Kant, Alman felsefecisi (Königsberg, 1724-Königsberg, 1804).
Orta halli bir zanaatçının oğlu olan İmmanuel Kant. Friedrich Koleji’nde öğrenim gördü, 1758’de Königsberg Üniversitesi’nde ders vermeye başladı, 1770’te profesör oldu ve ölümüne kadar da orada kaldı.
Yaşamının tümü öğretim ve araştırmayla geçen Kant, eleştiricilik anlayışlımı yaratıcısı olarak tanınır; felsefesine bu ad üç büyük eleştirisinden (salt akim, pratik akhn ve yargının eleştirilmesi) ötürü verilmiştir.
Eleştirel Sorun
Kant, sözgelimi Descartes gibi yeni bir bilim, ahlak ve metafizik yaratmaya yönelmez. Fizik biliminin, Newton’la kesin temeller üstünde kurulmuş olduğunu düşünür; “ortak ahlaksal akim” verdiği yargıların da sağlıklı olduğunu kabul eder. Onun gerçekleştirdiği eleştirel devrim, bilginin yasallığını irdeleyen bir soruşturmadır.
Bu işe girişen felsefeci, şu garip çelişkiyle karşılaşır: Mantık, geometri ve fizik sağlam bir bilgi temeli üstünde ilerlediği halde metafizik, kısır tartışmaların kapalı bir alam olarak kalmaktadır. İşte buradan üçlü bir soru çıkmaktadır: Bilim nasıl olanaklıdır?; Ahlak nasıl olanaklıdır?; Metafizik ise, olanaklı mıdır?
Bilgi Kuramı
“Isı, demiri genleştirir” gibi bir yargı, birbirinden çok farklı iki öğeye ayrılabilir. Gerçekten de, bu ileri- sürüşte, her etkinin zorunlu olarak bir nedeni (biçimsel yan) ve bir deneyim- sel içeriği olduğu (ısı ile genleşmeyi birbirine bağlamamızı yalnızca deneyim sağlamıştır) görülmektedir. Demek ki, her bilimsel bilgi, bir biçim (form) ile bir içeriğin birliğidir. Kant’ m temel buluşu, biçimsel (ve aynı zamanda önsel, tümel ve zorunlu) olan her şeyin insan zihninde bulunduğu ve içeriğinse, ancak duyusal deneyimden gelebileceğidir. Kritik der reinen Vernunft’ta (Salt Akim Eleştirilmesi, 1781) bu önsel öğe{Kani, transandantal der buna), ayrıntılı olarak incelenir.
Kant transandantal estetikte, zaman ile uzamın katışıksız sezgiler, yani c.u- yarhğın önsel biçimleri olduğunu (yani, şeylerin nesnel özellikleri olmadığını) ortaya koyar. Transandantal analitikteyse, birlik, çokluk, töz, nedensellik gibi anlayışgücü kategorilerinin, ısı örneğinde görüldüğü gibi, nesnelerin bilgisini edinmemizi olanaklı kılan önsel koşullar olduğunu kanıtlar. Öyleyse bilimsel bilgi, insan zihninin yapışma bağlıdır ve bundan ötürü de görecedir. Ama bu yapı bütün insanlarda bulunduğu için, bilimsel bilgi nesneldir ve karşıt savlardan hangisinin doğru olduğunu deneyim gösterir. Buna karşılık, metafizik, ruh, şeylerin bütünselliği ve. Tanrı üstünde yargılar ileri sürerek deneyimi aştığı savmdadır. Ama burada, dolaysız deneyim diye bir şey yoktur, çünkü biz şeyleri, ancak bize göründükleri biçim içinde, fenomen olarak bilebiliriz. Böylece Kant, transandantal diyalektikte, deneyimin denetiminden yoksun olan metafizik akim, çözülmez çelişkilere (antinomiler) düştüğünü gösterir: Dünya sonludur ya da sonsuzdur, her şey belirlenmiştir ya da özgür edimler vardır, Tanrı vardır ya da evren kendi kendine yeterlidir, işte bu tür çelişkilerdendir.
Ama Kant’m, metafizik düşünceyi yıkmaktan başka bir şey yapmadığmı sanmak yanlıştır. Tam tersine, Kant, doğa bilgisinin (doğa metafiziği), ahlaksal eylemin kurallarının (töreler metafiziği) ve hatta estetik yargının dayandığı önsel ilkeleri ortaya koyma görevini yükleyerek metafiziği yenileştirmek ister.
Ahlak Felsefesi
Kategorilerin sağlam belirlenimlerine boyun eğen doğanın yanı sıra, ahlak nasıl olanaklı olabilir? Gerektiği gibi sorgulandığında, “ortak ahlaksal akıl”, bir edimin ahlaksal bir değeri, ancak “ödev olarak” yapıldığında kazandığını söyler bize. Demek ki ödev, mutlak olarak buyurur; her çıkar ve tutkunun üstünde ve sonuçları hiçbir zaman göz önüne almayarak her insandaki akla seslenir. Bu kesin buyruk, şu formüllerde dile gelir: Evrensel bir yasa olmasını isteyebileceğin bir hareket ilkesi uyarınca hareket et; kendinde ve başkasında, insanlığı, hiçbir zaman bir araç olarak değil, bir erek olarak ele alacak biçimde hareket et; eyleminin, irade özerkliğini ortaya koymasım sağlayacak biçimde hareket et (özerklik, tümel akhn, kendi yasalarım kendisi için saptaması olgusudur).
Her dürtüden bağımsız olarak iradeyi belirleyen ahlak yasasının, özgürlüğü koyut (postulat) olarak ortaya koyduğu apaçıktır ve katışıksız akla ilişkin eleştiri, bizi bu konuda engellemektedir. Çünkü bir koyut bir kanıt değildir ve özgürlük de bir bilgi nesnesi değildir. Kant, daha da ileri gider. Kritik der praktischen Vernunft ’ ta (Pratik Akim Eleştirilmesi, 1788) özgürlük koyutuna, ruhun ölümsüzlüğü ve Tanrı’nm varlığı koyutlarım da ekler. Böylece Kant tinselciliğin geleneksel düzenini tersine çevirir. Tinselcilik, ahlakı dine dayandırıyordu; oysa artık bunun tersine, “yalın akim sınırları” içinde yer alan bir dinsel inancın temellerim, ahlak yaşamında aramak gerekecektir.
Estetik ve Bilim
Anlayışgücünü doyuma ulaştıran bilim ve duyusal çıkarlarımızı göz önüne almaksızın ahlak yasasım gerçekleştirmemizi buyuran irade özgürlüğü arasmda bir alan daha vardır: Bu, sanatın alanıdır. İnsanoğlu onun sayesinde kısıtlamalardan sıyrılabilir; kendisiyle ve şeylerle barışık hale gelebilir. Kritik der Urteilskraft ’taki (Yargı Gücünün Eleştirilmesi, 1790) çözümlemelerde, Eflatun’da olduğu gibi soyut güzellik ideası değil, beğeni yargısı ele alınır. Bu yargı, anlayışgücü- nün kategorilerinin katışıksız bir biçimde kullanılmasından olduğu gibi, ahlak yasasınm gerçekleştirilmesinden de farklıdır. Öznel ve tekil olan bu yargı, evrensel (tümel) olarak tanınıp kabul edilmek ister. Hayalgücü ve anlayışgücü, onda, serbest bir işleyiş içinde uzlaşmıştır. Beğenilen nesnenin uyumundan alınan doyum, gerçi bir ereklik yargısıdır (çünkü burada, her parçanın bütünle ilişki içine sokulması söz konusudur), ama bu ereklik, ereği olmayan bir erekliktir; yani, kendine yeter, tam anlamıyla çıkar gütmez ve hiçbir dış nedenin hizmetinde değildir. Sanat ise öğrenilmez bir şeydir. Mesleğin ve taklitçinin bütün alışkanlıklarının ötesinde, sanatın gerçek yapıtları, beğeni kurallarım, durmadan yemlenen özgünlükleri içinde kendileri saptarlar.
Doğa, hangi ölçüde bir sanat yapıtı olarak ele alınabilir; yani, uyumlu bir ereklilik açısından kavranabilir? Yargının Eleştirilmesi ‘nin ikinci bölümünde ele alman soru budur. Kant bu alanda, doğrudan doğruya nedenselliğe dayanan, ama canlı varlığı açık- layamayan (“bu varlıkta, her şey, karşılıklı olarak erek ve araçtır”) evrensel mekanist anlayış ile, her şeyi Ya- radan’m ürünü olarak gören ve kolay bir metafizik açıklamaya dayanan ereklilik arasındaki çatışmanın çok iyi farkına varmıştır. Olayları kavrama konusunda mekanist açıklamayı elden geldiğince genişletmeden edemeyiz. Öte yandan, ereklilik ilkesinin de nesnel bir yam yoktur, yani bu ilke, bilimsel bir açıklama sağlayamaz. Ama bu ilke canlı varlıkları doğanın bütünü içine yerleştirerek bilimin araştırmalarını düzenleyebilir, hızlandırabilir ve böylece Kant’m “düzenleyici kullanım” dediği işlevi edinebilir.
Tarih Felsefesi
İnsan zihninin önsel yapılarına büyük önem vermesinden ötürü Kant’ın düşüncesinde, Hegel’inkine kimi zaman yaklaşan gerçek bir tarih felsefesi de bulunduğu çoğunlukla unutulmaktadır. Ahlak bireye seslenir, ama birey çoğunlukla, büyük şeyler yapamadan bencil çıkarlarına ve tutkularına yenik düşer. Ne var ki insanlık, gene de, özgürlüğün gerçekleştirilmesine doğru ilerlemektedir. Doğa, “insan yetilerinin tümünün tam olarak gelişmesine yönelik gizli bir planı” izliyor gibi görünmektedir ve bireyden pek az bir şey beklenebilirse de, insan türünden her şey umut edilebilir. Burada, Hegel’deki “aklın hilesi” kavramına çok yaklaşmış bulunuyoruz. Ama bu ilerlemenin, otomatik olarak ve hem bizsiz,hem de bizim dışımızda gerçekleşmesini beklemek, Kant’a göre tehlikelidir. Ulaşabileceği bu en yüksek yetkinlik derecesinde insan doğasının eksiksiz gerçekleşmesi, bir ideal ve bir sınırdır ancak. Bu smıra sonsuzca yaklaşılabilir ve bu idealin gerçekleşmesine, her bireyin, elindeki bütün araçlarla katılması gerekir.
Kant’ın yapıtı, etkisini sürdürmektedir. Eleştirel felsefe, Alman idealizminin doğmasına, diyalektik düşüncenin yenilenmesine yol açmış, bilgi kuramını, akim özlemlerinin ve sınırlarının incelenmesini ön plana getirmiştir. Kant felsefesindeki anlayışgücü kategorilerini göz önüne almak zorunda kalmayan tek bir bilimkuramcı, kesin buyruk üstünde düşünmeyen tek bir ahlakçı yoktur. Estetik ise, şu yargıyı ileri sürerek çağdaş dönemine Kant’ m yardımıyla girmiştir: “Sanat, güzel bir şeyin canlandırılması değüdir, bir şeyin güzel canlandırılmasıdır.”
Başlıca Eserleri
Allgemeine Naturgeschichte und Theorie des Himmels (Genel Doğa Tarihi ve Gökyüzü Kuramı, 1755); Kritik der reinen Vernunft (Salt Aklın Eleştirilmesi, 1781); Prolegomena zu emer jeden künftıgen Metaphysik (Gelecekteki Her Metafiziğe Giriş, 1783); Grundlegung zur Metaphysik der Sitten (Töreler Metafiziğinin Temelleri, 1785); Kritik der praktischen Vernuft (Pratik Akkn Eleştirilmesi, 1788); Kritik der Urteilskraft (Yargı Gücünün Eleştirilmesi, 1790);Die Religion inherhalb der Grenzen der blossen Vernunft (Yalın Akün Sınırları İçinde Din,1794); Zumewigen Frieden (Sürekli Barış Tasarısı, 1795); Metaphysik der Sitten (Töreler Metafiziği, 1797); Streit der Fakultâten (Yeteneklerin Çatışması, 1798).
Son Yorumlar