1944’e doğru ressam Jean Dubuffet tarafından ortaya çıkarılan sanat kavramı.
1944’te Paris’te ilk kişisel sergisini açan }. Dubuffet’ye göre ham sanata (art brut) özgü yapıtlar, geleneksel sanat anlayışına karşıdır ve her zaman için, herhangi bir toplumsal sistemin parçası olan her türlü kurumun dışında yaratılmıştır; bunlar sanat kültüründen “zarar görmemiş” kişiler tarafından gerçekleştirilmiş yapıtlardır. Aydınlarda görülenin tersine, bu kişilerde “benzetme” payı ya çok azdır, ya da hiç yoktur; öyle ki, söz konusu yapıtları gerçekleştirenler her şeyi [konu, kullanılan araç gereç, aktarım yolları, yapıtı oluşturma biçimleri, vb.} klasik sanatın ya da günün modası olan sanatın basmakalıp klişelerinden değil de, kendi öz kaynaklarından çekip çıkarırlar. Kaçınılmaz biçimde doğal ve zorlamasız olarak gerçekleştirilen bu tür yapıtlar, çoğunlukla bazı akıl hastalarının plastik etkinliklerini sergiler. Bununla birlikte, psikopatolojik dengesizlik, bir yapıtın ham sanat ürünü olup olmadığı konusunda ölçüt olarak ele alınamaz. Biçimsel uzlaşmalara saygı, toplumsal yaşama uyum gösteren kişilerde olduğu kadar, akıl hastanesine kapatılmış kişilerde de vardır.
Ham sanata özgü yapıtlar yalnızca, yaratılmalarına yön veren “gizemsel bir esin altında kalmış coşkunluklardır”. İşte bu nedenle, Dubuffet, bu türden yapıtları bir araya toplayabilmek için, 1948’de büyük bir araştırmaya girişti (bu toplama işi 1948’de Ham Sanat Topluluğunun kurulmasıyla daha da kolaylaştı).
Dubuffet, araştırmalarını yalnızca psikiyatri kliniklerinde sürdürmekle kalmayıp, ispiritizmacıların girip çıktıkları çevrelere de yaydı; ayrıca, toplumsal yaşamın az çok dışına itilmiş olan ve yaratıcı güçlerini her türlü sanatsal tutkudan uzak tutan birçok kişinin etkinlikleriyle ilgilendi ve şaşırtıcı saptamalarda bulundu: Bunlar arasında Adolf Wölfli’nin boyalı dolapları, Auguste Forestier’nin yontmaları, joseph Crépin’in, Augustin Lesage’ın ve Jeanne Tripier’ nin medyumlara özgü resimleri, Laure Pigeon’un mavi mürekkeple yaptığı desenler, Pascal-Désir Maisonneuve’ün kavkıdan başları, Joseph Giavarinni’nin topraktan ve ekmek içinden yaptığı küçük heykeller, Heinrich-Anton Müllerin sanrılı karakalem çalışmaları, Guillaume Pujolle’ün suluboyaları, vb. yer alır. Bütün bu ürünlerden, ham sanatın kaba, içgüdüsel, olgunlaşmamış bir sanat,aynı zamanda da duvarlardaki karalamalar kadar gerçek bir sanat olduğu ve naif sanatla kesinlikle karıştırılamayacağı anlaşılır.
Son Yorumlar