Alman felsefecisi (Messkirch, 1889-Messkirch, 1976). Tanrıbilim ve felsefe öğrenimi gördükten sonra 1914’te doktora tezini (Psikolojizmde Yargı Kuramı) yayımlayan Martin Heidegger, 1923’te Marburg’da profesör oldu, 1927’de temel yapıtı olan Sein und Zeit’ı (Varlık ve Zaman) yayımladı,1928’de Freiburg im Breisgau’da Husserl’in yerini aldı, 1929’da da Kant und das Problem der Metaphysik’i (Kant ve Metafizik Sorunu) çıkardı. 1933’te siyasal olayların etkisiyle, nazi partisine girdi ve aynı yıl, Freiburg Üniversitesi rektörü oldu. Üniversite içinde sürdürülmek istenen Yahudi aleyhtarı propagandaya ve rejimi eleştiren iki dekanın görevden alınmasına karşı çıkarak rektörlükten istifa etti; bunun üzerine hem ders vermesi, hem de kitaplarının okunması belli bir süre için yasaklandı. 1936’da Nietzsche üstüne ders vermeye başladı ve nazilerin, Nietzsche’nin görüşlerini kullanmalarının geçersizliğini açıkladı. Ama 1945’te bu kez de, daha önce nazilere yakınlık göstermiş olduğu için öğretimden uzaklaştırıldı ve görevine ancak 1950’de dönebildi.
Heidegger’e Göre Felsefe
Heidegger için felsefe, varlık bilimdir (ontoloji); yani, varlık üstüne düşünmedir. Var olan bir şey için, bir “varolan” (insan, hayvan, bitki, düşünce, vb.) için bu var olma durumu ne gibi bir anlam taşır? Bir şey vardır dendiğinde, ne ileri sürülmektedir? Aristoteles, metafiziğin inceleme nesnesinin bu olduğunu söylemişti. Ama bir felsefeci ve felsefe tarihçisi olan Heidegger için, Eflatun’dan Nietzsche’ye kadarki bütün metafizik, bu sorunun bir yana atılmasından ve unutulmasından başka şey değildir. Varlığın ne olduğunu sormak yerine metafizik, varolanın, var olan şeyin ne olduğunu sormuş; onun özelliklerini, özünü, nasıl kullanabileceğini araştırmıştır. Varolanı, bilen ve eyleyen bir öznenin nesnesi, bir düşünce, katışıksız ve soyut zihnin bir görüşü haline getirmiştir. Oysa, Heidegger’in gözünde, düşünen ve eyleyen insan, şurada ya da burada konumlanmış bir varlık, “burada-varlık” olarak düşünmüş ve eylemiştir. Varolmak, Heidegger için dünyada konumlanmış olmak demektir. Ama burada varlığın varoluşunu ötekilerden ayırt eden özellik, kendi varlığı üstüne gene kendine sorular sormasıdır. Böylece insanoğlu, varlığı, düşüncenin nesnesi olarak kavramanın çok uzağında ve hatıa düşünmeden de daha önce, varlık konusunda varoluşsal bir kavrayışa sahiptir.
Zaman İçinde Bir Varlık
İnsan kendini kavrar, kendi varlığını zamandaki varlık olarak kavrar: Zamansal ve tarihsel varlık olarak dünyadadır. Varoluşu, temelde, bir belirsizlik, bir soru, bir kaygıdır. İnsanoğlu, kendini her zaman ileriye yansıtır (atar); belli bir anda olduğu varlıktan, her zaman daha fazla olan bir varlıktır. Başkalarıyla kurulabilecek bağıntılarını, varlığına vereceği doğrultuyu düşünür durur. Konum içinde olmak, varoluşunu sürekli olarak sorulaştırmasma yol açar. Seçimlerinde, ona yol gösterecek hiçbir şey yoktur; kendini şöyle ya da böyle yapma (seçme) konusunda mutlak olarak özgürdür. Katışıksız bir olabilirlik olarak kendi kendisiyle karşı karşıya kalan, kendine bırakılmış olan insanoğlu, bu durumundan ötürü, Heidegger’in boğuntu diye adlandırdığı tarz içinde varoluşur. Boğuntu, insanoğlunun hiçbirini seçmek zorunda olmadığı bir olabilirlikler yumağı halinde dünya karşısındaki duruşunun yapayalnızlığmdan kaynaklanan metafizik duygudur.
Var Olma Boğuntusu
Hiçbir şeyin belirlemediği bir özgürlüğün bilinci olarak boğuntu, insanoğlunu, ne olmadığı bakımından, belli ve oturmuş bir şey olmaması bakımından cansız şeylerden ayırt eden özelliktir (oysa bir şey, olduğundan başka bir şey değildir, daha fazla bir şey değildir). Özgürlük ya da olabilirlik olarak insanoğlu, varlığın içindeki bir çeşit hiçlik gibidir. Ama insanoğlu için hiçlik, yani varoluşunun karşıtı, ölümdür.Özgürlük, insanoğlunun varlığındaki hiçliktir ve insanoğlu varlığı, bir ölüm için varlık, özgürlüğü de, bir ölüm için özgürlük olmasından ötürü boğuntu duyar. Zaman, özgürlük, tasarı ve boğuntu, insanoğlunun varlığında bu varlığın olumsuzlanması olarak ölümün her zaman bulunduğunu gösterir.
Ama insanoğlu kendinden kaçmaya, özgürlüğünü gizlemeye, boğuntuyu bastırmaya da çalışır ve her insanı ötekilere benzer hale getiren kapsayıcı bir genel (toplumsal) dünyanın kişiliksizleştiriciliğine de sığınabilir. Heidegger bu dünyayı ve yaşam biçimini “onlar” diye adlandırır. “Belirli bir kişi olmayan ve herkes olan” “onlar”, insanoğluna güven verir; çünkü “var olma tarzını buyurur” ona; ortalama bir varlığa indirger onu, ölümsüz olduğuna inandırır, öz varlığım ve bu öz varlığın ortaya koyduğu soruları unutturur. Nietzsche’ nin kullandığı nihilizm sözcüğüne başka bir anlam vererek Heidegger’in aynı sözcükle anlatmak istediği şey, işte var olma sorusunun bu biçimde unutuluşudur. Nihilizm, varlığı, sanki bir hiçmiş (nihil) gibi ele almaktır. Heidegger, varlığı bir soru olarak değil de bir şey (bir düşünce, bir öz) olarak gören ve böylece varlık sorusunu silip atan metafizikte, bu nihilizmin gelişmiş olduğunu ileri sürer. Varlığı, şeylerin topluluğu, bilginin ve iradenin nesneleri olarak belirlemek;kullanılabilir nesnelerin, elimiz altındaki makinelerin ve aletlerin teknik dünyası haline getirmek demektir.
Metafiziği Aşmak
Heidegger, metafizikte, teknik egemenliğe kaçınılmaz biçimde yönelen bir tarihsel evrim (bu evrim, belli bir varlık görüşü üstünde temellenir) görür ve araç haline getirdiği insanoğlu için en büyük tehdit olan bu teknik egemenliğini, nihilizmle bir
tutar. Demek ki, metafiziği aşmak ve varlıkla, Sokrates öncesi düşünürlerin (Herakleitos, Parmenides, Anaksimandros) kurmuş olduğu yeni bir sorgulayıcı bağıntı başlatmak gerekmektedir. Bu bağıntı, ancak dil aracılığıyla gerçekleştirilebilir. Ama bunu yapmak için, dili bir araç olarak kullanmayı bir yana bırakmamız, dilde, varlık gibi bizi aşan, bize sorular soran yanı, anlam taşıyan yanı, şiir olarak var olan şeyi yeniden bulmamız gereklidir. Şiirsel söz (özellikle Hölderlin’inki), kutsalın ortaya çıkışıdır.
Heidegger’in Başlıca Eserleri
Sein und Zeit (Varlık ve Zaman, 1927); Kant und das Problem der Metaphysik (Kant ve Metafizik Sorunu, 1929); Vom Wessen des Grundes (Temel Varlık Üstüne, 1929); Was İst Metaphysik (Metafizik Nedir, 1929); Vom Wesen der Wahrheit (Gerçeğin Özü, 1947); Über den Humanismus (Hümanizm Üstüne, 1947); Satz vom Grund (Temel Söz, 1956); Unterwegs zur Sprache (Dilin Yolları, 1959); Nietzsche (1961); Die Frage nach dem Ding (Eşya Üstüne Sorular, 1962); Kants These über das Sein (Kant’ın Varlık Konusundaki Savı, 1963); Die Technik und die Lehre (Teknik ve Öğreti, 1963).
Son Yorumlar