Çin’in dinsel ilkeleri ve Çin düşüncesi genel olarak Batı dünyasının dinine ve düşünce biçimine uymaz. Hiç bir zaman insan bedeni Çinli heykelcilerin ve ressamların ilgisini çekmemiştir; Çin simgeciliği Batı’ya özgü insan merkezciliği yadsır ve Avrupa ve Çin sanatlarının kökenleri arasında bir koşutluk kurmak olanaksızdır. Uzak doğu kültürünün gerçek potası olan Çin’de, İ.S. I. yy’ın ortalarına doğru buddhacılığın yaygınlaşmasından önce, hiç bir Tanrı insan görünümünde canlandırılmamıştı. Gerçek anlamda heykelcilik yapıtları Doğu Çou sülalesi döneminde (İ.Ö. VIIl. ın. yy.), yeşim taşından üsluplaştırılmış , küçük, hayvanlar biçiminde ortaya çıktı. Önceki Han sülalesi (İ.Ö. II. ve I. yy.), yüksek kabartma halinde taştan büyük bekçi aslanlar, ejderler ya da atlarla anıtsal Çin heykelciliğini başlattı; bu tür heykellerin başlıca özellikleri, bütün sülaleler döneminde din dışı olduğu halde mezarlarda yer alması, eşsiz ve tarihsel olmasıdır.
Ming’ler ve Çing’ler döneminde oylumlarında çok daha şaşmaz bir düzene ulaşmış olan bu büyük heykel sanatı, imparatorluk mezarları alanına girilen “ruhlar yolu”nun alçak kaldırımlarını süslerdi. Bu sanat ayrıca, tunçtan ve pişmiş topraktan heykelcikler bakımından çok zengin olan Çin mezar sanatındaki büyüklük duygusunu da dile getirir. Buddhacılığa özgü heykelcilik, Çin’de ortaya çıkmış olan tek, tipik bir dinsel sanattır; ama kaynaklandığı biçimlerin kökeni çok uzaklara (Gandhara’daki Yunan Buddha sanatı) gider. Kısa süren Suy’lar döneminde (589-617), Buddha heykellerinin biçimlerinde bir yumuşama göze çarpar; Tang’lar döneminde, VII. yy’dan X. yy’a kadar bu heykellerde Hint, Gupta ve Gupta sonrası sanatlarının etkisi açıkça görülür. Buddhacılığın gerilemesi Sung döneminde yeni konfuçusçuluktan doğmuş olan, büyük ölçüde Çin’e özgü bir sanat geleneğine dönüşe yol açtı. Resim, seramik, edebiyat ve tiyatro ilerlerken, heykelciliğe bir özenticilik egemen oldu ve bu tutum daha sonraki dönemlerde, hattâ Ming’ler döneminde bile varlığım korudu.
Son Yorumlar