Feodalite Nedir? XVII. yy’da fransızca fief ve feodal sözcüklerinden türetilen feodalite terimi, çeşitli anlamlar yüklenmiş ve yaygın olarak kullanılmıştır. Sözcüğün tarihçesi, tarihçilerin verdikleri farklı tanımları açıklamaktadır. Dar ve hukuksal anlamında feodalite, bir senyör ile ona bağımlı olan (vasal) arasındaki özel bağımlılık ilişkileri ile bir gerçek ilişki (yani yurtluk [fief]) üstünde temellenen bir kurumlar topluluğudur. March Bloch, Batı’ da X.-XIII. yy. arasında ortaya çıkan toplum tipini tanımlamak için bu sözcüğü kullanmıştır. Söz konusu toplum, başlıca özellikleri bağımlıların aşamalanması, toprakların aşamalanması, iktidarların bölük pörçüklüğü ve aşamalanması olan feodal toplumdu. Böylece Bloch, bütün toplumun ayırt edici özelliğini, kendilerinden başka kimsenin yurtluk sahibi olmadığı senyörler sınıfına özgü kuramlarda görüyordu. Marxçı tarihçilerse, feodalite deyince, kölelik ya da ataerkil bir yapı üstünde temellenen Eskiçağ üretim biçimi ile kapitalist üretim biçimi arasında zorunlu olarak yer alan belli bir üretim biçimini belirtirler. Bu özel üretim biçimini de, feodalizm diye nitelendirirler. Böylece feodali te sözcüğü, hukuksal bakış açısıyla sınırlı kalmadan ve Ortaçağ toplumunun öbür yanlarıyla karşılıklı ilişkiler de belirtilerek, Batı ülkelerinin senyörler sınıfına özgü kurumları dile getirebilecek bir terim halini almıştır.
Feodal Kurumlar
Feodal kurumlar, toprak aristokrasisinin üyeleri arasında hem kişisel, hem de gerçek bağımlılık ilişkilerinin kurulmasını sağlıyorlardı. 757’de ortaya konan bağlılık sözleşmesi uyarınca, özgür bir kimse, bir başkasının, yani bir senyörün adamı ve bağımlısı olduğunu, ona yürekten hizmet edeceğini kendi isteğiyle kabul ediyor, senyör de, bağımlısına, ömür boyu onun olacak bir yurtluk (fief) veriyordu.
Yurtluk elde etme, bağımlıyı, bazı yükümlülükler ve yurtluk hizmetleri altına sokuyordu. Önceleri, senyöre zarar verecek hiçbir şey yapmamak biçiminde olumsuz açıdan belirlenen hizmetler, XI. yy’da kesin kurallara bağlandı. Bağımlı, senyöre yardım etmek ve danışmanlık yapmak zorundaydı. Yardım, temeli bakımından askerîydi; senyör tarafından çağırılan bağımlı, küçük ve yerel seferlere ya da savaş için orduya, silahlı olarak katılıyordu. Bu askerlik hizmeti, başlangıçta karşılıksız ve belirsiz süreliydi; daha sonra, yurtluğun büyüklüğüne göre belirlendi ve bağımlıların ayak diremesiyle, süresi sınırlandırıldı (çoğunlukla 40 gündü).
Şatoda muhafızlık hizmeti de bağımlının askerlik yardımı içinde yer alıyordu. Senyör üç durumda, para yardımı da isteyebilmekteydi: Büyük oğlunun şövalyeliği; büyük kızının evlenmesi; fidye. 1100’den sonra, sen- yörlerin Haçlı seferlerine katılmaları, dördüncü bir durum yarattı. Danışmanlık hizmeti, önemli günlerde senyörün sarayında bulunmak, bazı kararlarında ona fikir vermek, bağımlıları arasındaki anlaşmazlıkları ya da öteki davaları bir çözüme bağlarken ona yardımcı olmaktı. Senyörün ödeviyse, bağımlısının güvenliğini ve geçimini sağlamaktı.
Bağımlı ile senyör arasındaki ilişki, bozulabilir, eldiven atmak gibi bir hareketle dile getirilen bu ilişki kesilmesinden sonra, bağımlı senyörden ayrılabilirdi. Bu durumda, bağımlıma yurtluğunu normal olarak gerivermesi gerekirdi ama, yurtluk zaman içinde babadan oğula geçer hale geldiğinden, bağımlı çoğunlukla yurtluğu geri vermez, bu yüzden de çatışma doğardı.
Senyör, öbür bağımlılarına danıştıktan sonra, ayrılan bağımlının yurtluğuna geçici olarak ya da kesinlikle el koyabilirdi (yurtluğun geri alınması).
Senyörlük Rejimi ve Feodalite
Feodalitenin, hukuk tarihinde bir bölüm olmakla kalmayıp, aynı zamanda bir tarihsel olgu olduğu göz tutulmak istenirse, bu feodal kuramların, İktisadî, toplumsal ve siyasal bir çerçeve içinde geliştiğini unutmamak gerekir. Feodalitenin tarihsel içeriğinin dökümünün yapılması, senyörlük rejimiyle olan organik bağının iyice ortaya konmasını da gerektirir.
Bunlar, aynı gerçeğin iki ayrı düzeyde yer alan iki ayrı görünümüdür: Senyörlük rejimi, senyörleri ve köylüleri birbirine bağlayan rejimdir; feodal rejimse, senyörleri kendi aralarında bağlayan rejimdir. Feodalitenin gelişmesine en elverişli zemini, Karolenj sülalesi çağında, Batı ülkelerinde büyük malikâneler kurulması, daha sonra da senyörlü- ğün gelişmesi sağlamıştır. Ancak büyük malikâneler, feodalitenin gelişmesi için gerekli, ama yeterli değildirler: Başka toplumsal ve siyasal rejimler de doğurabilirler. Batı’da, feodalite, gücünü ve özelliğini yavaş yavaş yitirirken, senyörlük rejimi geçerliğini korumuştur.
Bir başka karşılıklı ilişki de, feodaliteyi bağımlılık ilişkilerine bağlar. Yani, bağımlılar olmadan, feodalite diye bir şey de olamaz. Ama bağımlılıkların daha eski örnekleri, sözgelimi Aşağı Roma İmparatorluğu’nda- ki bağımlı tabakalar ve Germen halkların kabile topluluklarında görülen savaşçı yardımcılar, feodal bağımlılık ilişkileri içinde değillerdir. Bağımlılar rejimi, askerlik gibi “soylu” bir meslekten özgür insanları birleştirmesi açısından, özgün bir yan taşır; feodal sistem kurulduğu zaman da, bir yurtluğun verilmesi sonucunu doğurmuş ve belli bir kamu iktidarının elde edilmesini sağlamıştır.
Bundan ötürü, feodalite ile siyasal yapılar arasında bir üçüncü karşılıklı ilişki vardır. Bir büyük malikânenin sahibinin, köylüler üstünde İktisadî güçten başka hiçbir gücü olmayabilir. Köylüler özgürseler, tıpkı malikâne sahibi gibi, resmî yetkililer karşısında sorumludurlar. Ama malikâne sahibi, Karolenj kontu gibi resmî otoritenin temsilcisiyse, toprağın her şey olduğu, paranın önemli rol oynamadığı bir dönemde, ücret olarak, devlet toprağının bir bölümünü almış olur ve bu toprakta hem İktisadî egemenlik elde eder, hem de devletin temsilcisi olarak resmî otoriteyi elinde tutar. Üstelik devlet, büyük mülk sahibine dokunulmazlık tanır; böylece onun malikânesi, devletin bütün malî, hukuksal ve askerî denetiminin dışında kalır. Dolayısıyle büyük mülk sahibi, devlet temsilcisi olarak (özellikle de kamu hukuku hükümleri dışında kalan kendi malikânelerinde) yetkilerini kullanır.
Eski bir temsil yetkisi ya da başka toprak sahiplerinin de bulunduğu bir yerde toprak ele geçirmesi sayesinde senyör, resmî otoritenin bir bölümünü de ele geçirirse, feodal siyasal yapıdan söz edilebilir. Böylece senyör, yönetme, cezalandırma ve kısıtlama haklarını elde etmiş olur ve bunu, kendi toprakları üstündeki köylülere olduğu gibi, özgür kimselere, yani küçük senyörlere ve bağımsız köylülere de uygular. Böylece feodalite, daha yüksek siyasal iktidarı (prenslerin ve kralların iktidarını) kendine mal eder. Otoritenin bu biçimde parçalanması ve siyasal iktidarın özel kişiler eline geçmesi, her zaman olumsuz sonuç vermemiş, sözgelimi, feodalite, Fransa gibi ağır bastığı yerlerde, siyasal açıdan da, geniş ve merkezî iktidarların varlığı ile geçerliliğini engelleyerek, belli bir İktisadî ve toplumsal çerçeveye, gerçek bir yaklaşımla uymayı başarmış- ür: Karolenjlerin siyasal yapılarının bozguna uğraması da böyledir. Koşullar değişince, merkezî ve yüksek iktidarlar yeniden doğmuş, feodal kuralları kendi yararlarına kullanmış ve feodal bir monarşi kurmayı başarmışlardır. Bazen de, İngiltere’de Norman istilasından sonra görüldüğü gibi, kral, sağlam ve tutarlı bir devlet kurmak için feodaliteyi kullanmıştır.
Bu arada, feodalite ile şövalyelik arasında da karşılıklı bir ilişki olduğunu belirtmek gerekir.Bağımlılıkrejimi ile şövalyelik aynı şey sayılamazsa da, feodalitenin askerî yanı açıkça ortadadır. Askerî hizmet, en onurlu etkinlik olarak daha başlangıçta kendini göstermiş, böylece şövalyelik, feodaliteye, vurucu gücünü sağlamış, bu askerî yan,Batı ülkelerinin senyörler sınıfının toplumsal, siyasal ve askerî örgütleme biçimi olan feodalitenin özelliklerini edinmiştir.
Feodalitenin Evrimi
Feodalitenin temel öğeleri IX.-X. yy’ larda ortaya çıkmıştır: Bağımlılık rejimi ile bir yurtluk verilmesi arasındaki normal, ama zorunlu olmayan birliktelik; yurtluğun miras yoluyla geçmesine yönelik belirgin bir eğilim; bağımlının yükümlülüklerinin pek kesin olmaması; aristokrasinin büyük üyelerinin bağımlılık ilişkileri içinde olması, ama toprakları konusunda durumun böyle olmaması (çünkü, bunların, yurtlukların dışında, tam mülkiyeti kendilerinde olan toprakları da vardı. Ayrıca, yozlaşmış da olsa, resmî kurumlar varlıklarını sürdürüyorlardı).
Feodalite, birinci feodal çağda (1000 yılı-XII. yy’m ortası) gelişti; çok sayıda bağlılık yüzünden zayıflayan bağımlılık ilişkisi, tam anlamıyla bağlılık sayesinde bir süre varlığını korudu. Bağımlı, korunmaktan çok, birden fazla yurtluk edinmeye yöneliyor ve bunlar üstündeki hakları artıyordu.
Daha sonra, Karolenjlerin resmî kurumlan silinmeye yüz tuttu ve iktidarın parçalanması en yüksek noktasına ulaştı. Bu, askerlikte uzmanlaşmış bağımlıları çevresinde toplayan bağımsız senyörlerin dönemiydi ve bağımlı ile şövalye birbirin- ayırt edilmez olmuştu. Feodalitenin, kırsal senyörler ve köylüler üstündeki denetimi güçleniyordu. 1000 yılından sonraki feodalite, aşağı yukarı bütünüyle kırsal olan bir iktisadın koşullarına uyarlanmış, toplumsal ve siyasal bir düzendi (bundan ötürü, söz konusu dönemi “feodal anarşi” diye adlandırmak doğru değildir).
1150’den sonra, daha XI. yy’da ilk belirtileri görülen nüfus,tarım ve ticaret gelişmesi, toplumsal ve siyasal yapıları etkiledi. Böylece, feodalitenin üçüncü çağı başladı (1150-1300). Kırsal topluma giren para, servetlerin, dolayısıyle de yurtlukların el değiştirmesi olanağı yarattı. Kilise ve kentler, feodal çerçeveden sıyrılmaya başladılar. Yetkiler, aşağıdan yukarı kuruldu; prenslikler, monarşiler güçlendiler ve feodal yönetimle cezalandırma hakkı tanınmış kişilerin özerkliği sınırlandırılmaya başlandı. Tepesinde kralın yer aldığı feodal bir piramit kuruldu; böylece, feodal monarji çağı başladı. Ama, Fransa’da Georges Duby’nin inceleyip açıkladığı bu evrim, başka yerlerde farklı oldu. Nitekim,İngiltere’de Norman prenslikleri, daha erken bir tarihte merkezî güç çevresinde toplandılar; Almanya’daysa, feodalitenin evrimi, iki yüz yıllık bir gecikmeyle gerçekleşti.
Feodalitenin Yayılması
Feodalitenin yuvası, Karolenj İmparatorluğunun merkezinde yer alan Loire ile Rhin arasındaki bölgelerdir. İnsan ile insan arasındaki bağımlılık ilişkisi, yurtluğun kalıtım yoluyla geçmesi, bağımlılık yeminleri, söz konusu bölgede çok erken bir tarihte ortaya çıktı; büyük malikâneler ve senyörlükler gelişti;, kamu kurumlan, oldukça erken tarihlerde ortadan kalktı. Feodal rejim, Kilise dahil, toplumun bütün derinliklerine işledi. İtalya ve İspanya gibi ülkelerdeyse, eski toprakların yeniden ele geçirilmesi ve kentlerin ağır basması gibi çeşitli koşullar, feodalleşme sürecini engelledi. Germen ülkelerinde de, XII. yy’a kadar krallık çok güçlü olduğu için, feodalite XII. yy’a kadar gelişme olanağı bulamadı. Feodalite sonuna erip tamamlanmış bir dönem ve rejim değildir; özel mülk olan birçok toprak varlığını korumuştur. Ayrıca feodalite, eski bir biçim olarak kalmış ve baz* temel özellikleri ancak 1150’den sonra ortaya çıkmıştır. “İthal” feodalitesi (fetihlerin ardından yaygın ve sistemli bir biçimde uygulanmıştır), İngiltere’de, Güney İtalya’da, Sicilya’ da, Doğu Latin devletlerinde ve Yunanistan’da görülmüş, Kudüs’te, Bizans’ta ve Mora’da feodalitenin askerî yanı ağır basmıştır. Bağımlının hizmeti sınırlı değildir; ama monarşinin karşılaştığı güçlükler, XIII. yüzyılda feodalitenin monarşi üstünde tam bir zafer kazanmasına yol açmıştır. Kudüs’teki Baronlar Yüksek Divanının güçlü iktidarı, bunun kanıtlarından biridir.
Son Yorumlar