Canlı hücrenin çekirdeğinde, bölünme sırasında belirginleşen ve kromatin ipliklerinin parçalara ayrılmasından oluşan küçük kıvrık çubuk biçimindeki cisim.
Protein bireşiminde ve genetik bilgi desteği olarak kromozomların temel görevleri vardır.
Kromozonların Kökeni
Optik mikroskop sayesinde, kromozomların varlığı uzun yıllar önce saptandı ve en azından hücre bölünmesi sırasında yapıları betimlendi. 1888’de VValdeyer bu çekirdek cisimciklerinin farklı yapıda olduklarım kabul etti; aynı tarihlere doğru Müller linin olarak adlandırdığı az boyanan bir maddeyi ve bunun üstündeki kroma tin olarak adlandırılan çok iyi boyanan tanecikleri ayırt etti, VVilson da 1896’da bunları kromomer olarak adlandırdı. 1900’deEisen daha küçük parçacıklara bölünebileceklerini düşündü. Ayrıca Barentsky’den (1880) beri, kromozomların sarmal biçimli lifçiklerden oluştuğu (Çiz. 1) çok iyi bilinmekteydi. Bu görüşler günümüzdeki kavramlardan,en azından betimleyici anatomiden pek uzakta sayılmazdı. Kromozomların görevlerine gelince, bunların her zaman hücre bölünmesi olaylarına etkin bir biçimde katıldıklarına mutlak gözüyle bakıldı, ancak kromozomlarda Mendel’in genetik kuramlarındaki hücresel destekleri görmek için gene de T.H. Morgan’m çalışmalarım beklemek gerekti. 1932’ye doğru G. Beadle tek başma geiı ile hücresel metabolizma etkinliği arasındaki geniş ilgiyi göstererek bu organitlerin önemli rolünü vurguladı ve her bir gene bir enzim denk düşeceğini gösterdi. Daha sonra 1944’te O. Avery, kromozomun kimyacılar tarafından daha önceden bilinen bir kimyasal maddeye D.N.A. (dezoksiribonükleik asit) uyacağını söyledi. D.N.A’nm yapısı ancak 1953’te, j.VVatson ve F. Crick tarafından aydınla tılabildi. Daha yakın dönemlerde j. Monod. F. jacob ve A. Lwoff (1965’te bu çalışmalarıyla tıp ve fizyoloji dallarında Nobel Ödülü kazanmışlardır), protein bireşimi ve bu olayın düzenlemesini derinlemesine araştırdılar.
Çubukçular
Optik mikroskopta hücre bölünmesi sırasında çekirdekte oluşan önemli yapı değişiklikleri görülebilmektedir. Bu olay sırasında kolaylıkla boyanabilen çubukçuklar ortaya çıkar; bunlar, hücre bölünmesini (mitoz ya da meyoz) belirleyecek bir yönteme göre düzenlenirler. Gözlemin bu evresinde kromozomlar (her çekirdekte çok sayıda, ama her cins için belli sayıda) kıvrık ya da düz çubukçuklar, tanecikler ya da lifçikler biçimindedirler; kromatin için kullanılan boyalarla boyanmayan ve santromer olarak adlandırılan bir bölgeleri vardır.
Bazen ikinci bir boğumlanma, kromozomu tek ya da iki parçaya ayırır, bunlar büyük ölçüde ayrılmış ve yalnızca çok ince bir noktadan bağlantılıysa uydu olarak adlandırılırlar (Çiz. 2 ). Kromozomların boyutları çok çeşitlidir. Uzunlukları sözgelimi insanda 2 ile 6 n m’yken (mikrometre), barsak solucanında 20 n m’ye kadar varabilir; insanda çap 0,1 ile 2 t» m arasındadır; böceklerde, özellikle de çiftkanatkların tükürük bezlerindeki hücrelerde, uzunluğu 480 n m’ye varan kromozomlar vardır (sözgelimi,titreksinek) [Çiz. 3]. Kromozom sayısı,belli bir cins için belirlidir ve karyogram olarak adlandırılan bir formülle gösterilir. Bu formülde aynı olan çiftler (otozom) ve cinsiyete göre çift olmayan kromozomlar (alozom ya da heterokromozomlar) vardır. Sözgelimi,erkek karyogramında, 22 çift otozoma ek olarak, 1 X ve 1 Y kromozomu, kadındaysa 22 çift otozom ile benzer 2 X kromozomu vardır:
Erkek: 22 + X + Y;
Dişi: 22 + X + Y.
Ama bu genel bir kural değildir; birçok böcekte, özellikle dişi cinste X ve
Yalozomlan görülür. Karyogramın bütünü diploit sayıdadır (2 n kromozom) ve bütün normal beden hücrelerinde bulunur; yalnızca basit kromozomlar içeren gametler ve poliploitlik durumlarında haploit sayıdadır (n kromozom).
Kromozomların sayısı genellikle bircinsten öbürüne değişir; sözgelimi,insanda 46 kromozom varken, bu sayı şempanzede 48, sirkesineğinde (Drosophila melanogaster) 8’dir (Çiz. 4). Kromozom sayısı gene de cinsin tek başına belirgin bir özelliği değildir; birbirinden farklı iki ya da daha çok cinsin aynı sayıda kromozomları olabilir. Sonuç olarak, doğal ya da yapay koşullar altmda kromozom sayısında, bir ya da birçok kromozomun artması (organizma için ciddi sonuçlara neden olabilen trizomi ya da tetrazomi) ya da haploit sayısının artmasıyla (bitki cinsleri arasında bu tür değişimlere sık raslanır [triploit, tetraploit, heksaploit, hatta oktoploitler]) değişiklik olabilir.
Kromozonların Yapısı
Bir kromozomu incelemek için, mitozun sonucunu beklemek gerekir (sözgelimi,ağan evre). Bu durumda az bir büyültmeyle bile kromozomun yapısı seçilebilir; içte birbirine koşut ve sarmal biçimde duran lifçikler kromonema olarak adlandırılır (Çiz. 5 ). Bu lifçikler boyunca çok iyi boyanan kromofil taneciklerse kromomerlerdir. Kromonemalar, yapısı henüz tam aydınlatılmamış olan protein kökenli bir kılıfın içinde gibidirler. Elektron mikroskobuysa kromozomların ince yapışırım aydınla trlmasma olanak sağlamrştır. Taylor’a göre (1963) her kromonema, kromozom eksenine dikey olarak yerleşmiş, birbirine koşut sıralar oluşturan iki dezoksiribonükleik asit molekülünden meydana gelir. Bu sıralar kendi aralarında köprülerle birleşmektedir, yapılarıysa molekülü oluşturan öğelerin konumuna bağlıdır (Çiz. 6). j. Watson ve F. Crick (1953) D.N.A. molekülünün art arda dizilen nükleotitlerden oluşmuş bir dizi polinükleotitten meydana geldiğini ve çift helis biçiminde görüldüğünü daha önceden açıklamışlardı.
Kromomerler, kromonemanın sıkıca sarmallaştığı bölgeleri belirtmekte ve bir küçük yumak oluşturmaktadır. Sayılan kromonema boyunca sabittir ve burada her zaman aynı biçimde dururlar; bu nedenle kromomerleri, temel genetik öğe,yani “gen” olarak kabul etme düşüncesi günümüzde de geçerlidir. Santromer, kromonemadaki en az sarmallı bölgeye denk düşer. Bu öğenin, asıl görevi kromozomu mitozun üst bölümüne bağlamak olan bir cins kromomer olduğu düşünülmektedir.
Kromozonların Görevi
D.N.A. molekülü, tümüyle birbirini tamamlayıcı iki saptan oluşur. Bu iki sapın aynı biyolojik görevi mi vardır?
Kromozomlar kalıtım özelliklerinin tanınmasını sağlamakta ve genetik kod, hücre kimyası tepkimelerinde gerekli enzimlerin bireşimini sağlayacak hücre metabolizmasına komuta etmektedir. Bu iki işlev yerine getirilirken, D.N.A. molekülü aynı biçimde kullanılmaz. D.N.A. molekülündeki iki sap ayrıştırılabilmiş ve böylece bu D.N.A ’ya denk düşen haberci ya delçi R.N.A ’nın (ribonükleik asit) lifçik- lerden yalnızca biriyle birleştiği gösterilebümiştir. Haberci R.N.A. saplardan birini, kendisinin oluşmuş olduğu sapı bütünler. Böylece saplardan yalnızca biri hücrenin fizyolojik mekanizmalarını yönetir. Buna karşılık iki saptan biri öbürünün modeli olduğuna göre, kalıtımsal özelliklerin aktarılmasında her iki sap da aynı görevi üstlenir.
Son Yorumlar