Cumhurbaşkanının Siyasal Sorumsuzluğu ve Sorumluluğu Nedir?
Cumhurbaşkanının Siyasal Sorumsuzluğu
Cumhurbaşkanının siyasal sorumsuzluğu parlamenter sistemin bir gereğidir. Cumhurbaşkanının yaptığı işlemlerden dolayı Meclise karşı sorumlu olan, işlemde imzası bulunan Başbakan ve ilgili bakanlardır. Bu kural, 1961 Anayasasında aşağıdaki biçimde yer almıştır:
Cumhurbaşkanı, görevleriyle ilgili işlemlerden dolayı sorumlu değildir. Cumhurbaşkanının bütün kararlan, Başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır. Bu kararlardan Başbakan ile ilgili bakanlar sorumludur.(1961 Anayasası m. 98).
Bu kuralın salt olarak uygulanması, Anayasanın Cumhurbaşkanına tanıdığı bazı yetkilerin amaç ve niteliğine aykırı düşer. Nitekim, Anayasada açık bir kural olmamasına karşın, Cumhurbaşkanı, bir yasayı yeniden görüşülmesi için Meclise geri gönderme, Anayasa Mahkemesinde iptal davası açma yetkilerini tek başına kullanmıştır. 1961 Anayasası döneminde, Cumhurbaşkanının tek başına kullandığı bazı yetkiler, tartışma konusu olmuştur.
1982 Anayasası hazırlanırken, konuya açıklık getirme amacı ile Danışma Meclisi, Cumhurbaşkanının hangi yetkilerini tek başına kullanacağını sayma yolu ile belirtmiştir. Milli Güvenlik Konseyi sayma yolu ile belirtmeye gerek olmadığı görüşünden hareket ederek, maddeyi değiştirmiş ve aşağıdaki madde metnini kabul etmiştir:
Cumhurbaşkanının, Anayasa ve diğer kanunlarda Başbakan ve ilgili bakanın imzalarına gerek olmaksızın tek başına yapabileceği belirtilen işlemleri dışındaki bütün kararları, Başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır; bu kararlardan Başbakan ile ilgili bakan sorumludur.(m. 105/1).
Bu düzenleme biçimi ile Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemleri saptamak için, Anayasa, ya da yasada açık kuralın bulunması gerekecektir. Bu düzenleme, uygulamada bazı karışıklıklara neden olabilecek niteliktedir. Örneğin, Cumhurbaşkanı, sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak yetkisini, Başbakan ve Adelet Bakanının imzalarını da içeren, üçlü kararname ile kullanmakta, buna karşılık bazı atama işlemlerini, örneğin, «Devlet Denetleme Kurulunun üyelerini, ve Başkanını atamak», ya da «kanunları tekrar görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri göndermek» yetkilerini tek başına kullanmaktadır.
Anayasa, Cumhurbaşkanının tek başına kullanacağı yetkileri artırmakla kalmamış «Cumhurbaşkanının resen imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa Mahkemesi dahil, yargı mercilerine başvurulamaz» kuralını da getirmiştir (m. 105/2).
Bu kuralı, yine Anayasanın temelini oluşturan hukuk devleti anlayışı ile bağdaştırma olanağı yoktur. Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı yönetsel işlemler, hukuka aykırı ise, buna karşı dava açılarak iptalini sağlamak, hukuk devleti anlayışının doğal bir sonucudur. Anayasa, büyük bir özenle düzenlediği hukuk devleti anlayışına yine kendi koyduğu bir kuralla bir istisna getirmiştir. Bu düzenlemede Anayasa Mahkemesine gidilemeyeceği kuralı, fazladan konmuş bir kuraldır. Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemler, esasen Anayasa Mahkemesinin görev alanına giren işlemler değildir. Bu nedenle, Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemlerden dolayı, Anayasa Mahkemesine gitme olanağı yoktur. Buna karşın Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlem, bu işlemin dayanağını oluşturan yönetsel ön işlemde bir sakatlık yapılmış ise, bu sakatlık Cumhurbaşkanının işlemini de etkiler. Hukuka aykırı olan ön işlemin, yönetsel yargıca iptali, yargı yoluna başvurulamayan Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemi de sakatlar.
Cumhurbaşkanı, ne 1961 Anayasasında, ne de 1982 Anayasasında sembolik yetkilere sahip bir Cumhurbaşkanı olarak düzenlenmemiştir. Her iki Anayasa da Cumhurbaşkanını, Anayasanın koruyucusu, siyasal yaşamda bir denge unsuru, yansız bir makam olarak düşünmüştür. Bu durumdaki bir Cumhurbaşkanı, Meclise karşı sorumlu olan Bakanlar Kurulunun tüm kararnamelerini imzalamak zorunda değildir. Cumhurbaşkanının, kararnameleri siyasal yerindelik açısından denetlemesi ve reddetmesi, ne Anayasamıza ne de parlamenter sisteme uygun düşer. Buna karşılık, Kararnamelerin Anayasaya ve yasalara uygunluğunu denetleme, uygun olmayanları imzalamama Cumhurbaşkanının anayasal görevidir. Hükümetin Meclise karşı siyasal sorumluluğunun bulunması, sorumsuz olan Cumhurbaşkanının, hukuka aykırı kararnameleri imzalama zorunluluğunu getirmez.
Cumhurbaşkanının Ceza sorumluluğu ve vatana ihanet
Cumhurbaşkanının görevi ile ilgili işlem ve eylemlerinden dolayı, siyasal sorumluluğu olmadığı gibi, ceza sorumluluğu da yoktur. Cumhurbaşkanının, yalnız vatana ihanetten dolayı cezai sorumluluğu vardır. Vatan hainliği kavramının, batı hukukundaki karşılığı yüksek ihanettir. Aslında her iki kavram da, belirsiz ve karmaşıktır; tanımı da yapılmıştır. Öğretide, yüksek ihanet, genel olarak cumhurbaşkanının görevini, anayasaya, ya da ülkenin yüksek çıkarlarına aykırı bir biçimde kötüye kullanılmasından doğan siyasal bir suç olarak kabul edilir. Vatana ihanet bir ceza hukuku kavramı olmaktan çok, siyasal bir kavramdır. Yüce Divan, önüne gelen dava dolayısıyla, vatana ihanet suçunun içeriğini ve yaptırımını belirler. Yüce Divan, bunu yaparken, suçun nitelendirilmesinde, Meclisin Yüce Divana gönderme kararı ile bağlı değildir. Yüce Divanı bağlayan husus, vatan hainliği olarak nitelendirilen olaydır.
Cumhurbaşkanının vatana ihanetten dolayı suçlanabilmesi, ancak Meclis üye tamsayısının en az üçte birinin önerisi üzerine, üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla olur (m. 105). Bu durumda Anayasa Mahkemesi Yüce Divan olarak, Cumhurbaşkanını yargılar (m. 148).
Cumhurbaşkanının Yüce Divana gönderilmesi durumunda. Anayasada bir kural bulunmamasına karşın, görevinden ayrılması yerinde bir harekettir. Bu gibi durumlarda kuramsal olarak, Cumhurbaşkanının görevden ayrılması geçici olabileceği gibi, devamlı da olabilir. Devamlı ayrılması hem kendisi, hem de görevi bakımından zorunlu görünmektedir.
Cumhurbaşkanının görevi ile ilgili olmayan, kişisel suçlarından doğan sorumluluğuna gelince, cumhurbaşkanı görevi ile ilgili olmayan, adi suçlardan dolayı, herkes gibi sorumludur.
Cumhurbaşkanının görev dışı suçlarından dolayı sorumluluğu, 1924 Anayasasında açıkça belirtilmiştir. Buna göre. Cumhurbaşkanının “hususatı şahsiyesinden dolayı mesuliyeti lâzım geldiğinde” Anayasanın milletvekilliği dokunulmazlığı ile ilgili 17. maddesine göre işlem yapılacaktır (m. 41/2). Başka bir anlatımla, Cumhurbaşkanı kişisel suçlarından dolayı, Meclisçe dokunulmazlığı kaldırıldığında, genel mahkemelerde yargılanabilecektir. 1924 Anayasasına göre, cumhurbaşkanı seçilen kişi, milletvekilliği sıfatını da korumaktadır. Bu nedenle de, cumhurbaşkanının milletvekilliği dokunulmazlığı ile ilgili ayrıcalıklardan yararlanması doğaldır.
1961 Anayasasına gelince, buna göre, Cumhurbaşkanı seçilen kişi, milletvekilliği sıfatını da kaybeder. Cumhurbaşkanının kişisel suçlarından dolayı, milletvekilliği dokunulmazlığından yararlanabileceğine ilişkin bir düzenleme de, Anayasada yer almamıştır. Aynı yaklaşım 1982 Anayasasmca da benimsenmiştir. Buna karşın her iki Anayasa, dışardan bakan olanların, milletvekilliği dokunulmazlığından yararlanacaklarını belirtmiştir. (1961 Anayasası m. 105; 1982 Anayasası m. 112/4).
Anayasanın, kişisel suçlarından dolayı, Cumhurbaşkanının milletvekili dokunulmazlığından yararlanması için, özel bir düzenlemeye gitmesi gerekirdi. Anayasa böyle bir düzenlemeye gitmediğine göre, bu boşluğu, varsayımla, yorumla ve örnekseme(kıyas) yolu ile doldurma olanağı da yoktur; kamu hukuku alanında olduğumuzu unutmamak gerekir. Bugünkü hukuk düzenine göre Cumhurbaşkanı, kişisel suçlarından dolayı dokunulmazlığı kaldırılmış milletvekili durumundadır. Anayasadan doğan bu sakıncalı durumu, parlamenter sistemin geleneğine başvurarak doldurmaya çalışmak, hem ceza, hem de Anayasa hukuku bakımından, kabul edilebilir bir yol gibi görünmemektedir.
Cumhurbaşkanının Hukuksal sorumluluğu
Cumhurbaşkanının görevi ile ilgili eylem ve işlemlerinden dolayı hukuksal sorumluluğu da yoktur. Buna karşın, Cumhurbaşkanı, görevi ile ilgili olmayan eylem ve işlemleri ile, kişilere verdiği maddi ve manevi zararlardan, diğer bireyler gibi sorumludur. Cumhurbaşkanının hukuksal sorumluluktan kurtulması, ancak eylem ve işlemlerinin görevi ile ilgili olmasına bağlıdır. Bu durum, Yargıtay 4. Hukuk dairesinin ve Avrupa İnsan Hakları Komisyonunun kararından da açıkça anlaşılmaktadır.
Cumhurbaşkanına karşı açılan manevi tazminat davası dolayısıyla, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi aşağıdaki karan almıştır:
“Öncülüğünü yaptığı aydınlar dilekçesinden bir örneğin… Cumhurbaşkanlığı makamına da verildiğinden sözeden davacı; davalı Cumhurbaşkanının… Manisa ve Gördeste yaptığı konuşmalarında «Aydınlar dilekçesini hazırlayan ve imzalayanları vatan hainliği ile suçlamak suretiyle» kişilik hakkına saldırıda bulunduğunu ileri sürerek …lira manevi tazminatın …tahsiline..karar verilmesini… dava etmiştir.
“Mahkemece; görevi sırasındaki işlemlerinden ötürü sorumsuzluğu ve yargı bağışıklığı bulunan Cumhurbaşkanı hakkında dava açılamayacağı gerekçesi ile …dava dilekçesinin reddine karar verilmiştir.
“Cumhurbaşkanı, esas itibariyle görevi ile ilgili eylemlerinden dolayı sorumsuzdur. Anayasa ve kanunlarda yapılması istenen değişikliklere de yer veri¬len “Türkiyede demokratik düzene ilişkin gözlem ve istekler” başlıklı dilekçe kendisine sunulan Cumhurbaşkanının; yurt gezisi sırasında yaptığı (sözkonusu) açık hava toplantılarında, Aydınlar dilekçesi ile ilgili olarak görüş açıklamasının görevi ile ilgisi olduğu kuşkusuzdur.” Yargıtay bu gerekçe ile Ankara 9. Asliye Hukuk Mahkemesinin kararını onamıştır. (Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 27.4.1987 gün ve E. 87/2865, K. 3701 sayılı karan).
Davacı iç hukuk yollarını tükettikten sonra, Avrupa İnsan Haklan Komisyonuna bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon diğer nedenlerin yanında, Yargıtayın görüşünü benimseyerek, başvurunun kabul edilmez olduğuna karar vermiştir. (Aziz Nesin / Türkiye, No. 13901/88 – 6.7.1989)
Son Yorumlar