıkıntı ve boğuntu deneyimlerinde (yaşantısında) hiçliğin kavranmasının gerçek örneklerini bulan Heidegger, bu felsefecilerden biridir. Ona göre, hiçlik, hiçlik yargısından çıkmaz. Tam tersine, bu yargıyı olanaklı kılan ve koşullanan, hiçliğin kendisidir. Sartre da,L’Etre et le Neant’da (Varlık ve Hiçlik, 1942) bilinci, “hiçleyici” olarak nitelemiştir.
Son Yorumlar