Fuzuli Kimdir? Şiirlerinin Temel Konuları ve Başlıca Eserleri, Türk ozanı (?, 1480?—Kerbelâ, 1556).
Fuzulinin Hayatı
Divan edebiyatında lirik şiirin en önemli ozanı sayılan ve asıl adı Mehmed olan Fuzulî’nin, Kerbelâ, Bağdat ya da Hille’de doğduğu sanılır. Ozan, “fazlalık”, “gereksiz” anlamına gelen Fuzuli takma adını, daha önce aldığı takma adların (mahlasların), güzel şiirlerini beğenen başka ozanlar tarafından benimsenmesi üstüne aldığını söyler (fuzuli sözcüğü aynı zamanda fazl “erdem” sözcüğünün çoğuludur). Fuzuli’nin yaşamı, o dönemde birçok siyasal ve toplumsal karışıklıkların bulunduğu Hille, Kerbelâ, Necef ve Bağdat arasında yoksulluk içinde geçti. Sürekli bir koruyucu bulamayan Fuzulî’nin şiirlerindeki karamsar havanın nedenlerinden biri de bu geçim zorlukları ve yalnızlığıydı. Dûst bj-pervâ felek bî-rahm devrân bî-sükun/Dert çok hem-dert yok düş-men kavî tâli’ zebûn (Dost pervasız, yazgı acımasız, dönem karışık/ Dert derttaş yok, düşman güçlü, talih ün) beytinde görülen konusu, aşk konusunun yanı sıra, şiirlerinde egemendir. İyi bir ılim görmüş, arapça ve farsçayı olması, şiirini kurarken bir kültür birikiminden yola yangını gösterir. Nitekim, bunu türkçe Divanının önsözünde “Bilimsiz şiir,temeli olmayan duvar olur ve temelsiz duvar sağlam olmaz” diyerek vurgular.
Hekimlik de öğrenen ozan, uzun yıllar Hz. Ali’nin türbesinde bakıcılık yaptı. Çok istemesine karşın, İstanbul’a gidemeyen Fuzulî, gene de edebiyattaki gelişmeleri yakından izledi ve Kanunî Sultan Süleyman’ın Bağdat seferine (1534-1535) katılan Hayalî ve Taşlıcalı Yahya ile tanıştı. Kaynaklarda şiî olduğu belirtilen (şiirlerine bunu pek yansıtmamıştır) Fuzulî, bir süre Safevî valisi İbrahim Han tarafından korunmuş olmasına karşın, geçim sıkıntısından kurtulamadı; ozana Bağdat seferi sırasında Kanunîye sunduğu kasideler nedeniyle bir maaş bağlandı ama bunun ödenmemesi üstüne Nişancı Celalzâde Mustafa Çelebiye yazdığı ünlü mektubunda (Şikâyetname) bu konuyu dile getirdi.
Fuzulinin Şiirlerinin Temel Konuları
Fuzulî’nin gazellerinin ve ünlü mesnevisi Leylâ ve Mecnunun ana konusu aşktır; aşkın yalnızlık ve yakınma konularıyla bütünlendiği görülür: Sözgelimi Bende Mecnûndan füzûn âşıklık isti’dâdı var/Âşık-ı sâdık menem Mecnûnun ancak adı var (Bende Mecnun’dan çok âşıklık yetisi var/Sadık âşık benim, Mecnunun yalnız adı var) ve Fuzulî âşıka anlar ki derler terk-i aşk eyle/Demez- ler mi hatâ tağyir kıl hükm-ü kazâ derler (Âşık Fuzulî’ye onlar aşkı terk et derler/Sanki Tanrı yazgısını değiştirmemi söylerler, bu hata değil midir?) dizelerinde de bu açıkça görülür.
Sevgiliden ayrı düşme ve ayrılıktan yakınma konusu bütün Divan şiirlerinde olduğu gibi, Fuzulî’nin şiirlerindede egemendir.Burada söz konusu olan sevgili soyuttur; Fuzulî’nin şiir dünyasındaki ayrılık konusu, tasavvuftaki Tanrı’dan ayrı düşmüş olan ve ona ulaşmaya çalışan mutasavvıfın çabasını yansıtır. Sevgili de Tanrı da çok uzakta, ozanın ve mutasavvıfın içinde, gönlündedir. Ozanın çilesi, onu salt yalnızlığın içine sürükler: Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge/ Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı (Bana, gönlümün ateşinden başka kimse yanmaz/ Doğu yelinden başka kapımı kimse açmaz) dizeleri, ozanın o ulaşılmaz sevgiliyi arama yolundaki çilesinin anlatımıdır. Ama Fuzulî, yakınır gibi göründüğü yalnızlığı paylaşmak da istemez; çünkü aşk gibi yalnızlık da paylaşılmaz, bireyseldir: Benim tek hiç kim zâr ü perîşân olmasın yârab (Hiç kimse benim gibi ağlayıp perişan olmasın, Tanrım) derken, aslında kendi durumundan yakındığı kadar, bu korkusunu da dile getirmektedir.
LEYLÂ VE MECNUN
X. yy’dan sonra Arap edebiyatında yazılmaya başlanan Leylâ ve Mecnun konusu, İran’da Genceli Nizami tarafından mesnevi türünde özgür biçimde işlendi. Fuzuli de, Leylâ ve Mecnununda, Genceli Nizamî’nin yapıtını kaynak olarak aldı. İlk görüşte başlayan ve aklın dışına taşarak ülküselleşen çocukluk aşkının, çeşitli nedenlerle sonuca ulaşamayan öyküsünü anlatan Fuzulî’nin yapıtındaki olaylar dizisi, Nizami’ninkini izler ama konunun anlatımındaki ayrılıklar göze çarpar.
Fuzuli’nin öteki şiirlerindeki aşk anlayışı mesnevisinde de egemendir. Mecnun, Leylâ’ya kavuşamayınca çöllere düşer, insanlardan kaçarak ceylanlarla yoldaşlık eder, Leylâ yıllar sonra, her şeyi göze alarak ona birleşme önerdiğinde Mecnun kabul etmez; çünkü o, Leylâ’nın cisminden çok özüne âşıktır, amacı “vuslat” değil, aşkı aramanın coşkusu ve ateşiyle acı çekmektir: Gönülden taşra bir yer olduğm âşık hayal etmez (Âşık gönlünden başka bir yeri hayal etmez) dizesi de bunu açıkça dile getirir.
DİL VE ANLATIM
Fuzuli’nin şiirlerinde, lirizmin yanı sıra ilk dikkati çeken özellik, imge zenginliğidir. Arap ve Fars efsanelerini, tasavvufu çok iyi bilen ozan, bu kaynaklardan aldığı imgeleri, ruhsal durumunun estetik bir söylemini oluşturacak biçimde kullanır. Sözcük dağarcığının sınırlı olması, imge zenginliği sayesinde bir engel oluşturmaz. Fuzulî, imgeleri biçimsellikten uzak, içeriğin coşkun lirizmini ortaya çıkaracak bir ustalıkla kullanır. Dolayısıyla, başvurduğu söz sanatları, konunun önüne geçmeyerek, içtenlikli bir anlatıma ulaşır. Fuzulî türkçe şiirlerinde azerî lehçesini kullanmıştır.
Fuzuli Başlıca Eserleri
Arapça: Divan; Matla-ül İtikad (İnancın Doğuş Yeri; tasavvuf nitelikli bir yapıt).
Farsça: Divan; Heft-Cam (Yedi Kadeh; tasavvuf nitelikli mesnevî); Enîs-ül-Kalb (Kalp Dostu; 134 beyitlik uzun bir kaside); Risale-i Muammeyat (Bilmeceler Kitapçığı; manzum bilmeceler); Rind ü Zahid (Rind ve Sofu); Hüsn ü Aşk.
Türkçe: Divan; Beng ü Bade (Afyon ve Şarap; Fuzulî’nin ilk mesnevisi); Leylâ ve Mecnun; Kırk Hadîs Tercümesi (Camî’nin Tercüme-i Hadîs-i Erbain’in özgün çevirisi); Suhbet-ül- Esmar (Meyvelerin Sözleşmesi); Hadikat-üs Süeda (Kutluların Bahçesi). Fuzulî’nin ayrıca sonradan yayımlanmış olan bazı mektupları da vardır.
Son Yorumlar