Flaman Sanatı Nedir? Gelişimi Tarihi ve Öncüleri, Günümüzde Belçika sınırları içinde kalan topraklar üstünde gelişen ve yüzyıllar boyunca varlığını sürdüren sanat.
El sanatları ve kentçilik
Özgün bir el sanatları ve kentçilik anlayışı, XII. yy’ın başlarında büyük dinsel yapıların gerçekleştirilmesini sağladı: Brüksel’deki Saint Michel, Mechelen’deki Aziz Rombaut, Anvers’deki Notre-Dame kiliseleri. Bu arada çok sayıda dindışı yapı da gerçekleştirildi: İeper (Ypres) ve Gand halleri; Brugge gözetme kulesi; Brüksel ve Leuven’deki (Louvain) alanlar ve belediye konakları; vb. Süslemeciler, heykelciler, fildişi işleme sanatçıları, dövme bakır ustaları, doğmakta olan Flaman sanatının ilk başyapıtlarını oluşturdular: Claus Sluter’in Musa’nın Kuyusu; Notger’in Kilise Dua Kitabı; Godefroi de Huy’ ün oymalı mineleri; vb.
Primitifler
XIII. yy’dan başlayarak Flaman sanatçıları iddialı çalışmalara giriştiler; Çokrenkli heykeller ve ermiş kemiklerinin saklandığı kutular; Azize Ursula’yla ilgili çeşitli görüntüler; çeşitli anıtlara fresk biçiminde yapılan süslemeler; vb. Başvurulan teknik yöntemler oldukça ilgi çekiciydi; anlatımsal bir desen anlayışı benimsenmişti ve çarpıcı renklerden yararlanılıyordu. Hem saflık, hem de sertlikle dolu olan bu sanat, ustaca bir anlatım aracılığıyla heyecan ve gerçekle ilgili bir kuramı yansıtmaktaydı: Azize Odile’irı Kemiklerinin Kutusu (Bakirelerin Gemiye Bindirilmesi ve. Bakirelerin Kıyımı, 1292); Sepicilerin Haçı (XIV. yy.). Değişik yerlerde yetişmiş önderler tarafından yönetilen birkaç kuzey okulu vardı: Ieper okulu (ünlü Broederlam mihrap arkalığı); Brugge’deki atölyeler; Liege piskoposluğu (Meryem ve Azizler Mihrap arkalığı).
MİSTİK KUZU’DAN ERMİŞ ANTONİUS VE ŞEYTANA
Söz konusu yapıtlar Fransız Limbourg kardeşlerin ve Jean Malouel’in minyatürlerine yakın olmakla birlikte, yeni doğmakta olan Flaman sanatı, Bourgogne sarayının kültürünü yavaş yavaş özümlemeye başladı. Aynı zamanda, minyatür sanatının yerini pano üstüne resim aldı. Doğa anlayışı ve anlatım arayışı bakımından öbürlerinden ayrılan ve “Flemalle ustası” diye tanınan adsız ressamın, Flaman okulunun kurulmasında büyük payı oldu: Asanın Mucizesi ve Meryem’in Evlenmesi (1420’ye doğru); İsa’nın Doğumru (1425). Bu yapıtlarda ilk olarak doğa tam anlamıyla ve kusursuz bir biçimde resimle bütünleştirildi. Öte yandan Flaman sanatı, Gand’lı Van Eyck’in Mistik Kuzu adlı panosuyla tam anlamıyla kusursuzluğa ulaştı. Dış gerçekliğin ve doğa görüntülerinin keşfedilmesi, anlık ve kaçıcı etkilerin yakalanması, uzamın cenneti andıran bir evren biçiminde sunulması, gölge-ışık oyunlarından doğan değerlere yer verilmesi, özellikle de, ışıkla simgelenen bir manevi atmosferin öğeleriyle görüntüler evreninin birbiriyle bağlantı kurduğu büyülü bir gerçekliğin yaratılması Van Eyck’ in Flaman resmine getirdiği başlıca yenilikler oldu (bütün bu özelliklere karmaşık bir çokkanatlı olan Mistik Kuzu’da [1426-1432] ve Şansölye Rolin’in Baki resinde [1390-1441] Taslanabilir). Van Eyck kendinden önce de var olan yağlıboya tekniğine büyük bir yenilik getirdi (tablolarında reçineyle karıştırılmış kurutucu bir yağ kullanıyor, böylece ışığın tutulmasını, bozulmadan alt boya tabakalarına kadar iniü gene aynı biçimde geri dönmesini sağlıyordu) ve bu teknik, resim alanında, yüzyıllar boyunca varlığını sürdürecek bir anlatımın belirmesine olanak verdi.
Flaman resim geleneğinin oluşmasına katkıda bulunanlardan Rogier Van der Weyden’se, resme hareket öğesini ve tutkuyu getirdi; ayrıca, Haç ( 1445’e doğru) adlı üçkanatlıda ve Son Yargı (1446-1448) adlı mihrap arkalığında bir ikonografi listesi saptamış oldu. Dierick Bouts, Rogier Van .der Weyden’in büyük ölçüde etkisinde kaldıysa da [İmparator Otto nun Efsanesi [1470-1475]), Son. Akşam Yemeği (1464-1467) adlı tablosuyla, XV. yy’da yapılmış en değerli yapıtlardan birini ortaya koymayı başardı.
Hugo Van der Goes’in dehasıyla, Flaman resmi görkemli bir görünüm ve olağanüstü bir gerçek anlayışı kazandı; Çobanların Tapınması adlı üçkanatlıda geleneksel temaları derinlemesine yenileyen sanatçının tablolarında ışık öğesi resimle tam anlamıyla bütünleşerek, ağır bir doğalcı betimlemeden çok, eksiksiz bir anlatım tutkusunu dile getirdi. Memling’in gizemli idealizmi, Gerard David’in törenlere özgü zarifliği, XV. yy. Flaman sanatına akademiciliği getirdi. Son derece sağlam bir desen anlayışı daha o dönemde bir Rönesans düşüncesini yansıtmaya başladı: Memling’in Çobanların Tapınması (1470’e doğru); David’in Azize Catorina’nın Mistik Evlenmesi (1505- 1510). Van Eyck’ten Memling’e kadar, yüzyıl boyunca resim alanında hareketsiz bir düş evreni yaratılıp sunulmuşken, fantastik sanatın ustası Hieronymus Bosch, insanı büyüklüğü ve değersizliğiyle birlikte sonluluğu içine yerleştirdi.
Rönesans döneminde flaman sanatı
Bruegel yaşadığı dönemin sorunlarını evrensel terimlerle ortaya attı (doğayla ilgili deneyimine, gelişmekte olan bir insanlıkla ilgili düşüncelerine, Marsilio Ficino ve Leonardo da Vinci gibi hümanistlerin görüşlerinde de raslanır). Mercator, Anvers’ de ilk hidrografya haritasını gerçekleştirdi (1569). Rönesans’la birlikte, Flandre’daki büyük ticaret kentlerinde kapitalist gelişme de başladı. Simgesel bir evreni gösteren Mistik Kuzu dan başlayarak uzamın ölçüsü gökyüzü, zamanınkiyse sonsuzlukken, }an de Beer, jan Mabuse ve Quentin-Matsys gibi sanatçılar, insan için insan, doğa için insan ve yaşam için sanatın yararı düşüncesini yenilediler. XVI. yy’ın ikinci yarısında Rubens, Van Dyck ve jordaens gibi hümanistler yetişti.
ÖZENTİCİLİK VE BAROK
Rönesans ve hümanizmden sonra Reform ve Karşı-Reformla ilgili dinsel bunalımlar birbirini izledi ve bunlar özentici ve barok bir akımda yansıdı; Bernard Van Orley, joachim Patinir gibi sanatçılar bu doğrultuda yapıtlar ortaya koydular. Günlük yaşamdan sahnelere yer veren ve taklit edilemeyen bir peyzaj ustası olan Kadife Bruegel, renk tonlarındaki zenginlikle, anlatımcı yazımı zenginleştirdi; Pourbus’sa, Michelangelo’ nun etkisiyle, son derece ilgi çekici portreler yaptı. Bu arada İtalyan sanatının büyüsüne kapılan sanatçılar, kişiliklerini korumakla birlikte, taklitçiliğe yöneldiler: Mimar Broeck; Mone (Halle mihrap arkalığı); heykelci Floris; vb.
XVII. yy’da barok sanat Tiziano, Caravaggio, Michelangelo gibi İtalyan ressamlarının ağır etkisiyle, Flaman sanatına kendini kabul ettirdi: Rubens’in yapıtlarıysa, bütün bir yüzyıla damgasını vurdu ve Anvers kentindeki Flaman okulunun üstünlüğünü, Birleşik Eyaletler’in sınırları dışına taşırdı. Kiliseler, büyük sanatçıların elinden çıkan minberlerle, dua kürsüleriyle, çeşitli heykellerle, vb., görkemli biçimde süslendi. Öte yandan Coeberger, Huyssens, Francart gibi cizvit mimarlar Namur, Leuven ve Brugge’de çeşitli barok kiliseler yaptılar.
Ne var ki, eşsiz bir üç yüzyıldan sonra, Flaman sanatı, yetişen çok sayıda ressama karşın, eski zenginliğini yitirmeye başladı. XVIII. yy’da yetişen sanatçıların çoğu, ister klasik, ister romantik, ister gerçekçi, ister izlenimci olsunlar, hep Fransız kültürünün izlerini taşıdılar. Sözgelimi F. Navez, David, Delacroix ve Ingres’in etkisinde kaldı. Buna karşılık, A. Wiertz, anlatımcılığın ve gerçeküstücülüğün öncüsü oldu. Uzun bir
aradan sonra, Flaman sanatı XX. yy’ da James Ensor’un büyülü diye nitelendirilebilecek sanatıyla yeniden canlandı ve daha sonra Constant Permeke’nin anlatımcı doğrultudaki yapıtlarıyla, Paul Delvaux ile Rene Magritte gibi gerçeküstücülerin tablolarıyla varlığını sürdürdü.
HUGO VAN DER GOES
Flaman ressamı (Gand, 1440- Auderghem, 1482). Brugge ve Gand’da çeşitli yapıların iç süslemelerini yapan Van der Goes, Auderghem’de Roode Kloster manastırına girerek çalışmalarını orada sürdürdü. 1481’de delirmesine karşın resim yapmaya ara vermeyen sanatçının bütün yapıtlarında (daha çok kırmızı ve mavilerden oluşan gölge-ışık oyunlarının yer aldığı büyük panolar) sıkıntılı bir ruhun izlerine rastlanır. Gerçekçi bir anlayışta yapılmış olan kişileri sabit ve deli bakışlıdırlar ve bir iç gerilimin tutsağı olmuş gibidirler. Başlıca yapıtı Çobanların Tapınması adlı bir üçkanatlıdır.
CONSTANT PERMEKE
Belçikalı ressam (Anvers, 1886- Ostende, 1952).
1929’da Brugge yakınlarındaki jabbeke’ye yerleşen ve Belçika’da anlatımcılığın önemli temsilcilerinden biri olan Constant Permeke’nin yapıt lan arasında Ringa Balığı Yiyenler, Kara Ekmek, Bir Ahır, vb. sayılabilir. Bütün bu tablolarında en iğrenç gerçekliği lirik bir anlatımda vermeyi başaran sanatçı, kullandığı kahverengi ve sarılarla, ölçüsüzlüğün tutsağı olmuş bir insanhğm sertlik, kabalık ve ürkünçlüğünü anlatan yoğun ve güçlü bir bütün oluşturmuştur (Denizci İki Kardeş, 1923).
PAUL DELVAUX
Belçikalı ressam (Antheit, 1897). 1935 yılında İtalyan özenticilerinin De Chirico’nun ve Magritte’in etkisiyle kendi doğrultusunu bulan Paul Delvaux, olağandışı ve korkutucu bir havanın egemen olduğu gerçeküstücü tablolarına kendi “gerçekliğini” oturtarak tapınaklar, ay görünümünü anımsatan kentler, lokomotifler, dantellere, yapraklara bürünmüş ya da ağır plili uzun elbiseler giymiş kadınlar, boğucü odalar, boş alanlar yaptı: Su Perileri (1938); Klasik Bir Peyzajda Genç Kadınlar (1940); Eller (1941); Çiçekli Kadın (1943); vb. İtalya’ya yaptığı birçok yolculuktan sonra açık renklere yönelerek, yapılış açısından klasik, ama düşünce bakımından gerçeküstücü nitelikte olan yapıtlarının görünüşlerini aydınlattı.
Son Yorumlar