Lübnan Yakındoğu’da ülke.
Kuzeyinde ve doğusunda Suriye, güneyinde İsrail bulunan Lübnan’ın batıda Akdeniz’e uzun bir kıyısı vardır.
Coğrafya
Lübnan kıyıya paralel dört şerit halinde yayılır. Bunlar, batıdan doğuya doğru kıyı ovası ya da Sahil, Lübnan sıradağları, El Beka bölgesi ve Antilübnan dağları olarak ayırt edilirler. Birinci kesimi kuzeyde daha geniş (Akkar), güneydeyse daha parçalanmış kıyı ovası ya da Sahil bölgesi oluşturur; burası Beyrut. Trablusşam. Sayda. Sur kentlerinin yer aldığı, nüfus yoğunluğunun en yüksek ve iktisadi yaşamın en etkin olduğu alandır. İkinci kesimdeyse ülkeye adını veren Lübnan dağları yer alır: Kurnet el-Sevba’da en yüksek (3 083 m) noktasına ulaşan bu dağlar güneye doğru giderek alçalırlar. Yemşeşil batı yamaçları (makiler, çamlar, sedir ağaçları) Lübnan’ın en güzel yerlerinden biri olan Kadişa ırmağı gibi derin boğazlarla oyulmuştur, yamaçlar üstüne kurulu köyler bağ ve bahçelerle çevrilidir. Çorak doğu yamacıysa dik olarak El Beka ovasına iner.
Üçüncü kesim olan, 120 km uzunluğunda. 8-12 km genişliğindeki El Beka tahıl ve sebze yetiştirilen çok seyrek nüfuslu bir iç ovadır. Büyük eksenine dik olan belli bir yükselti düzeyinin her iki yanında alçalan bu ovaya kuzeyden Asi, güneydense tümü Lübnan topraklarında kalan en uzun ırmak Litani iner.
Dördüncü kesim. El Beka’nm üstünde dimdik yükselen çöllük Antilübnan dağlarından oluşur; ortalama 2 300 m yüksekliğindeki sıradağlar Lübnan dağları gibi güneye doğru alçalır ve sırt çizgisi Lübnan-Suriye sınırını oluşturur.
Lübnan. Akdeniz’e uzun bir kıyısı olduğu için genelde ılıman (kıyıda 20°C) bir iklime sahiptir ama denizin etkisi dağların oluşturduğu engel nedeniyle hemen kesilir. Yağışlar (60-80 yağmurlu gün) özellikle kıyı ovalarında ve Lübnan dağlarının batı yamacında önemlidir. İç kesimlerde iklim birden karasal bir görünüm kazanır, yüksek yerlerde ve El Beka’da kuraklaşır.
Tarih
Eski çağlardan beri Batı dünyasıyla Doğu dünyası arasında bir bağlantı noktası, Anadolu ile Mısır arasında bir geçiş yeri olan Lübnan’ın bu konumu, tarihi boyunca önemini korudu. Lübnan kıyılarına yerleşen ve usta tüccarlar olan Fenikeliler, Byblos, Sidon ve Tir’den başlayarak bütün Akdeniz kıyılarını dolaşıp buralarda koloniler (Kartaca) kurdular ve alfabeyi bulup yaygınlaşmasını sağladılar. İ.Ö. 332’de Büyük İskender tarafından fethedilen Fenike o tarihten başlayarak. sırasıyla Selefkilerin (İ.Ö. 312-İ.Ö 64), Romalıların, Bizanslıların ve Arapların egemenliği altında XVI. yy’a kadar Suriye’ye bağlı kaldı. Öbür bölgelere olduğu gibi. Lübnan’a da çölde yaşayan Arap kabileleri yavaş yavaş sızdılar. Lübnan dağları, varlıklarını sürdürmeye çalışan Maruni Hıristiyanlar, Şii Müslümanlar ve Dür ziler gibi azınlıklara sığınma yeri oldu. Kıyıdaki kentleri iki yüzyıl boyunca ellerinde tutan (1110-1291) Haçlıların işgalinden bölgede pek bir iz kalmadı. Bununla birlikte, “Doğu Akdeniz iskeleleri” XIV. ve XV. yy’larda ticarette önemli rol oynamayı sürdürdüler.
Ülke, Osmanlılarm fethinden sonra (1516), Maan (1517-1697) ve Şihab (1697-1741) emirlikleri zamanında özerkliğe kavuştu. Şııflu Dürziler olan ilk emirler, yönetim açısından bir birlik olarak Lübnan’ı kuran, çeşitli mezhepleri tek bir halk halinde birleştiren. ticareti geliştiren ve kentleri anıtlarla (Beyt el-Din Sarayı) donatan Fahrettin H’nin (1585-1635) saltanatıyla kendilerini gösterdiler. Peygamber sülalesi Kureyşlilerle akraba olan ikinci sülale, iktidarını güçlendirmek amacıyla, Türklerle birleşen, sonra Mısır hıdivi Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’nm yanında onlara karşı savaşan Beşir II (1784-1840) zamanında en parlak dönemini yaşadı ve sona erdi. Beşir H’nin siyaseti gene! bir ayaklanmaya ve İngiliz birliklerinin müdahalesine yol açtı (1840). Ülke doğrudan Osmanlı yönetimi altına girdi (1840-1860) ve iki bölgeye (kuzeyde Maruniler, güneyde Dürziler) ayrıldı. Maruni (Fransızların desteklediği) ve Dürzi (İngilizlere güvenen) toplulukları çatışmakta gecikmediler. 1860‘ta Maruniler ayaklandılar, Dürziler de buna karşılık olarak onların köylerini bastılar; ölüm olaylarının .artması üstüne Batı dünyası duruma müdahale etmek istedi. İngilizlerle Fransızlar Lübnan’a kuvvet gönderdiler. Osmanlılar, bu durumu önlemek amacıyla hariciye vekili olan Fuat Paşa’yı Lübnan’a göndererek kargaşalığı bastırdılar. Lübnan yönetimi 1861 Anlaşması’na göre yeniden düzenlendi ve yabancı birlikler geri çekildi: Söz konusu anlaşmaya göre uluslararası bir kurul kıyıdan ve El Beka’dan koparılan Lübnan dağlarını Hıristiyan bir yöneticiye ve uluslarararası korumaya bıraktı.
Bölgede 1914’e kadar durum çok sakindi, Batı etkileri eğitim yoluyla ülkeye girdi (1866’da kurulan Amerikan Üniversitesi ve 1879’da kurulan Saint- Joseph Üniversitesi). Pek çok Lübnanlı A.B.D’ne ve Mısır’a göç etti. Birinci Dünya savaşı sırasında Osmanlı yönetimindeki Maruniler Fransa’nın koruması altında bir bağımsızlık düşlerken Müslümanlar. Arap ayaklanmasının önderi Şerif Hüseyin’e umut bağlamışlardı. Ekim 1918’de İngiliz kuvvetlerinin eline geçen Lübnan’da 1920’de Fransız generali Gouraud’nun koruması altında, kıyı kentlerini ve verimli El Beka’yı içine alan Büyük Lübnan devleti kuruldu. Barış Konferansıyla Fransa’nın koruma altına giren Lübnan’ın bu durumu Temmuz 1922’de Milletler Cemiyeti tarafından onaylandı. Ülke 1926’da cumhuriyetçi bir anayasaya kavuştu ve 1941’e kadar barış içinde yaşadı. Tek sorun, toplumlar arasındaki dengeden ve Fransız parlamentosunca onaylanmayan 1936 Fransa-Lübnan Anlaşması’ndan kaynaklanıyordu. Bağımsızlık 1941’de tanındı ama olaylar yüzünden ertelendi. 1943 seçimlerinde Meclis, Fransız yanlısı Emile Edde’ye karşı B. el- Huri’yi yeğledi. El-Huri, Konsey başkanlığına Riyad el-Sulh’u getirdi. Fransız delegesi bunları tutuklattırdı. Çok geçmeden dağlarda bir “direniş hükümeti” kuruldu ve devletin gelecekteki temelini oluşturan, Hıristiyan- larla Müslümanları birleştiren ulusal bir barış anlaşması hazırlandı. El Huri-El Sulh ekibi yeniden göreve döndü ve 1 Ocak 1947’de son Fransız askeri de ülkeyi terk etti.
Bütün öbür Arap ülkeleri gibi Lübnan da İsrail’e karşı savaşa katıldı ve 23 Mart 1949’da bir ateşkes imzaladı. Bu çatışmanın sonucu 100 000 Filistinli mülteci Lübnan’a geldi ve Suriye Halk Partisi’nin (1949) kurucusu Anton Sadi’nin başarısız darbe girişimi oldu. İntikam amacıyla yandaşları Riyad el-Sulh’u 1951’de öldürdüler. Bir yıl sonra bir halk hareketi sonunda, kayırıcılıkla suçlanan B. el- Huri görevden uzaklaştırıldı. Yerini başkan Kamil Şamun (Camille Chamoun) aldı. Lübnanlılar Araplar arası anlaşmazlıklarda ılımlı, yansız ve uzlaştırıcı bir siyaset izlemeye başladılar. 1955’te Bağdat paktına girmeyi reddettiler.
Ne var ki, Süveyş olayı ve Mısır’la Suriye’nin yakınlaşması, ardından da birleşmeleri Lübnan’da dengeyi bozdu. Şamun, A.B.D. yardımını kabul etti.
Kurallara aykırı olan bu tutumu yüzünden Lübnan’daki siyasal güçlerin bir bölümünün düşmanlığını kazandı. Gerilim arttı ve Mayıs 1958’de ülkenin dört bir köşesinde tam bir iç savaş patlak verdi. Başkan Şamun’un çağrısı üstüne A.B.D. 15 Temmuz 1958’de Lübnan’a çıkartma yaptı. Karışıklıklar 31 Temmuzda Meclis’in başkomutan general Fuat Şahap’ı cumhurbaşkanı seçmesine kadar sürdü. Lübnan yavaş yavaş dengesine ve eski zenginliğine kavuştu. 1964’te general Şahap’m yerini hiçbir sorun çıkmaksızın, ılımlı Charles Helou aldı. İki yıl sonra Ortadoğu’nun en büyük bankası İntra Bank’ın yankılar uyandıran mali iflası az daha Lübnan iktisadını altüst ediyordu.
Ülke siyasetini, İsrail’le ilişkilerin ve Filistinli göçmenlerin geleceğinin yarattığı sorunlar gitgide artan oranda etkilemeye başladı. Lübnan ne Altı Gün savaşma, ne de Kippur savaşına katıldı, ama Filistinlilerin ülkenin güneyinden İsrail’e karşı giriştikleri saldırılara misilleme yapan İsrail’in akınları yüzünden, birçok kez toplumlar arasındaki denge bozulma noktasına geldi.
Raşid Kerami Temmuz 1966’da parlamento dışı bir hükümet kurdu, Konsey başkanlığını Yafi’ye bıraktı. Aralık 1966’da Kerami yeniden Yafi’nin yerine geçti ve Ocak 1969’da ılımlı Hıristiyanlar dışında bütün partilerin temsilcilerini kapsayan bir hükümetin yönetimini üstlendi; ama 24 Nisanda istifa ederek uzun sürecek bir hükümet bunalımına yol açtı. Kasım 1969’da yeni bir kabine kurdu ama giderek artan karışıklıklar sonunda 4 Ekim 1970’te istifa etti ve yerine Saip Selam geçti.
17 Ağustos 1970’te cumhurbaşkanlığına seçilen Süleyman Franjiye Batı etkisiyle Doğu etkisi arasında denge sağlamaya çalıştı ve Lübnan, Suriye ile yeniden bağlantı kurdu. Bununla birlikte ülke bir türlü karışıklıklardan kurtulamıyordu. 1973’te başbakan Selam istifa etti. Yerine Emin el Hafız geçti. Bu arada Lübnan’ın Irak ve Suriye ile arası açıldı. Emin el Hafız istifa etti, yerine Takiyeddin Sulh geçti (Haziran 1973). Ama 25 Eylül 1974’te görevinden ayrılması üstüne Raşid Sulh başbakan oldu (Ekim 1974). Ocak 1975’te İsrail ordusu birçok kez Güney Lübnan’ı bombaladı. Çatışmaların kesilmemesi üstüne Sulh hükümeti istifa etmek zorunda kaldı. 28 Mayısta Raşid Kerami yeni bir kabine oluşturmakla görevlendirildi.
Müslüman ve Hıristiyan toplumlarının arasında arabuluculuk yapan Fransa ve Suriye’nin girişimlerine karşın, Beyrut harabeye dönmüştü. Canbulat’m yönetimindeki “solcu Müslümanlar”ın, Cemayel’in “sağcı Hıristiyanlan”nı altedeceği sanılırken, başkan Franjiye’nin onayıyla (Nisan 1976) gerçekleşen bir önseçim sonucu mayıs ayında Lübnan bankası yöneticisi Sarkis devlet başkanı oldu. Sağcı Hıristiyanlar, Filistin direnişini ezdiler. 1977’de Arap Caydırma Gücü’nün çabaları ülkenin her tarafına götürüldü; ama olaylar arttı; mart ayında ilerici önder Kemal Canbulat, arkasından da Hıristiyan falanjistlerin önderlerinden Toni Franjiye öldürüldü. Sağcı Hıristiyanlarla o sırada 40 000’den fazla oldukları sanılan Suriye birlikleri arasında ilişkiler hızla bozuldu. Ekim 1978’de bu birlikler Beyrut’un Hıristiyanların oturduğu doğu kesimini şiddetle bombaladılar.
1980 Temmuzunda falanjistler bütün Hıristiyan güçlerini himayelerinde birleştirdiklerini ilan ettiler. 1980 Ekiminde de Şefik Vazzan başbakanlığa atandı.
Nisan 1981’de Suriye, falanjistlerin ve müttefiklerinin Zahle ve Sannin bölgesinde ellerinde tuttukları mevzilere saldırdı. Zahle bunalımı, haziran sonunda çözüme ulaştırıldı; ama bu kez de Güney Lübnan’da İsrail ordusuyla Filistinliler arasında 10 Temmuzda yeni çatışmalar patlak verdi. 16 ve 17 Temmuzda İsrail uçakları, Beyrut’u ve Güney Lübnan’da çeşitli hedefleri bombaladılar. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin bir ateşkes yapılmasını istemesine karşın:barış sağlanamadı.
6 Temmuz 1982’de İsrail, Lübnan’ı işgal etti. Birleşmiş Milletler’in aracılığıyla Filistinliler ve İsrail arasında çok sayıda ateşkes girişimlerinde bulunuldu. İsrail 1982 Ağustosu başına kadar işgal ettiği topraklardaki mevzilerini sağlamlaştırdı. 13 Haziranda başlatılan Beyrut’un ablukaya alınarak tümüyle kuşatılması hareketi, 3 Temmuzda tamamlandı. Kent bu arada birçok kez bombalandı. Arap başkentlerinde, Paris’te ve Birleşmiş Milletler’de girişilen diplomatik çabalar sonucu ve 7 Ağustosta jA.B.D. özel temsilcisi Philip Habib’in önerdiği plan üstüne, A.B.D.,|Lübnan ve İsrail arasında, Beyrut’un Filistin-Suriye kuvvetleri tarafından boşaltılması konusunda bir anlaşmaya varıldı. Kentin boşaltılması uluslararası bir birliğin denetiminde yapılacaktı. Lübnan’ın 2/3’sini denetimleri altında tutan İsrailliler, bu planı 19 Ağustosta kabul ettiler. Beyrut’un boşaltılmasından sonra, uluslararası birlikler de 13 Eylülde ülkeyi terk ederek yerlerini yasal Lübnan ordusuna bıraktılar. Ama, ağustosta Lübnan cumhurbaşkanı seçilen Hıristiyan milislerin önderi Beşir Cemayel’in 14 Eylülde öldürülmesinin ardından İsrail, Batı Beyrut’u işgal etti. 16 ve 17 Eylülde Batı Beyrut’un Sabra ve Şatilla bölgesindeki Filistin kamplarında çok sayıda sivil halk katledildi. Bu katliam olayı üstüne uluslararası yeni bir gücün girişimde bulunması gerekti.
21 Eylül 1982’de Emin Cemayel cumhurbaşkanı seçildi. Beyrut, aşamalı olarak Lübnan ordusunun denetimine geçti. Suriye ve İsrail özellikle El Bekaa’daki askerî durumlarını kuvvetlendirdiler. 28 Aralık 1982’de bir A.B.D. delegasyonu gözcülüğünde başlayan İsrail-Lübnan görüşmeleri,
16 Mayıs 1983’te bir İsrail-Lübnan anlaşmasıyla son buldu. Buna göre, İsrail işgal ettiği Lübnan topraklarından geri çekilecek ve iki ülke arasındaki ilişkiler normalleşecekti.
1983 Eylülünde, Suriye’nin desteklediği Dürziler ve falanjistlerin Şuf’taki çatışmaları kesin bir savaşa dönüştü ve cumhurbaşkanı Cemayel’in otoritesini göstermesi gerekti. 25 Eylülde de bir ateşkes imzalandı. 1984(Nisanında Raşid Kerami, ülkedeki bellibaşlı etnik grupların önderlerinin de katılacağı bir kabine oluşturdu. 1985’in ilk yarısında İsrail birliklerinin büyük bölümü Güney Lübnan’dan çekildilerse de, 1985 Temmuzunda Dürziler ile Hıristiyanlar arasında çatışmalar başladı ve barışın sağlanması için Şam’da toplanan konferansta, Lübnan ordusu dışında bütün silahlı toplulukların dağıtılması kararlaştırıldı. Ne var ki, 1986 başlarında FKÖ ile Emel Örgütü arasında çatışmalar başladı ve güç durumda kalan Emel Örgütü’nü desteklemek için Suriye birliklerinin ülkeye girmesiyle, gruplar arasındaki çatışmalarına erdi (5 Nisan 1987). İstifasını veren Raşid Kerami’nin, bindiği helikoptere bir bomba yerleştirilmesi sonucunda ölmesi üzerine, yerine Selim el-Huss geçici başbakanlığa atandı. 1988’de İsrail uçaklarının Lübnan’daki Filistin kamplarını bombalamasından sonra ve Emel Örgütü ile Hizbullah örgütü arasında kanlı çatışmalar olurken, Suriye birlikleri yeniden ülkeye girerek, FKÖ kamplarını ele geçirdiler ve FKÖ gerillalarını Beyrut’tan ayrılmak zorunda bıraktılar (1988 Haziranı). 14 Mart 1989’da askerî Lübnan hükümetinin başı general Michel Aoun, sivil hükümet başkanı Selim el-Huss’a karşı kendini cumhuriyetin tek yasal yetkilisi ilan ederek, Müslüman kesime karşı saldırılar başlatıysa da, Müslümanları Suriye birliklerinin desteklemesi sonucunda, Hıristiyan bölgesinin ablukaya alınmasını önlemeyi başaramadı. 1989’da Lübnan temsilcilerinin Taif’te (Suudi Arabistan) toplanarak, bir “ulusal uzlaşma belgesi” imzalamalarını ve 5 Ekim 1989’da Rene Movrad’ı cumhurbaşkanı seçmelerini (22 Kasımda Mowad öldürülünce yerine Elias Hravi geçti), Michel Aoun geçersiz ilan ederek, Samir Geagea yönetimindeki Lübnan güçleriyle savaşı sürdürdü; ama birliklerinin gün geçtikçe zayıf düşmesi üstüne, 3 Nisan 1990’da, Taif uzlaşmasını kabul ettiğini açıklamak zorunda kaldı. 1990 Aralığında bir ulusal birlik hükümeti kurulması amacıyla istifa eden Selim el- Huss’un yerine, Raşid Kerami’nin kardeşi Ömer Kerami’nin getirilmesinden sonra kurulan yeni hükümette, Dürzilerin önderi Velid Canbulat ve Emel Örgütü önderi Nebih Berri ile öbür milis örgütlerinin önderleri yeraldı; ama Hizbullah, yeni hükümeti tanımadığını açıkladı. Gene de ülkede, onaltı yıl süren savaşın yerini, yavaş yavaş bir huzur ortamı) almaya başladı. İktisadi bunalımı protesto eden gösterilerin ardından, Ömer Kerami’nin 6 Mayıs 1992’de istifa etmesi üzerine 1992 Ağustosunda, savaşın başlangıcından sonra ilk kez serbest parlamento seçimleri yapıldı (ama ülkede hâlâ Suriye birliklerinin bulunmasına karşı çıkan Hıristiyanların büyük bölümü, seçimlerde oy kullanamadı) ve başbakanlığa Raşid el-Sulh atandı.
Ekonomi
İç savaştan önce tarıma ya da sanayiye dayanan bir ülke olmaktan çok, bir kavşak noktası, Doğu ile Batı arasında bir basamak olan Lübnan’da, başkent Beyrut, Hindistan’dan, Uzakdoğu’dan ya da öbür Arap ülkelerinden gelen malların (boru hattıyla gelen petrol, Sayda’da ve Trablusşam’da arıtılır) önemli bir geçiş merkeziydi. Tarımda, ekili alanlar (ülke yüzölçümünün üçte biri) sulamanın geliştirilmesi, yol yapımı, taraçalar düzenlenmesi, meyve ağaçlarının dikimi (yeşil plan) için harcanan çabalara karşın yetersiz kalmıştı. En önemli üretim, ülkenin dışarıya sattığı başlıca ürün olan meyve (turunçgiller, elma, üzüm) ve tahıldı (buğday, arpa, mısır, hintdarısı).
Yeterli maden ve enerji kaynaklarından yoksun olan Lübnan sanayisi, başlangıçta yavaş ve güç ilerledi. Ama, gene de ulusal gelirin % 15’e yakınını, yani aşağı yukarı tanmınki kadar bir gelir sağlamayı başardı. Dokuma ve besin sanayileri, çimento fabrikaları ve petrol rafinerileri başlıca sanayi kollarıydı. Kalkınma planlarında her şeyden önce, bu sanayi kollarının kullanacağı daha verimli, ama daha az masraflı bir hidroelektrik enerji (Libani barajı) kaynağı sağlanması amaç alındı. Ne var ki, özellikle başkan Şahap döneminde devletçe hazırlanan kalkınma planları, özel sektör ile bölgesel ve dinsel ayrıcalıklarına aşırı bağlı kadroların tepkisiyle •karşılaştı. Bunun sonucu olarak, gelişmede bir karmaşa ortaya çıktı. Halk tabakaları ile bölgeler arasındaki dengesizlikler, özellikle “saraylarla gecekondu mahallelerinin” yan yana sıralandığı Beyrut’un yararına giderek arttı. Lübnan, iç savaş sırasında etkin nüfusunun önemli bir bölümünü yitirirken, aralarında çok sayıda nitelikli ve teknik adamların da yer aldığı 60 000’i aşkın işçi, ülkeyi terk ederek Körfez ülkelerine göç etti ya da özellikle Fransa’da, A.B.D’nde ve Brezilya’da daha önceden önemli topluluklar oluşturan Lübnanlıların yaşadıkları bölgelere yerleşti. Günümüzde, on altı yıla yakın süren iç savaştan sonra, özellikle Beyrut’un büyük bölümünün yakılıp yıkılmış olduğu Lübnan’ın iktisadı gerçek bir çöküntü içindedir. Bununla birlikte, iktisadın en az zarar görmüş bölümü olan bankacılık sisteminin (Lübnan Bankası, savaş süresince rezervlerini korumayı başarmıştır), yakın bir gelecekte savaşın yaralarının sarılmasını sağlaması beklenmektedir.
Son Yorumlar