Filistin Ülkesi Tarihi ve Sorunun Kaynağı

Filistin Ülkesi Tarihi ve Sorunun Kaynağı, Yakındoğu’da bölge.
Başlangıçta “Filistiler ülkesi”ni, yani Yafa’nın güneyinde yer alan kıyı kesimini belirten Filistin terimi, zamanla Lübnan ile Kızıldeniz arasında kalan bölgenin adı haline gelmiştir. Eski Mısır metinlerinde adının Haru ya da Amaru, sonraki tarihlerde Kenan ülkesi ve İsrail ülkesi, Helen döneminde de Yahudiye diye geçmesi, söz konusu bölgenin tarihinin son derece hareketli olduğunu, sınırlarının da, geçirdiği siyasal olaylar nedeniyle, her zaman belirsiz kalmış olduğunu gösterir.

Eski Filistin

Eski Filistin

Filistin Tarihi

Eskiçağ’da Filistin, Doğu Akdeniz uygarlığının iki merkezi (Mısır ve Mezopotamya) arasında yer alıyordu ve kendisine her zaman geçici bir bağımsızlık tanıyan bu iki imparatorluğun bir çeşit etki ve çatışma bölgesiydi. Bu nedenle de birçok akına uğradı.

Bölgeye ilk olarak yerleşen (İ.Ö. III. binyılda) Samiler, kısmen yerli olan ve Sami ırkından olmayan başka topluluklarla karıştılar. Tunç devrinde (İ.Ö. 3000-İ.Ö. 2000) büyük bir refah dönemi yaşayan Filistin, nispeten özerk olduğu bu dönemde, Mısır’la sürekli kültür ilişkileri içine girdi ve kentçilik açısından büyük ölçüde gelişti: Meggido’da ve Eriha’da yapılan kazıların da kanıtladığı gibi, bu dönemde tahkim edilmiş küçük kentler gerçekleştirildi. Nüfus, temelde Kenanlılardan ve Samilerden oluşmaktaydı. III. binyılın sonuna doğru Filistin’i işgal eden yarı-göçebe aşiretler (Amurrular adı verilen bir Samî topluluğuna bağlıydılar), kentlerin çoğunu yakıp yıktıktan sonra, bölgenin batısına ve Ürdün’ün kuzeydoğusuna yerleştiler. Bunu izleyen İ.Ö. 1700-1.Ö. 1550 arasındaki dönemde Filistin, Hyksoslar yönetimindeki Mısır’ın bir eyaleti haline geldi ve yeni bir refah dönemi yaşadı. İ.Ö. XIII. yy. boyunca iki düşman topluluk (kıyıda Girit ve Ege adalarından gelen “deniz halkları”; güneyde, Sinâ çölünde uzun göçlerinin sonuna ulaşan Yahudiler) tarafından istila edildi. Söz konusu
topluluklar, tarımla uğraşan ve bereket tanrısına tapan Kenanlıları egemenlikleri altına aldılar.

I. binyılın başında Davut’un tahta çıkışına kadar Yahudiler, Filistinlilerle uzun süre savaştılar. En güçlü iki İsrail kabilesi, kuzeyde İbraniler (bu kabile sonradan İsrail krallığının çekirdeğini oluşturdu) ile güneyde Davut’un Yahuda kabilesiydi. Davut ile oğlu Süleyman’ın egemenlikleri döneminde, Kudüs, Filistin’in başkenti oldu ve bölgenin toprakları genişledi. Sonraki yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nun bir eyaleti haline gelen Filistin, Balfour bildirisininin yayımlanmasından (2 Kasım 1917) sonra, 1920’de Milletler Cemiyeti tarafından İngiltere’nin mandasına verildi.

1948 SAVAŞI VE FİLİSTİNLİLER SORUNU

İngilizler, Filistin’in yazgısını Birleşmiş Milletler Örgütü’ne (B.M.Ö.) bırakmışlar, bu örgütün genel kurulu da, 29 Kasım 1947’de Filistin’in üç bağımsız bölüme ayrılmasını kabul etmişti: Bir Yahudi devleti; bir Arap devleti; uluslararası statülü Kudüs. Ama Araplar, bu bölüşmeye haklı olarak karşı çıktılar; çünkü siyonizm hareketi sonucunda bölgeye çeşitli ülkelerden göçüp gelen Yahudiler toprağın yalnızca % 6’sının sahibiyken, bölüştürmede bölgenin % 55’i onlara bırakılıyordu. O dönemde toplam nüfus, 1 250 000 Arap ile 7000 Yahudiden oluşmaktaydı.

15 Mayıs 1948’de İsrail devletinin kurulduğunun ilan edilmesinden hemen sonra, İsrail ile Arap ülkeleri arasında ilk çatışma patlak yerdi. Bu çatışma sonucunda, B.M.Ö. genel kurulunun saptamış olduğu Yahudi devleti büyüdü; ama Kudüs Arap devleti kurulamadı; bölge topraklarının bir bölümü ile Kudüs’ün yarısı Ürdün’e bağlanırken, Gazze hattı da Mısır’ın yönetimine geçti. Böylece, Filistin haritadan silindi ama, ortaya Filistinli mülteciler sorunu, ülkesi elinden alınan bir halkın dramı çıktı.

Gerçekten, 1948 savaşı sırasında, yaklaşık 700 000 Filistinli Arap çeşitli baskılar sonucu topraklarından ayrılmak zorunda bırakılmışlardı. İsrail’de artık 879 000 kişilik nüfusun yalnızca 150 000’i Araptı. 11 Aralık 1948’den sonra, 3.M.O., ülkelerinden ayrılan Arapların topraklarına geri dönmelerini istediyse de, İsrail ile komşu Arap ülkeleri arasında savaş durumunun sürmesi, konuyla ilgili bir düzenleme bulunmaması, Filistinlilerin topraklarına dönmelerini ve yitirdikleri mal varlığına karşılık tazminat ödenmesini engelledi. Bunun sonucunda, köklerinden koparılmış, topraksız, yurtsuz kalmış Filistinliler, Ürdün, Gazze, Lübnan ve Suriye’deki “geçici kamplar”a yerleştiler. Beslenmeleri ve okumaları A. M.Ö’ne bağlı U.N.W.R.R.A. (United Nations War Relief and Rehabilitation Administration) tarafından üstlenildi: U.N.W.R.R.A., 1949’da 850 000, 1967’de 1 317 000, 1972’deyse 1 506 640 kişinin beslenme ve okuma sorunlarını çözme zorundaydı. 1971 yılında bunların % 39’u hâlâ kamplarda yaşamaktaydı. Filistinli mülteciler, kendilerini kabul eden ülkelerle de bütünleşemediler; çünkü bir yandan, uğramış oldukları haksızlığın düzeltilmesini ve yurtlarına dönmeyi beklemekteydiler; öte yandan da, bulundukları ülkeler, çeşitli nedenlerle, mültecilerin yükünü üstlenmek istememekteydiler.

Filistinlilerin Direnişi

Filistin ulusçuluğu, bir başka deyişle Filistin halkının tümünü saran ulusal bilinç, yukarda sözü edilen kamplarda gelişti. 1948’de, 1956’da ve 1967’de çıkarlarını savunmayı Arap ülkelerine bırakan Filistinliler, yavaş yavaş kendi alın yazılarını kendileri belirleme yoluna yöneldiler. Altı Gün savaşından sonra birçok Filistinli örgütü ortaya çıktı: Bu örgütlerin üstünde de Filistin Kurtuluş Örgütü (Arap Birliği’nin koruyuculuğu altında 1964’te kuruldu) ile Filistin Ulusal Konseyi (1968’de kuruldu) yer alıyordu. Filistinlilerin direnişi yalnızca mültecilerin özlemlerini değil, aynı zamanda Arap kitlelerin umutlarını da temsil ettiğinden, direniş ve devrim hareketi çok geçmeden birleşti. Ana örgüt, Yaser Arafat’ın yönettiği (Bkz. ARAFAT, YASER) ulusçu, İslâm dinine saygılı, kendisini destekleyen Arap hükümetlere karşı da ılımlı olan El-Fetih’ti. Bu arada Beyrut’taki Amerikan Üniversitesi’nde tıp öğrenimi gördükten sonra Amman’da mesleğini sürdüren Georges Habbaş, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ni kurdu (bu örgüt Filistin’in silahla kurtuluşunu öngörmekte, ama bunu daha geniş bir çerçevede, önce devrimle Arap dünyasını kurtarma çerçevesinde düşünmekteydi).

1969 Şubatında, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nden Nayif Havatme’nin Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi doğdu. Marxçı-leninci olan bu örgüt, Yahudi ve Arapların birlikte yaşayacağı demokratik ve sosyalist
bir Filistin kurulmasını istemekteydi. Bir başka örgüt de Suriye Baas partisine bağlı olan El-Saika’ydı (Halk Kurtuluş Savaşları Öncüleri Örgütü). El-Fetih dışında her biri ancak bin ya da iki bin kişiden oluşan bu örgütler, 1968’de İsrail’e karşı savaşımı, komandolar göndererek sürdürdüler; daha sonra da Ürdün’ü sağlam bir üs haline getirmeye karar verdiler. Çok geçmeden, Ürdün’de yönetimin her bölümünde etkili olmaya başladılar ve en aşırı uçtakiler Kral Hüseyin’i saf dışı etmek istediler. 1970 yazında Filistinliler, Ürdün’de egemenliği ele geçirmeye başlamış gibiydiler ama, 9 Eylülde, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi tarafından kaçırılan üç uçağın Zarka’ya inmesi, Kral Hüseyin’i harekete geçmeye ve güç gösterisi yapmaya yöneltti. Bir hafta içinde Bedeviler,
kentlerin denetimini ellerine geçirdiler ve Filistin birliklerini ülkenin kuzeyinde büyük ölçüde ezdiler.

Ürdün’deki baskı 1971 yılında da sürdü. 1972 ve 1975’te bu kez Lübnan, Filistinli savaşçılarla çatışmaya girdi. Böylece, 1968-1969 yıllarının coşkunluğu ardından, acı bir dönem başladı. Kitleler üstündeki etkisini yitiren direniş hareketi, güçsüzleşti. Filistin Kurtuluş Örgütü içinde bölünmeler ve ideoloji çatışmaları ortaya çıktı; sistemli red siyasetinin (işgal edilen toprakların boşaltılmasına ilişkin Güvenlik Konseyi’nin 242 sayılı kararı; Rogers planı; Hüseyin planı) etkisizliği anlaşıldı. Barış özlemi ve uzlaşma isteği, direniş yöneticilerini etkilemeye başladı. Bununla birlikte, umutsuzluğa kapılan bazı aşırı örgütler, Filistin sorununu sürekli gündemde tutmak için, 1968’den başlayarak çeşitli şiddet hareketlerine yöneldiler.

1974,1977 ve 1979 yıllarında yapılan Filistin Ulusal Konseyi (F.U.K.) toplantılarında, Filistin Kurtuluş Örgütü’nun geliştirilmesine karar verildi. Konsey, Filistinliler arasından 300 temsilciyi bir araya getirdi. Seçilenlerin arasında, El-Fetih, El-Saika, Filistin Kurtuluş Cephesi, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Arap Kurtuluş Cephesi temsilcilerinin yanı sıra, elliye yakın meslek ve sendika kuruluşu temsilcisi ile işgal altındaki topraklarda yaşayanların yüz kadar temsilcisi bulunuyordu. XII. F.U.K’nde (Haziran 1974, Kahire), Filistin topraklarının kurtarılmış bütün bölgeleri üstünde bir Filistin bütünlüğünün oluşturulmasına karar verildi. XIII. F.U.K’nde (Mart 1977, Kahire) Filistin toprakları üstünde kurulacak laik ve demokratik devlet davasından vazgeçildi; ama Filistin Ulusal Şartı’nın değiştirilmesi ve Filistinlileri sürgün olarak gösteren Güvenlik Konseyi’nin 242 ve 338 numaralı kararlarının kabul edilmesi reddedildi.

Konsey’de aynı zamanda, bir sürgün hükümeti kurma tasarısına da karşı çıkıldı. XIV. F.U.K’nde (Ocak 1979, Şam] bir ulusal birlik siyaseti programı benimsendi ve F.H.K.C. ile A.K.C. bu program altında birleştiler. Söz konusu programın ana ilkeleri şunlardı: Siyasette Batı’ya açılma; işgal altındaki topraklarda direnişi sürdürme; bölgedeki Arap devletleriyle ortak bir strateji gütme. Bununla birlikte, Filistin halkının Arap hükümetleriyle ilişkisinde dönem dönem anlaşmazlıklar da görüldü. Arap Birliği’nin üye devletleri, Rabat doruk toplantısında (Ekim, 1974) Filistin Kurtuluş Örgütü’nü Filistinlilerin tek yasal temsilcisi olarak kabul ettiler; ama bir sonraki yıl boyunca, Filistinlileri Cenevre görüşmelerinde bir Arap heyetiyle ya da Ürdünlüler ile Filistinlilerden oluşan karma bir heyetle temsil etmek istediler. Filistinli¬lerin bağımsızlık istekleri ve silahlı direniş örgütlerinin Lübnan Milli Hareketi’yle birleşerek Lübnan’ın % 80’ine yakın bir bölümünü 1975 Ekimi ile 1976 Nisanı arasında ele geçirmeleri, Suriye’nin “barış harekâtı”na (Haziran 1976) yol açtı ve bu harekât Riyad’da Arabistan ve Mısır tarafından onaylandı (Ekim 1976). Suriye birliklerinin denetimine giren F.K.Ö. üyesi direniş örgütleri Şam’da birbirleriyle ve Ürdün’de Kral Hüseyin rejimiyle anlaşırlarken (Mart 1977), Mısır’la bağlarını kopardılar. Trablus’ta (Aralık 1977) ve Şam’da (Eylül 1978) yapılan “Sarsılmazlık Cephesi” top¬lantılarında, dayanışma ve Arap hükümetlerinin Filistinlileri denetlemesi ilkeleri yeniden benimsendi. 1978 Kasımında Bağdat doruk toplantısında, F.K.Ö’ne 250 milyon dolarlık ek bir yardım sağlandı.

1980 yılından sonra bölgede gelişmelerin hızlandığı görüldü. İsrail, Kudüs’ü başkent ilan etti. Bunun üstüne Arap ülkeleri, büyükelçiliklerini T el Aviv’den Kudüs’e taşıyan Batılı ülkelerle diplomatik ilişkilerini kestiler.
Ne var ki 6 Haziran 1982’den başlayarak İsrail ordularının Lübnan’ın büyük bölümünü işgali ve 21 Ağustos –
0 Eylül arasında 15 000’e yakın F.K.Ö. üyesinin Lübnan’dan ayrılarak çeşitli Arap ülkelerine ve Kıbrıs
Rum Kesimi’ne göçmeleri, gerek F.K.Ö., gerek umutlarını büyük ölçüde bu örgüte bağlamış toplam 3 milyona yakın Filistinli (İsrail’de, Ürdün’de, Lübnan’da, çeşitli Arap ülkelerinde ve Batı ülkelerinde yaşamaktadırlar) için büyük bir darbe oldu ve Filistin ile Filistinliler sorunu, dünya barışını tehdit eden bir çıbanbaşı olmayı sürdürdü.

Bu arada, 1987 Nisanında Cezayir’de toplanan Filistin Ulusal Konseyi’nde F.K.Ö’nün bütünlüğünün yeniden sağlanmasının ardından, Filistin devletinin kurulduğu ilan edilerek, Yaser Arafat devlet başkanlığına seçildi (2 Nisan 1989). İsrail işgali altındaki topraklarda çocuk denecek yaştaki Filistinli gençlerin başlattıkları “intifada” (ayaklanma) hareketiyse, İsrailli askerlerin sık sık sert bastırma hareketlerine girişmeleri (pek çok gencin öldürülmesi; yakalanan gençlerden bazılarının İsrailli askerler tarafından sopayla acımasızca dövülerek kol ve bacaklarının kırılması) nedeniyle dünya kamuoyunda İsrail karşıtı tepkiler uyandırarak, günümüze kadar süregeldi.

Hadi Paylaş!Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on Google+Share on RedditPin on Pinterest

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.