Alman felsefecisi (Prossnitz, Moravya, 1859 – Freiburg – im – Breisgau, 1938).
Bilim adamı olarak yetişen Edmund Husserl, 1883’te felsefeci Brentano’ nun öğrencisi oldu. Bu ilişki, düşüncesini kesin biçimde yönlendirdi. Kırk yıl boyunca, Halle’de, Göttingen’de ve Freiburg-im-Breisgau’da ders veren Husserl tüm yaşamını felsefeye adadı.
Husserl’in temel amacı, bilimlere bir temel sağlamak ve böylece onları mutlak bilgi olarak haklı çıkarmaktır. Ona göre, felsefe sağlam bir bilimdir. Çünkü “özlere yönelik sezgi”, bu özleri, her türlü deneyimden bağımsız olarak ve hem süreklilikleri hem de nesnellikleri içinde kavramamızı sağlar. Özlerin bilimi ya da fenomenoloji olarak tanımlanan bu bilim, XX. yy’da, belki de felsefenin son canlanışını dile getirir. Ama Husserl kendini “dünyanın bilinmeyen bir köşesinde inceleme yolculuğuna” çıkmış bir kâşif gibi görür. Çünkü ona göre fenomenoloji, henüz başlangıcını yaşamaktadır. Gerçekten de, Husserl’in hızla bir okul haline gelen ve çeşitli eleştirilere hedef olan yapıtı, bunalım halindeki felsefeyi yeniden canlandırabilirse, serpilip gelişecek bir tohum gibi görünmektedir.
YÖNELİM
Husserl’e göre felsefe bir geri dönüştür ve kökenini de bilinç oluşturur; felsefi araştırmaysa, bilinç içinden geçer. Ama bu bilinç, geleneğin kabul ettirdiği ruhbilimsel bilinç değildir. Mutlak olan veri, duyusal olan ya da akılla kavranabilen nesnelerle ilişkili olduğu için yönelimli diye adlandırılan bilinçtir. Geri dönüş de iki yanlıdır ve hem mantık yasalarını basit zihinsel olaylara indirgeyen aşırı ruhbilimciliği bir yana bırakır, hem de şeylerin kendisine geri döner. Böylece yönelim kavramı Husserl’i duyusal olmayan, yani düşünsel olan nesnelerin çözümlenmesine (Logische Untersuchungen [Mantık Araştırmaları, 1900]) götürür. Husserl’in özgün yanı, bilgideki düşünsel içerik kavramını ileri sürmesidir. Bundan ötürü Husserl, ruhsal etkinliklere oranla nesnenin belli bir sağlamlık edindiği biçimsel yanının apaçık ortaya konması üstünde ısrar eder. Ben ’in etkinliğinin birinci kutbu budur. Yani ben’in etkinliği, düşünsel yasaların ve nesnelerin sezilmesinde doruğuna ulaşır.
Ama bu nesnel kutup, yönelimin ayırt edici özelliği olan iki terimden ancak biridir. Gerçekten de, nesnelerin köklü bir sorgulanması, bilincin kökeni sorusunu da ortaya çıkarır. Bu sorudaysa öznenin gösterdiği etkinlik, kendini bilince sunan bir nesne olarak ortaya çıkar. Yönelimin ikinci kutbu da budur. Husserl’de felsefe, tüm olarak yönelimin bilimi; bir şeyin bilinci olarak öznenin çeşitli biçimlerinin bilimi haline gelir.
Öze Yönelik Çeşitlemeler Ve Fenomenolojik İndirgeme
“Bir-şeyin-bilinci” sözünde dile gelen ve yönelimin içinde saptanan ikilik, fenomenolojinin uğraştığı başlıca konudur. Şeylerin kendisine dönme çabası, hem mutlak ve nesnel bir temelin aranmasıdır, hem de bilincin öznelliğinin çözümlemeden geçirilmesidir. Nesne bakımından temellendirmeye yönelme, öze yönelik bir çözümlemenin gerekli olduğunu ortaya koyar ve bu çözümleme sonunda, her şeyin özü ortaya çıkarılır. Öze yönelik çeşitleme demlen yöntemse, nesneye uygulanan serbest bir hayalgücü etkinliğiyle bu nesneyi ilineksel yanlarından sıyırır ve özsel yapısmı ortaya koyar. Böylece insanoğlunun akılla kavranabilir bir “gökyüzüne” bakması olanağını doğurur (bu özsel nesnelliklerin varlık biçiminin tikel olmasma karşın). Demek ki, bu yapıların varlığı terimin yaygın anlamıyla gerçek değildir; bu varlığın, düşünsele uygun düşen bir gerçekliği vardır. Ama varlık kavramını böylece göreli hale getiren Husserl, çözümlemenin sonunu, öze yönelik çeşitleme yöntemine dayanan mutlak temel arayıştan başka bir yere koymak zorundadır. Bunun için yunanca epokhe sözcüğüyle belirtilen şeyi, yani dünyayı parantez içine almayı gerçekleştirmek yeter; böylece öznellik, dünyanın gerçek temeli olarak kendini gösterir. Nitekim epokhe ile gerçekleştirilen dünyanın indirgenmesi (bilinci, dünyanın kaynağı olarak ortaya serdiği için buna aşkın [transandantal] bilinç denir) nesneye, bilinç-ile-kurulan-nesne-anlamı durumunu kazandırır. Husserl’in idealizmi, “dünyaya bir anlam verme” ile “dünyaya varlık verme” arasındaki uygunlukta kendini gösterir. Bundan ötürü nesnenin özünü ortaya çıkaran öze yönelik indirgeme, yalmzca hazırlayıcı bir değer kazanır ve dünyanın oluşumunu açıklamaz. Çağdaş felsefeci için, bu tür bir felsefe, burada sona eriyor gibi görünmektedir. Çünkü bu felsefe, bilincin idealizmi ve şeyleri var kılan bilincin bakışı üstünde temellenmektedir.
Oluş Halindeki Bir Fenomenoloji
Ama, İdeen zu einer reinen Phânome- nologie (Salt Fenomenoloji Üstüne Düşünceler) ve Meditations cartesien- nes’de (Descartesçı Düşünceler) doruk noktasına ulaşan bu felsefe, feno- menolojinin gelişmesini engellemez. Burada iki tema birbirine kavuşmaktadır. Yani, doğanın ve dünyanın öznellikler-arası kuruluşu düşüncesi (Husserl’in ölümünden sonra yayımlanan yazılarında bu konunun geliştirildiği görülür), mutlak bilinçlerin karşılıklı bağımlılığı olduğunu ortaya koymaktadır. Öte yandan, Erfahrung und Urteil (Deney ve Yargı, 1939) “yüklemleme-öncesi” bir ilk yönelimin, yani örtük olmayan bilinçten önceki yönelimin araştırılması, ilk yönelimsellik çiftini (bilinç-nesne çifti) ve zamanın yönelimselliğini (bilinci oluşturan iç akışı) birbirine bağımlı duruma sokar. Bundan ötürü, evrensel zaman akışının incelenmesi gerekir. Böylece, eski sezgi tematiği, yani nesnelleştiren sezgi tematiği, zaman içindeki dünyanın öznellikler-arası oluşumu tematiği üstünde temellenir. Geleceği arayan fenomenolojinin anlam karşılığını oluşturan iki öğe de böylece bir araya getirilmiş olur. Bu iki tema, Husserl’in basılmış son yapıtında (Avrupa Bilimlerinin Bunalımı) ele alınmıştır. Burada, akim kullanılmasından kaynaklanan doğruluk (hakikat), tarihin hem başlangıcında hem de sonunda yer almaktadır. Gelecek, bir geleneğin geleceğidir kesinlikle.
Son Yorumlar