Felsefe Tanımı Konusu ve Kökeni

Felsefe Tanımı Konusu ve Kökeni, Felsefe Sözcüğün kökeni açısından bilgelik sevgisi (yunancada philos, “dost”; sophia “bilgelik” demektir) diye tanımlanan felsefe, insan bilgisi ile eyleminin yöntemli, eleştirel ve akılsal incelenmesine, aynı zamanda da bilgi ile eylemin ilk ilkelerinin ortaya konmasına yönelik bir çabadır.

Tanımı Ve Konusu

Felsefe ve konusu ancak, bu terimin taşıdığı ve art arda gelen anlamlarını belirten bir tarihsel bakış açısından tanımlanabilir. Gerçekten, Eflatun’ dan bu yana felsefe terimiyle zaman zaman belirtilen şeyin bölünüp parçalanması yeni bir olay değildir ve “felsefe’nin alanı, yüzyıllar boyunca, daha önce kapsadığı bilimler ilerleyip özgürlüklerini kazandıkları ölçüde, sürekli daralmıştır. Ama felsefenin evrimini belirten bu adlan-dırma sorununun yanı sıra, bir başka temel sorunla da karşılaşılır: Tamamlanmamışlığı özünde taşıyan ve öbür amaçlan arasında kendi tanımını yapmayı da üstlenmiş olan bir araştırma, nasıl tanımlanabilir? Felsefenin bu “kendini-tanımlaması” da, tarihi boyunca söz konusu tanımlamaya ilişkin soruları ve yanıtları incelemeyi gerektirir.

Felsefe’nin Kökeni

“Filozof” (felsefeci) sözcüğü uydurulmuş bir sözcüktür ve kendini, bir yandan “Bilgeler”den, yani Sokrates – öncesi düşünürlerden, öte yandan da sofistlerden kesinlikle ayırt etmek amacıyla Eflatun tarafından ortaya atıldığı sanılmaktadır (Eflatun, sofistleri., alaycı bir anlamda, yani “kötü niyetliler” anlamında kullandığı bu terimle adlandırmıştı). Gerçekten “filozof adı, Eflatuna göre “bilge ile cahil arasındaki” (Şölen, 204 b) bilgelik dostunu belirtir. Böylece Eflatun, sofistlerin pragmatik ve sözde-ansiklopedik ustalığına ve Bilgelerin evrenoluş kuramları (kozmo-gonileri) ile büyük şiirsel kavrayışlarına oranla, kendi araştırmalarının taşıdığı yenilik üstünde önemle durmak istemiştir. Eflatuna göre felsefe, kendini, bilgeliğe ulaşmış bir çaba, Evren’in akıl gözüyle seyredilmesi, doğrunun (hakikatin) elde edilmiş bilgisi olarak ortaya koyamaz. Felsefe, belli bir yoldan ve belli yöntemler kullanarak ilerleyen, bulduğu değerler ya da özler yardı­mıyla bilgiyi ve gerçekliği açıklayan sabırlı bir araştırma, mutlak doğru­nun peşinde koşma olmalıdır. Bu bakımdan diyalog, diyalektiğin sağ­layabileceği kapsayıcı bir görüş birli­ğine götürmesi bakımından, onun öğretici niyetini yeterince açığa vurur. Diyalektikse, aklın, düşün­ceyle kavranabilir idealara kadar yükselmesine, bunlar arasındaki ve bunlar ile şeyler arasındaki bağıntı­ları incelemeye yardım eden bir bilimdir. Diyalektikçi, en geniş anla­mıyla, kapsayıcı bir görüşe ulaşmış kişidir.

Eflatunun öğrencisi olan ve daha sonra onu eleştiren Aristoteles, bu tanımı kendine özgü bir bakış açısı içinde ele alıp şöyle demiştir: “Genel­likle kabul edilmiş anlamında ele alı­nacak olursa bilgelik, nedenlerin ve ilkelerin bilgisidir; ama, tam anla­mıyla bilgelik, belirli nedenlerin ve belirli ilkelerin bilimidir.” Eflatunun bu konudaki görüşünü böylece deği­şikliğe uğratan Aristoteles’in amacı, belirli bir felsefe anlayışının evren­sellik hırsına sınır koymaktır (zaten Eflatun da böyle bir hırsı hiçbir zaman duymamıştır).

“İLK FELSEFE”

Aristoteles’e göre “ilk felsefe’nin (daha sonra “metafizik”diye adlandı­rılmıştır) konusu, mutlak olarak ele alınan Varlıktır ya da Varlık olarak Varlıktır. Yani ilk felsefe, ilk neden­leri ve ilk ilkeleri, ayrıca bir şeyi yap­mak için göz önüne alınması gereken erekleri (bunlar, Varlığın son neden­leridir) inceler. Fizik, evrenbilim, biyoloji ve ahlakbilim (ethik) alanın­daki araştırmaları, skolastik tarafın­dan, yani Descartes’a kadar, bilim alanındaki son söz sayılmıştır ve Aristoteles’in ilk ve son nedenleri bulup ortaya koyma kaygısını açıkça dile getirir.

Hadi Paylaş!Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on Google+Share on RedditPin on Pinterest

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.